Çıt Yok

İçimdeki ses hep konuşur çünkü. Kendimi bildim bileli, ne iş yaptığıma aldırmadan kulağıma anlatır da anlatır öykülerini. Benim dışımda, farklı bir bendir o. Ukaladır biraz, küstah daha doğru olur sanırım. Ne iş yaptığıma, kiminle konuştuğuma aldırmaz, bildiğini okur. Ah, ne alçaktır o, patronumla konuşurken müstehcen hikayeler anlatacak kadar hem de. Bir kulak kabartsam o anda ona, yüzüm kızararak dinlesem onu, işimi de kaybederim, arkadaşlarımı da. Herkes hakkında bir fikri vardır çünkü. Özellikle de benim görmeyi tercih etmediğim huyları hakkında. Dedim ya, küstah ve cesurdur, kaybetme korkusu yoktur.

yazı resimYZ

Çıt yok, öyle koyu bir sessizlik ki, tüm olası titreşimleri emiyor sanki. Giderek daha da koyulaşıyor, derinleşiyor. Tam tamına yirmi gündür durum bu. Zihnim okyanusun en derin dibi kadar sessiz ve karanlık. Delirmek üzereyim, alışık değilim ben bu suskunluğa. İçimdeki ses hep konuşur çünkü. Kendimi bildim bileli, ne iş yaptığıma aldırmadan kulağıma anlatır da anlatır öykülerini. Benim dışımda, farklı bir bendir o. Ukaladır biraz, küstah daha doğru olur sanırım. Ne iş yaptığıma, kiminle konuştuğuma aldırmaz, bildiğini okur. Ah, ne alçaktır o, patronumla konuşurken müstehcen hikayeler anlatacak kadar hem de. Bir kulak kabartsam o anda ona, yüzüm kızararak dinlesem onu, işimi de kaybederim, arkadaşlarımı da. Herkes hakkında bir fikri vardır çünkü. Özellikle de benim görmeyi tercih etmediğim huyları hakkında. Dedim ya, küstah ve cesurdur, kaybetme korkusu yoktur. Ama geceleri yalnız olduğumuzda, hele ki tam da uykuya dalıyorken, ne tatlı konuşur, ne güzel şeyler fısıldar kulağıma. Hep kalkıp bunları yazmak isterim bir kağıda. Zaten o da bunu yapmamı ister, eminim. Ne var ki, çok tembelim, sadece dinlemeyi severim, üşenirim yazmaya. Masalmışçasına dinler, dinler uykuya dalarım. Ama bazen öyle geveze olur, öyle sıkıcı şeyler anlatır ki, sıkıysa uyu. Tüm keyfimi de kaçırır o zamanlar. Geveze Gen koydum adını, böyle zamanlarda Sıkıcı Gen oluyor. İsmi, anlattıklarına bağlı olarak değişiyor, Komplo Gen, İftira Gen, Kıskanç Gen, Şen Gen, Ero Gen. Bazen o kadar çok konuşur ki, sussun artık isterim, kafamı dinlemek, zihnimin içinde tilkilerimin kuyrukları dolanmasın isterim. Ama beceremem. Daha doğrusu beceremezdim. Ta ki yirmi gün öncesine kadar. Ne olduysa sustu benimki. Aslında ben susturmadım kendisini, zira öyle bir becerim yok. Birden bire oldu. Önce fark etmedim, ilk gün yani. Ama her şeyi çok doğru yapmamdan, hatasız sonuçlar çıkarmamdan anlamalıydım değişikliği. Derken o gece, bir eksiklik hissettim uykuya dalmadan. Önemsemedim ama sabah kalktığımda rüya da görmediğimi anladım. Ve birden fark ettim ki, kafamın içindeki ses yok artık. Tık yok, içim öyle boş ki, ben bile düşüp kaybolabilirim. Meğer Gevezem ne kadar da dolduruyormuş aklımı, hayatımı. Özlemeye bile başladım. Yorumlarını, öykülerini, müstehcen fıkralarını, renkli rüyalarını her şeyini arıyorum. Artık bir resme baktığımda kulağıma fısıldanan binlerce değişik hikaye yok, biriyle konuştuğumda, yüzündeki ifadenin yüzlerce değişik yorumu yok. Yolda beni hatalı sollayan sürücüye bile küfreden yok. Cevizini, kırmak için yukardan kafama bırakan kargaya gülüp, bacaklarıma sürünen kedinin anlattıklarını tercüme eden fısıltı da. Tam yirmi gündür tek bir cümle söylenmedi kulaklarıma. Derdimi kiminle paylaşsam bilemiyorum. Acaba normal bir durum mudur? Ara ara herkesin başına gelir mi? Gayet normal olduğunu, hatta fazlasıyla doğru olduğunu düşündüğüm bir arkadaşıma çıtlattım durumumu hafiften.
-Zihnim pek suskun bu aralar…
-Huzurlusun demek ki, kafanı kurcalayan problemin yok. Şanslısın.
-Pek sayılmaz, öykülerim de kayboldu zihnimden, içimdeki ses silindi sanki.
