On dört gündür, dünü düşünüyorum, sağanağa tutulmuş bir iklimi…
On dört gündür, günden güne azalan kendimi görüyorum ve gömülüyorum.
Kalbim katlandığım dünya kadar, kalbime sığınaklar hazırlıyorum on dört gündür.
Dilimdeki bütün kelimeleri küfüre, küfürüde bir yerlere gönderdim.
Uslandım on dört gündür utandım.
Ruhuma dar gelen bedenimi vurdum, vurdum ben kokan döşeklere “bu gecede uyku yok” dedim on dört gündür.
Dudaklarımdan hep aynı şarkı, ağrısız, notasız sızıp dizlerime kadar sızıp yol oluyor.
Dizlerim on dört gündür kendime gidip kendime dönüyor.
On dört gündür tek bir martı çığlığı, keksin bir iyot kokusu ve kalabalıkların içinde olma korkusu yanaşmadı kulağıma, burnuma ve her yerime…
On dört gündür her şeyi her şeyimi ikiye böldüm, ikiye böl – düm. Bir bardak çayı, ekmeği, zeytini…
Doydum durgun akan ırmaklar kadar yağmura, dolandım sarmaşıklar kadar ağacının dallarına… On dört gündür duymadan, dokunmadan, görmeden… Gölgemle ne çok alıp veremediğim olduğunu anladım…
On dört gündür, kapamadım hiç ellerimle yüzümü, kafamı almadım parmaklarımın arasına, sakallarıma saklanmadım, kapamadım penceresini evimin. Evimi hiç dağıtmadım.
Her an… Her an’ a hazır bıraktım…
Aç bırakmadım kuşları da kedileri de, ellerim kadar elimden geldiği kadar.
On dört gündür “ umut, diyalektiğini ret etmiş bir dünyada eski bir kahraman” demedim hiç… Umulmadıktır güzel olan senin kadar.
On dört gündür yüzüne her gece, her sabahımı emanet ettim.
Nefes aldım, güldüm tırnaklarımı yedim, ölüyorlar çocuklar ölüyorlar diye bir sigara daha yaktım (yani sigarayı da az içemedim bağışla sözümü tut –madım.), hiçbir şey olmamış gibi bir şeyi içimde taşıyarak yürüdüm on dört gündür…
Sensizliğe vardım.
Yaşamak, ellerinle dokunmaktır hayata…
On dört gündür dokunuyorum günde bir kere yokluğuna….
Malumun…!
]