Oyuncaklarımı Geri İstiyorum!

Oyuncaklarımız.. evimizin en ücra köşesine kaldırıp unuttuğumuz, ya da belki de çoktan attığımız en kalabalık, en masum hayal ordularımız.. Kaç tane düşümüz var şimdi sığındığımız, yalnızken gözlerimizi kapatıp içinde yüzdüğümüz? Kollarımızda uyuttuğumuz, kimselere göstermeden büyüttüğümüz kaç tane hayal dünyamız var?

yazı resimYZ

Bez bir bebek, kare kare küpler ya da plastik bir askerdi hayat bizim için çocukken. içine hayallerimizi sığdırdığımız renkli bir dünya, bir sirkten ibaretti herşey. Kendi kendimize konuşturduğumuz bebeklerimiz, küçücük ellerimizle yürüttüğümüz arabalarımız ve ancak odanın duvarına kadar varabilen tren yollarımız vardı.. Küçücük ellerimizle vaarettiğimiz, saatlerce içinde kalabildiğimiz bambaşka bir dünyaydı bu: oyuncak dünyası. Ne güzeldi hayat orda. Kimseler dokunmazdı onların üzerine işlediğimiz masallara ve yazdığımız günlük senaryoları kimseler bozmaya çalışmazdı. Çizgi filmlerde olur ya hani, bir kitabın sihirli sayfalarını açıp içine cup diye atlanan ve içine girilen anlar, işte tam da öyle birşeydi bu oyuncakların dünyası.

Sunay Akın. Yazar, şair, araştırmacı kişilik. Dahası; sınırsız bir fikir insanı, kocaman bir yürek, kocaman bir beyin, istinasız kabul edilen bir iç yolculuk.. Bir soruya binlerce cevabı olabilen bu muhteşem adam İstanbul-Göztepe’de dünyanın en büyük ikinci “Oyuncak Müzesi”ni açtı 23 nisan 2005’te. Tam da anlamına ve duygusuna yakışır bir günde, hepimizin çocukluğuna uzun bir yolculuk yapacağı yer burası. Girişte sizi kocaman zürafalar ve sevimli heykelcikler karşılıyor; heyecanlanıyorsunuz bu büyülü ev karşısında.. Beş katlı, içinden hiç çıkmak istenmeyen bu tarihi köşkte Sunay Akın’ın 11 yildir dünyanin dört bir yanindan topladigi oyuncaklari görmek mümkün. Ağırlıklı olarak Amerikan, Alman ve İngiliz yapımı oyuncakların yer aldığı müzede kızılderili, asker, polis, itfaiye, bebekler, uzay oyuncaklari vb. olusan 16 bölüm yer aliyor. Oyuncaklar kalın camekanlar içinde sergileniyor, ama dokunamadan sadece gözlerinizle kurduğunuz o temas bile sizi alıp öyle geçmişlere sürüklüyor ki bazen tatlı ve sinsice gülümsüyor bazen de ağlamaklı olabiliyorsunuz. Detaylarsa can alıcı.. Her bölümün dekoru, renkleri, atmosferi, müzikleri farklı. Kah bir tren kompartımanının içinde buluyorsunuz kendinizi, kah bir uzay yolunda.. Tam da içine düştüğünüz duyguyu yansıtır cinsten öyle ince düşünülerek tasarlanmış ki müze, akıp gidiyor ruhunuz derinlere.. Benim gibi 80’lerde doğmuş çocukların kanımca en çok ilgisini çekecek; “off inanmıyorum bende de vardı bu yaa”, ”ah evet nasıl unuturum!!” dedirten yer ise birinci kattaki kısım. Burada hissedeceklerinizin tüm hakkı size aittir! En alt tuvalet katında ise bambaşka bir sürpriz karşılıyor sizi ve aniden bir denizaltının içinde buluyorsunuz kendinizi! Anlatılacak değil yaşanacak bir yer burası.. Diğer bir sürpriz ise Sunay Akın’ın neredeyse hergün bizzat müzede bulunması. Oyuncakların hikayelerini masalsı betimlemeleriyle, şarkı söyler gibi üflüyor yumuşakça kulaklarınıza ve oyuncaklar iki kere daha anlam kazanıyor onunla. Atlıkarıncalar, tahta arabalar, robotlar, plastik bebekler; kücücük eller için yaratılan küçücük evler ve kocaman dünyalar. Batman, Süpermen, Temel Reis; ilk kahramanlarımız, ilk sevgililerimiz.. Elinde 5 bine yakın oyuncak olduğunu söylüyor Akın, ama sığmadığı için ne yazık ki hepsi sergilenemiyor. En eski oyuncak 1817 Fransa yapımı bir keman. İlk yapılan Mickey Mouse oyuncağıda bu müzede ayrıca. “Müzeye girerken bir elinizle çocuğunuzu, çıkarkense diğer elinizle kendi çocukluğunuzu tutuyorsunuz” diyor usta şair. Bu masal aleminden çıkarken ayaklarınızın yerden kesilmesi kaçınılmaz oluyor haliyle..

Oyuncaklarımız.. evimizin en ücra köşesine kaldırıp unuttuğumuz, ya da belki de çoktan attığımız en kalabalık, en masum hayal ordularımız.. Kaç tane düşümüz var şimdi sığındığımız, yalnızken gözlerimizi kapatıp içinde yüzdüğümüz? Kollarımızda uyuttuğumuz, kimselere göstermeden büyüttüğümüz kaç tane hayal dünyamız var? Şimdi büyüyen bedenlerimiz ve hayallerimiz hayatın telaşı içinde ancak körebe oynuyor, oradan oradan sürükleniyor yorgun düşüncelerle.. Öteki tarafta ise hiç büyümeyen, büyümek istemeyen bir çocuk uyuyor içimizde oyuncaklarına sarılmış.. Haydi, geç olmadan uyansın mı artık o çocuk?..

Başa Dön