Kız gerçek bir morondu. Çocuk parklarında küçük kız çocuklarıyla birlikte bütün sabah salıncak sırası beklerken, geceleri ağaçlardaki baykuş ve kargaları sayan, kağıtlara resimlerini çizmeye çalışan birinden ne kadar stabil olmasını bekleyebilirdiniz? Bir de utanmadan bu kıza derdini anlatmaya çalışan adamlar çıkıyordu. Çilek üstüne turşu suyu dökmek gibiydi. Çok çirkindi.
Bir gün oturup düşünmek istedi. Papatya çayı içip turuncu ışığın altında terörist örgütlenme hakkında bir kitap okuyordu. Her zaman dediği gibi, saçmasapandı. Kendi hakkında tek bildiği saçmasapan kristal kesme bir şarap kadehi olduğuydu, çok zavallı ve güçlüydü. Ama elma ve armut toplanmazdı.
Çünkü sandalyeye oturup düşünmeye başladığı an, biliyordu, eskiden yanaklarında açan beyaz güller ve gözlerindeki makyajlı hayaletler kaybolup gidecekti. Kıza salıncaktan in, başkaları binecek dediler. Aşağıya inmek istemediğini söyledi. Yanlıştı. Noktalar çok fazlaydı.
Yaşadığı her şeyden çıkardığı ders hiçbir şeydi. Duyanların şaşırdığı, görenlerin tiksindiği, konuşanların tutku yaptıkları bir yemek tarifi gibiydi. Yalancıktan krema üzerine kurabiyeli pasta. Bir dilim almak isteyenler üzerindeki gümüş dikenleri şeker sanıp, parmaklarını batırıp kanattılar. Küfredip gittiler. Kalanlar da yiyemeden baktı sadece.
Ne yapmak istediğini çok iyi biliyordu; her yaz sabahın köründe kalkıp eflatun vapur dumanları açan rüzgarlı bir balkonda, yastıklı bir sandalyenin üstünde otururken tek düşündüğü şeydi bu. Birinin dokunulacak bir yüzü olduğunu söylemesi için neden sabahın körü başka bir yastıkta uyanması gerekiyordu. Gayet Endonezya’da pamuk toplayabilirdi.