-Ne sesi? Ne öyküsü, insanın aklında çözemediği dertlerinin dışında ne olabilir ki?
-Olmaz mı?
Sustum başım önümde. Niyeyse kendimi normal biriyle kıyaslıyorum, haddime mi? Bak, hiç ses duymuyormuş. Ben de öykülerim kayboldu diye dert yanıyorum. Adamın hiç hikayesi olmamış bile, içi hep boş. Deliyim ben ve başka bir deliye sormalıyım bu durumu. Çeviriyorum numarasını, kesin bana yardım edecek, bu işleri bilecek kadar delidir o çünkü. Yanıt veriyor çağrıma, konuya doğrudan giriyorum, dolanmak yok etrafında.
-Hımm, boş sayfa sendromu olmasın, hani korkarsın beyaz sayfadan? Bir de şöyle düşün, sonsuzluktur aslında karşındaki, binlerce yazılası şey arasında ne zamanki seçersin birisini, o zaman sınırlanır kağıdın. Ve artık o sınırlar içinde sonsuzsundur. Ve onlar seni özgür kılar, o zaman sesin sana anlatmaya başlar.
-Ne kağıdı ya, yazı yazmam ki ben. Hem, hiç ses yok diyorum, kağıttaki o boşluk değil sorun. Çünkü ortada boş sayfa falan yok, sadece içim sustu.
-Yazmıyor musun? Küstürmüş olmayasın sakın Gevezeni?
-Küser mi?
-Küser tabi, dinlemeyi bırakırsan anlatmaz olur doğal olarak. Sen hiç seni takmayan bir arkadaşınla dertleşir misin?
-Yok, yapmam. Demek o yüzden, demek yeterince dinlemediğim için. Ah, keşke …
-Keşkeleme, yolunu bulursun sen onu geri kazanmanın, düşün bir…
-Sağol arkadaşım, tanıdığım en deli adamsın.
-Rica ederim ne demek, gurur duydum.
Belki de sorun budur, zavallı Gevezem anlattı, anlattı, baktı ki, bende tık yok, dinleyip geçiyorum, hatta bazen oralı bile olmuyorum, pes edip sustu. Madem dedi, öykülerimi dinlemeye, saklayıp başkalarına anlatmaya değer bulmuyorsun, o zaman susarım, daha da kötüsü çeker giderim. Eyvah, başka birinin başına musallat olmasın şimdi bu?
Halbuki her lafı aklımda, her sözcük, noktası virgülüne. Gevezem hatırlar mısın şu kaçak kadını? Hani kızını arıyordu, sonra peşinde adamlar vardı. En son yerin altında bir laboratuardan kaçıyordu, hamileydi daha , orada kısıldı kaldı şimdi. Daha bir ad bile koyamamıştık. Sen gidince yarım kaldı. Tıpkı Hayrettin Bey ile kedisi Sürmegöz İhsan gibi. Sürmegöz’ün katli ve Hayrettin Bey’in intikamı bence bitirilmeyi hak ediyorlar. Ayrıca her gece başımın etini yiyor adam, ne halta onu yaratıp bu musubet kadını da komşu diye koymuşuz yanına. Ya beni silin ya da bu kadını ortadan kaldırın diyor, artık dayanamıyormuş. Şimdilik gönlünü alıp her şeyin düzeleceğini söylüyorum ona, ama senden halen bir ses yok. Geri dön de kurtaralım Hayrettin Bey’i komşusu Beyhude Hanımdan. Hem sadece o mu? Ölü eski sevgilisiyle her gece sohbet edip hayatı sorgulayan zavallı kadıncağız da çalışma odasında kalakaldı. Öğrencileri derse bekler, kocası salona. Bir de ona aşık öğrencisi vardı hani, işte o gelip soruyor öğretmenini. Çok merak ediyormuş, beni kandıracak aklınca, bilmiyor muyum neden sorduğunu hocasını. Ama çaktırmadım, gelecek yavrum bekleyin dedim. Geleceksin değil mi, dönüp tüm bu yarımları bütünleyeceksin. Hadi ama naz yapma, söz veriyorum yazacağım artık. Boşuna çene yormamış olacaksın. İtiraf et iyi bir ikiliydik. Sadece tembeldim, kabul. Ama düzeleceğim söz, ne olur?....
Bir şey mi dedin? Efendim? Zeytinağacıaltı Cumhuriyeti mi olsun öykünün adı? Tamam tabiî ki olsun, yakışır. O zaman sahile dikelim bir zeytin ağacı. Artık Hayrettin Bey’in dikili bir ağacı var. Altında güneşlensinler sonra, peki Beyhude Hanım? Dur bir dakika hemen kağıt alıp geleyim, dönüşünü kutlayalım beraber, hoş geldin Gevezem yuvana, hayat getrdin…
Zeytin Ağacı Altı Cumhuriyeti
Hayrettin Bey, güneşli ve berrak bir öğle vakti, deniz manzaralı terasında, ayaklarını uzatmış, az bir peyniri meze yaptığı rakısını yudumluyordu. Görünüşte her ne kadar……………………………………………

Başa Dön