Tanpınarın Şark ve Garp Çıkmazı Üzerine

Doğu ve Batı üzerine birçok esere imza atan Ahmet Hamdi Tanpınarın takdire şayan çabası, yaşadığı dönemde maalesef pek anlaşılamamış Hatta döneminin birçok yazarları tarafından ortaya koyduğu bu eserler küçümsenmiş, yadırganmıştır. Söz konusu bu çabanın bugün bile yeterince anlaşıldığını sanmıyorum maalesef

yazı resimYZ

Doğu ve Batı üzerine birçok esere imza atan Ahmet Hamdi Tanpınarın takdire şayan çabası, yaşadığı dönemde maalesef pek anlaşılamamış Hatta döneminin birçok yazarları tarafından ortaya koyduğu bu eserler küçümsenmiş, yadırganmıştır. Söz konusu bu çabanın bugün bile yeterince anlaşıldığını sanmıyorum maalesef

Aslında edebiyat dünyamıza baktığımızda bugün rahmetli Tanpınarı anlatan bir çok eseri görebiliriz. Fakat bu çalışmalar da özümsenerek okunmadığından, Huzur romancısı hâlâ batıya hapsolmuş bir zihniyetin fikir teatileri gibi gelir ya da bu dar zihniyetin temsilcileri, Tanpınarı kendilerinin bir lideri sanır.

XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihinde kültür gömleği değiştirmenin sancıları adım adım duyumsanabilir. O kadar ki, harika eserin sahibi bile zaman zaman kendisiyle çelişkiye düşmüş. Daha doğrusu, Batının hırpaladığı Doğuyu, Doğunun tutuculuk sebebiyle yok saydığı Batıyı yer yer savunmak zorunda kalmış.

Dergahta yayınlanan Tanpınarın özel günlüklerinin birinde, yazar, Melih Cevdet Andayın bir eleştirisinden yola çıkarak, doğululuk ve batılılık üzerinde baya bir kafa yormuş. Notlar, keskin dilli çiziktirmeler, 1960 öncesi kaleme alınmış. Melih Cevdetin hangi eleştirisinden ya da değinisinden söz açtığını tam olarak bulamadım.

Tanpınar aynen şöyle demiş: Melih Cevdetin makalesi, üç sütun. Bütün mesele, iki ayrı kültürümüz olabilir mi?! () Mesele hiç de yersiz değil. Hakikaten konuşulabilir. Fakat softalığın dışında. Halli ne kadar basit halbuki.

Hem şarklı, hem garplı olabilir miyiz? Elbette hayır. Fakat garplı bir şarklı olabiliriz. Şark bizim şimdilik çektiğimizdir. Ve galiba da uzun zaman öyle kalacaktır. Hüviyetimizden milletçe çıkmak imkânımız olmadığına göre kabil değil.

Söz konusu bu yazı, sanıyorum, Melih Cevdetin Doğu-Batı (1961) kitabında yer alan denemelerinden biri olabilir. Orada Melih Cevdet, ikici kültür endişesiyle makaleler yazdığını hatırlıyorum. İkici kültürün ikiye bölünmeye yazgılı bir toplum oluşturup oluşturmayacağı ise burada büyük bir şüpheli olarak duruyor. Ama yine de Batıya doğru yol almayı tercih ediyorlar.

Tanpınar, Doğu ve Batı konusunda, yaygın anlayış ve tutumdan, egemen bakış açısından bir hayli farklı tutum sergilemiş. Örneğin: Bir aşk çevresinde oluşan; Yaz Yağmuru hikâyesi, bir bakarsınız, kültür gömleği değiştirmenin derin sancılarında odaklanıyor Büyük yangında kavrulup gitmiş mâzi, işte, bellekte yaşadıklarını unutamamaktadır yazar

Kabul etmek gerekiyor ki, Tanpınarın yaşadığı dönemin kalemşörlerinin çoğu, kendisi gibi düşünmüyordu. Batılılaşmak ise bu minval üzerine bir umuttu. Ziya Gökalpin Kurtuluş Savaşı sonunda Halide Edipe söylediği : Bu Doğu mefkûresi denilen şey de ne olur, Halide Hanım? Türkün mukadder olan kültüründen bizi uzaklaştırmaz mı? Türk, Orta Asyadan geldiği günden beri yüzünü Batıya çevirmiş değil mi? diye sorar.

