Anlamak ise zordu
Yıllar önceydi hani okuyup okuyup hayatı anlayacağımızın yanılgısı içinde debeleştiğimiz zaman dilimlerinden birinde hayatımın dönüm noktalarından bir tanesi olan Franz Kafka'nın 36. aforizması ile tanıştım.
Kafka 36. aforizmasında şunu söylüyordu: "Önceleri sorularıma neden cevap alamadığımı anlayamıyordum, şimdiyse soru sorabileceğime nasıl inanabildiğimi anlayamıyorum. Ama gerçekte inanmıyordum ki, soruyordum sadece."
Bu aforizmayı aylarca düşündüm durdum. Herhalde nato mermer olduğundan bu düşüncelerimiz 2 yıla yakın sürdü. Bir gün kafenin birinde sütsüz neskafe ile birlikte matematikte olasılık teorisi adlı kitabı okuyordum. Ne de olsa romanları aşmıştık. Düşünceye yönelten kitaplar zevk veriyordu artık. Her neyse kitabın en heyecanlı yerinde Arşimet'in hamamda suyun kaldırma kuvvetini bulması gibi beynimde çaktı.
Kafka'nın 36. aforizmasını çözmüştüm.
Ancak bu kavrayış hiçbir şekilde dille veya sözle anlatılacak türden değildi. Belki 3 cilt kitapta ancak anlatılabilecek bir sezginin özetiydi.
Bu zamansız kavrayış zihnime köklü bir mutasyon getirmişti.
Artık insanlara kızmıyor, yargılamıyordum.
Krishnamurti'nin 'İnsanları, düşüncenin tuzağından çekip çıkartamazsınız' teorisini kavramış, bu kavrayış geçmişten bağımsız saf bir gözlem ve relaks tavırları beraberinde getirmişti.
O günden sonra eleştirel tümceler ile vedalaştım.
İnsanlara bir şeyler anlatmaya gerek yoktu.
Barış isteyen zaten savaşı göze alıyordu.
Anlamak ise zordu.