Şiddeti bir çözüm faktörü olarak görenlerle konuşarak bir sonuç almak mümkün değildir. Zira o konuşsa da şiddete dayanarak konuşacak. Ona inanmış ve düşünce yapısı da o inanca göre oluşmuştur.
Sadece terörle değil, hayatın başka alanlarındaki şiddet olaylarında da öyledir. Gerektiğinde şiddetle çözerim meselemi inancında olan biriyle oturup tartışabilir misiniz? Bu mümkün değil. Ancak onunla ve onun gibilerle onların ayarında şiddetini karşılayabilecek birileri geçip konuşabilir.
Şiddet kullanarak bir amaca varacağına inanan ve bunu meşru gören, bir kişiyi, bir örgütü, bir devleti; ancak o şiddeti bertaraf edebilecek bir kuvvet bu niyetinden caydırabilir. O kuvvete sahip olmayan, hitabetle, siyasetle, ikna yeteneğiyle bir sonuç elde etmesi mümkün değildir. O kuvvete ve onu kullanma iradesine sahip olduğunu hissettirdikten sonra ancak söz alanı kullanılabilir hale gelebilir. Bunlar evrensel mantık kurallarıdır. Bu kuralların hukukta da kavram karşılıkları vardır. Dış ilişkilerde de öyledir. Ekonomik ve maddi gücün nisbetinde etkili politikalar uygulayabilirsin. Haklı olmak gerekiyor ama yetmiyor, güçlü olmak da gerekiyor. Hukuk var ama, hukuki yaptırımların uygulanması bir yeterli güce muhtaç. Yaptırım gücü olmayan hukuk kuralı kâğıt üzerinde kalır.
Haklıdan yanayız, güçlüden yana değil sözü güzel bir söz. Fakat haklıdan yana olmanın anlam kazanması ve sonuç vermesi, elbette yaptırım gücüyle mümkün olunabilir.
Evrensel hukuk ilkeleri var, değer yargıları ve ölçüleri var, herkes vicdanıyla insafıyla basiretiyle onlara uyar, bütün meseleler halledilir. demek ise tam anlamıyla bir geri zekâlılık örneğidir.
Bu tutum iki unsuru bir arada düşünememek, iki işi bir arada yapamama halidir. Yani elbette bir sorun sadece güç kullanarak çözüme kavuşmaz ancak bazı meseleler de yeterli güce ve onu kullanma iradesine sahip olunmadan asla ve katta çözülemez. Hayatın da böyle meseleleri vardır. Hukuk ve devlet bunun için güç kullanır. Güçsüz devlet olmaz, devletsiz hukuk olmaz, hukuksuz hayat hiç olmaz. Bu gerçeği unutmamak gerekir.
Terörün şiddeti dehşet vermiyor, aynı zamanda belli bir kesimde kısmen, bir maç oynanıyormuş gibi taraftarlık psikolojisi oluşturuyor. Çok açık konuşayım bugün terör sıfırlansın. O ayrılıkçı taraftarlıkların hepsi birdenbire sıfıra inecektir. Böyle bir musibet, böyle bir beladır terör. Bütün denge faktörlerini suni bir çerçeveye doğru iter ve oraya sıkıştırmaya çalışır. Yapılan tüm analizlerin karşılığında tek bir doğru veriye ulaşılmaz. Çünkü orada devletin otoritesi ve demokratik hukukun hâkimiyeti sağlanamamıştır. Sürekli karakter kazanan bu durum, sağlıklı analizler yapılmasını engeller. Bu durumu kronik ve normal bir gerçeklikmiş gibi gösteren tezler öne çıkar, 1950li ve 1960lı yıllardaki toplumsal yapı özellikleri, zaten iyi bilinmiyordu ama tamamen yok sayılmıştı. Örneğin, 12 Eylülden sonraki durum genele teşmil edildi ve tarih boyunca hep öyle yaşamışız gibi algılandı. Bugün 1950li, 1960lı yılları kimse hatırlamıyor zaten. Hatırlayanları da kimse dinlemiyor, hangi çağda kalındığı soruluyor. Herkesin her şeyi söylemesinin mümkün olduğu özgür yıllarda, bir tek etnik mesele sosyalinin seslendirilmediğini, kardeş gibi yaşadığımızı, ilk defa solun bu işi kaşımaya başladığını bu çağda hiç kimseye anlatamazsınız. İşte bir suni veriler çemberi içinde yazılıp konuşulmasını sosyal medyada eleştirmek artık bu sebeple kesinlikle etkili olmuyor, olamıyor.
Terör ve şiddet, sözün etkisini ve ağırlığını azaltır, düşüncenin verimini düşürür. Bu alanda aldatıcı enflasyonist çokluklar oluşur ama çözüm birikimi gene oluşmaz. Sahicilikler azalır ve ilerleyen zamanda bunun farkına varılmaya başlanır. Belli meselelerde kelime bulmakta cümle kurmakta zorluk çekme hali, yavaş yavaş yayılır. Her şeye rağmen devam eden terör ve şiddet varken, tek taraflı ve iyi niyetli sözlerle konuşmalarla bu mesele çözülemez. Sadece negatif olabilirlik beklentilerini yükselterek çözümü daha da zorlaştırır. Şiddetin dili diyaloga açık değildir ve sadece teslimiyet bekler. Aklın ve gönlün dili ile mukabele etmeye çalışırsanız, bunu zaaf olarak yorumlar ve cüretini artırır. Bireysel hayatta da böyledir toplumsal planda da. Çünkü bu bir hayat realitesidir.
İç İşleri Bakanı Süleyman Soylunun Amerikan Büyükelçiliğinin hain saldırı için taziye dilemesini kabul etmiyoruz, reddediyoruz açıklaması Türkiyenin yapılan bu saldırının bedelini her türlü ödeteceği anlamı taşır.
Beri taraftan, gözyaşları karşısında bile insani bir duygu gösteremeyen, terör örgütleriyle aynı dili kullananların devleti halkı ayrıştırmakla suçlamaya devam ediyor. Bu ahlaksızların, terör sevicilerin Apoya peygamber yakıştırması yapanlara karşı hiç ses çıkarmadığına şahidim. Bu ahlaksız yalancıların, Fırat Simpil, Yasin Börü, Eren Bülbül gibi çocuklar için mesaj yayınladıklarını terörü kınadıklarını görmedik, görmedim. CHPnin başkanı Kemal Kılıçdaroğlunun saldırıyı bir terör olayı olarak değil, patlama olarak paylaşması gibi Oysa vahşi terör saldırısını yapan Ahlam Albashirin Suriyede ABD askeri tarafından eğitildiği biliniyor. Teröristin ABDnin PKKlıları eğitmek için kurduğu terör okulunda, akademide yetiştirildiği söyleniyor.
Ne diyelim? Allah böylesi saldırıları ülkemize yaşatmasın. İçimizdeki tüm hainleri tez zamanda ıslah eylesin. Şehitlerimize rahmet, gazilerimize sağlık, yaralılarımıza Rabbimden şifa diliyorum
Rabbim ülkemizi, milletimizi, korusun!
Kalın sağlıcakla