Mücadele yılları içinde, her yeni devrimci adayının bir idolü vardı ve idolüne öykünürdü doğal olarak… Taklit ederdi onu, konuşmasını ona benzetirdi, giyim tarzı aynı gibiydi.
Üzerinde parkası olmayana devrimci denmezdi neredeyse...
Başka bir alandan bir yoldaş bizim alana gelmişti. Tanıdık bir yoldaş vasıtasıyla, bana uğradı. Hem tanışmak hem de durum değerlendirmesi yapmak için.
Yeni gelen yoldaş, takım elbiseli, iyi giyimli, yüzü tıraşlı, temiz görünümlü biriydi. Bize hiç benzemiyor gibiydi, bir ezberi bozmuştu.
Önce çayımız geldi, ardından anam…
"Merhaba çocuklar." deyip odadakileri selamladı.
‘’Merhaba ana." dedik hep bir ağızdan.
Oturdu, bizimle sohbete başladı. Bir ara gözü yeni gelen yoldaşa
ilişti. Gözlerini ovuşturduktan sonra:
"Sen de kimsin!" diye sordu. ’’Seni ilk görüyorum burada’’
"Ben de halktan biriyim. Yani devrimciyim."
Anam karşı çıkarak:
"Yo yo..." dedi şaşkınlıkla. "Sen devrimci olamazsın!"
"Niye ki ana? Neden ben devrimci olamıyor muşum?"
"Olamazsın tabi. Baksana senin bir parkan bile yok..."