İtiraf ve Kalp Çarpıntısı

dakikalar..13..14..15...59.

yazı resim

Son kez bu cümleleri tekrarladığımı sanıyorum. Sanırım artık eskisi gibi çekmecelere tıkıştırmaya çalışmayacağım hayatımı. Çoraplarımın bütün tekleri kayboldu, hiçbirinin de rengi tutmuyor birbirine. Artık çoraplarımın teklerini aramaktan, sıralara adımı yazmaktan, her gün aynı merdivenleri çıkmaktan, bütün hayatıma virgüller koymaktan ve hiçbir zaman nokta koyacak kadar cesur olamamaktan, yağmur yağacağı gün şemsiyesiz, güneş açacağı gün atkıyla dolaşmaktan, ve herkesi öldürmek isteyip, kimseye el süremeyecek kadar ödlek olmaktan çok sıkıldım. Artık sıkıldım. Çekmeceyi kapatamıyorum. Bir kırmızı elma sığdırmak istiyorum içine, ona bile yer yok. Yürüdüğüm her yolda çakıl taşları ve çöp yığınları var. Üstüme geçirdiğim her şey dün gece kokuyor. Kafam hala geriye doğru çalışıyor. Hala ne bir duvara yaslanabiliyorum ne üstüne oturabiliyorum. Sürekli iki bacağımın üzerinde, bir tekini, bir diğerini dinlendirerek ayakta duruyorum. Çok yoruldum. Gözlerim a4 kağıt değiller ki, sana gerçeği söylesinler. Eskiden biriydim ben. Üstüme yakıştırdığım kıyafetler, kendime yakıştırdığım bir ses ve her zaman şampuan kokan bakımlı saçlarım vardı. Sen kıyafetlerimi yakıştırmadın bana. Sesimi taklit ederek dalga geçtin. Harikulade kadınların bakımlılıklarına kendini kaptırdığını yüzüme söyleyip bakımsız yaptın beni. Beni çırılçıplak, kendini bilmez, senin beğenin doğrultusunda ayarlanmış bir kadın yaptın. Ama benim pilim bitti. Seni güneş enerjisi çalıştırıyordu eskiden. Ama şimdi gece oldu. Kapkaranlık, yıldızsız bir gece.

Bütün bunları anlatmamın, anlatmaktan öte anlatırken bir türlü sıkılamamamın manasını kavrayamıyorum. İçimden çıkmak isteyen bir güç var, bir baskı, baş ağrısı veya titreme veya gözlerinin içinin acıması gibi. Düşünmekten yorulduğum için tüm bunları bir yerlere aktarmak, bir su birikintisine atmak, karıştırdığım çorbanın sıcaklığı içinde kaybolmasını izlemek veya çaldığım kapıların arkasına kilitlemek istiyorum. Dağınık bir oda. Tam manasıyla karmakarışık. Pembe örtüler ve maskara izleri. Duvarda gecenin bir körü fırlatılan kumandanın siyah izi. Yatağımda yatamamaktan; oysaki yatmak içindir yatak, her manasıyla yatmak için, uyursun içinde veya sevişirsin- yatamamaktan ama oturmaktan hiç kirlenmeyen çarşaflar. Yaslandığım duvarın soğuk dokunuşu. Pavese sözleri, içimi kıyan. Çocukluk anıları, her hafta dedemle gittiğim kasap –kıyma makinesine takılırdı gözlerim, garip bir alet, hala da sevmem görüntüsünü, hiç ‘birim!’ diyemediğim ip atlamalar, gül bahçesine kaçınca patlayan toplar, karınca hapsetmek için kullanılan kahve fincanları, pril ve fındık tozunu karıştırıp buzluğa koyunca ne olacağını merak etmek, hayatımın bir bölümü aydınlık sayılabilecek böyle hatıralarla kaplı, aklıma geldikçe birden rahatladığım, bir meyve bahçesine gitmek istediğim anlar, ama neticede tüm bu güzel anılar bir türlü beni kağıt parçalarına yazdığım sözlerden, yatağımın başucunda sırıtan tek gözü kör adamdan, düşüncelerimden, bir türlü hayata gülmeme izin vermeyen düşüncelerimden sıyıramıyor.