O kültürel ortamdan dışarıya çıkan Tanpınar ise bambaşka sorunlara değinir:

() Şarkı bilmeyen ve bizi en basit unsurlarımızla tanımayan bir insan, ne dereceye kadar kendini -Türk milletini inkâr etmek şartıyla- hakiki münevver addedebilir? () Tesadüfen Dedeyi tanımıştım. İnsanlığın ayrı bir yüzü olduğunu öğrenmiştim. Yunus diye bir şairim, Naci diye acayip bir şairim var, o halde niçin bilmiyorum!.. Bilmesem rahat edebilir miyim!.. Ve mesele, kendi kendime, oh bugün Dede Efendiyi unuttum, yarın da Itrîden kurtulsam diyebilir miyiz? Dememiz doğru mu?

Hızlıca yazılmış bir makaleyi andıran bu kopuk, meramı tam dile getiremeyen tümceler, yazarın aslında kaygısını da dışa vuruyor. Acı olan belki de şu: Dünün, yüzünü Batıya çevirmiş münevveri de Dede Efendiyi, Itrîyi, Yunusu bugünün insanlarından daha çok biliyor ve belki daha çok seviyordu. Tanpınarın tedirgin soruları zaman içinde yanıtsız kaldıkça, insanlığın ayrı yüzü büyük ölçüde silinip gitti. İşte bugün bile bu silik hayaller üzerine bir makale okumuş oluyorsunuz.

Artık ne Şarklı, ne Garplı, ne de -Huzur romancısının özlediği gibi- garplı ve şarklı olabiliyoruz. Hayatımızı her anlamda belirleyen medya ve sosyal medya ABDnin tekelinde ve belli bir zümrenin denetimi altında. Çünkü günümüzün insanı içi boşaltılmış Doğu ve Batı kavramlarıyla ilgili düşünce gücüne sahip bile değil. Ona medyada uyarlanan ve öğretilen, gelgeç değerler, ya da, değer görünümlü değersizlikler etrafında bir ömür tüketmek, ömür tükettiğinin farkında olmaması için her türlü gayret ve çabanın nasıl ilmek ilmek işlendiğini dikkatli bakan herkes görebilir. İnsanı işte bu durum gerçekten çok huzursuz ediyor

Yani, bilemem ne zaman insanımız uyanır?, Ne zaman öz değerlerine sahip çıkar? Ne zaman tekrar büyük bir millet oluruz? Bilemem Ama 2021in 2022ye yaklaştığı bu günlerde çekilen bir takım sancıların boşuna olmadığını düşünüyorum Gönül her alanda, tam anlamıyla hedefi on ikiden vuran bir millet olmayı arzu ediyor.

Diğer taraftan, Tanpınarın çok bilinmeyen bir özelliğinden de bahsetmek isterim. Çoğunuz yazarın, resim sanatını çok sevdiğini, bu sanat üzerine önemli yazılar kaleme aldığını bilmeyebilirsiniz. Tanpınarın resim sanatı üzerine de kaleme aldığı yazıları mutlaka okumalısınız. Onun dünya görüşüne göre bu yazılardan tam anlamıyla Batının bir tutkunu olduğunu anlarsınız. Nasıl mı? Örneğin, İstanbulda mevsimleri tasvir ederken Batı resminin ustalarını anmasından, ressamların eserlerinden çağrışımlara yol almasından Bu yönüyle Tanpınar: Softalığın dışında kalırken, perspektifini ne Şarka, ne Garpa kapamış bir yazar olarak karşımıza çıkar. İnanın bu yönüyle bile değerli bir yazarımızdır.
Kesinlikle hürmete ve övgüye layık bir kalemdir.

Başa Dön