Gece (Hayal) Dir (Er) Erse Gün (Işığına)

Açık kırmızı bir kan sızdı bacaklarından. Acıdı canı. Can acısından çok, damlayan kanı için acıdı. Açık ve sıcak kanına inat, bulanık ve soğuk yüreğine düştü acı. Acıdı acınmadan hiç, ardında acımtrak bir hayalet bırakarak. (Çığ)lık(sız) a(kar)ken (kan)ı, yok(oldu)! Ay, tam tutuldu o zaman.

yazı resim

Göz kamaştıran bir sevdaya dönüştüğünde ay, ışığın sonsuzluğuna düşerdi aklı. Hiçbir gölge büyümez ya da küçülmezdi bu yüzden. Gerçek boyutunda ve binlerce yansımalar oluşturan kristâl bir aynaydı o. Gerçek ve gölge ikiz kardeşti. Ne zaman maviye bürünse gerçek, gölge de maviye düşerdi. Ay, dolunaydı o zaman.

Işık çözünür; gece karalığını tümden kaybedene dek renklenirdi; gökkuşağının yalnız çocuğu oynasın diye. Ay, dolunaydı o zaman.

Semiyotik dili öğrenmişti. Çözerdi her bir gerçeği gölgelerin şeklinden. Çocuktu o. Anne ay, dolunaydı o zaman.

Birden yıldızlar düşmeye başladı bedenine. Üstelik pekte ışıklı ve alımlıydılar. İnandırılmıştı, yıldızlarının saklanması gerekliliğine. Alırlardı yoksa, çalarlardı. Çok öykü dinlemişti, yıldızı çalınan çocuklar üstüne. Belki de biraz koyu renge bürünürse, fark edilmezdi yansıması. Tüm değerliler kilitlenmelidir. Kilit güvendir. Kilitledi bedenini. Ay, ilk dördündü o zaman.

“Renklerinden, oyunlarından ve kahkahalarından kurtul” dediler. “Görmediğin ve göstermediğin rengini isteriz”. İlle de siyahtır yeniyetmenin rengi! Durdu; ışık ve ışıksızlığın eşiğinde. Sonra gönlünü aydınlığa, bedenini karanlığa saldı. İkiyüzlü yaşadı. Bir yanı özgür, bir yanı zincir. Bir yanı ışık, bir yanı kör. Zıt kutupların durdurulamaz çekimlerinde, çarpıştı durdu kendi kendisiyle. Yakalayabilseydi kendini, gri olacaktı. Gri, sis rengi olsa bile. Oysa, bütünleşmek bir yana, her yüzleşmeden artakalan; parçalanma, yara ve kandı. Ay, son dördündü o zaman.

Bir gün, kocaman, kıllı ve güçlü ellerinde orağıyla geldi dev. Işığı bir güzel biçmek, gökyüzünü karartmaktı derdi. Biçti, biçti, biçti… elleri nasır tutana dek. Orağın ucunda parça parça bir yürek sallanmaktaydı. Öylece astı keskisini, boş geceye. Ay, yitirdiği yanını yaşlı gözlerle aradı, hilâl başlı orağı kıskanarak.

Sonra “gak” deyince halüsinasyon, “guk” deyince kabus tıktılar uykularına. Nerden geldiyse bir öcü geldi başucuna; gitmedi. Hepten karanlığa düştü. Aydınlık için kimliksizdi. Vizesiz kaldı umutları. Üstelik yutamayacağı kadar çok korku tıkılmıştı ağzına. Ay tutuldu o zaman.

Çıkışsız dehlizlerde yutuldu. Çıldırasıya delirdi; delirircesine çıldırdı. Sonra hiç açamayacağı bir mektuba bağladı sevdasını. Oysa yanılsamaydı her şey. Kapılar yanılgıydı. Ve kaybettiği ne varsa hesap sordu, çıkış sandığı kapılarda. Cevapsız kaldı tüm sorular. Ay, tutuldu o zaman.

Yılan bile dokundu su içerken. Bir de baktı, imkânsız lâbirentlerin tek deneği oluvermiş. Dört duvara düşmüş doğası özgür yanı; bir o yana, bir bu yana vurdu kanatlarını. Bırakılacak yeri olmayan ağır bir çeyiz sandığıydı artık duyguları. Oysa o, yalnız ve yorgun bir hamaldı. Naftalin kokulu sandığa bıraktı yüreğini. Ay, tutuldu o zaman.

Açık kırmızı bir kan sızdı bacaklarından. Acıdı canı. Can acısından çok, damlayan kanı için acıdı. Açık ve sıcak kanına inat, bulanık ve soğuk yüreğine düştü acı. Acıdı acınmadan hiç, ardında acımtrak bir hayalet bırakarak. (Çığ)lık(sız) a(kar)ken (kan)ı, yok(oldu)! Ay, tam tutuldu o zaman.

21.02.2008

Başa Dön