Gitme fikri, örneğin, gitme fikrinden hoşlanmıyorum, hesabı ödeyip montlarını giydikten sonra yerlerinden kalkanlar, ayrılıp evlerine giden sevgililer, bavul toplayanlar, sabahın köründe uyanmalar gitmek için, el sallamalar, son öpüşmeler, son kez edilen, karşındakinin aklında kalması için sonsuz çaba sarfedilen sözler, hüzün mü mutluluk mu anlattığı belli olmayan ifadeler, arkana hiç bakmadan binilen taksiler, tüm bunlar, tüylerimi diken diken eden uğursuz laflar, hareketler, aklıma çivi yazısı gibi çakılan hatıralar, hepsi bana sadece birkaç dakikayı anlatıyor aslında, günler geçiyor fazla bir iz bırakmadan, yaşamaktan anladığım bu benim sanırım, dakikalar, kaldırımda gördüğüm küçük bir toka, tek saç telimin döküldüğü bir küvet, iki dakikalık bir baş dönmesi, iki damla gözyaşı.

Gülerken aynaya baktığımda bazen küçük dalgalanmalar görüyorum gözlerimde, gülümseyen dudaklarım ve gözlerim aynı kişiye ait değillermiş gibi sanki; sonra birilerinin dudaklarımın gülümsediğini görürken, gözlerimin ağladığını fark etmesinin zor olduğunu düşünüyorum, zor, belki de en zor olan buna katlanabilmek.

Çünkü ben iki yüzümü de aynı şekilde, aynı anlayışla kabul eden bir insan aradım, her zaman aradım, hatta aradığımı bulduğumu anlayamadığım için test ettim gözlerimle, gülerken ağladım, ağlarken güldüm, kendim olmayan birini yarattım gözlerimin arkasında, insanlara saldırdım, sonra sarıldım, sonra kendimi de kaybettim ama bir önemi yoktu bunun. Nefes aldığım her dakika mutlu olmamı istediler, olmasam bile öyle görünmemi, çünkü tam tersi sıktı onları, bunalttı, yük oldum üzerlerine, gözlerimin arkasındakini saklayamadığım için dayanamadılar bana, gitmemi istediler, suçladılar, küçük, işe yaramaz, gerizekalı biri olduğumu düşündüler; ben gözlerimdekiyle başa çıkamazken, kalbimi de yaraladılar, onlara daha çok saldırmam, daha çok, her gün biraz daha çok yanması gözlerimin, her gün üst üste koyup tek bir tekmeyle savurduğum taşların giderek artması, ve toplamanın güçleşmesi yavaş yavaş, hepsi, aslında başından yanlış anlaşıldığı ve durdurulamadığı için giderek büyüyen, gözlerimden dudaklarıma da sarkan bir var oluş acısı yüzünden oldu. Bir acı, eksiklik. Öyle yayıldı ki vücuduma, onu her hangi birinden saklamam imkansızlaştı, saklayamadım onu, hepsini kustum, tanıdığım, tanımadığım insanlara, en çok da beni yargılamayacak, bana engelleyemediğim bu şey için kızmayacak, konuyu değiştirmeyecek, her şeyi halının altına süpürmeyecek birilerine.

Bu hikayeye bir baş bulamadım yıllardır, ne zaman başladığını anlayamadım, kendimi yorganların altına hapsettiğim günler, kımıldamadan durduğum saatler, sesler, görüntüler, tüm bunlara rağmen içimde beslediğim saf bir çocuk, erik ağacı çiçeklerinin fotoğraflarını çeken balkondan aşağı sarkıp; yüzünü rüzgara dönüp dakikalarca duran, gülümseyen, yavru bir kedi görünce konuşan insanmışçasına, maskeler, maskelerin arkasında kuliste ayakta duran küçücük güvensiz bir kız, küçücük koca kalpli zavallı kız çocuğu. Çırılçıplak.

Dakikalar. Her zaman dakikalar. Dakikalar içinde, gözlerim, dudaklarım, kalbim; iç içe, darmadağın, paramparça.

Başa Dön