‘’Babaaa! Anaaa!’’ diye bağırıyordu çocuk. Içerdekiler duydukları bağırtı üzerine kendilerini evden dışarıya attılar. Çocuk seğirtip bahçeye girdiğinde; “Çarli abimi dövdüler, hem de feci şekilde…’’ deyip yineleyip durdu. Soluk soluğa kalmıştı, ter içindeydi.
‘’Kim dövdü Çarli abini?’’ diye sordu baba.’’Türkler dövdü…’’Baba ortalığa bir avuç küfür savurdu.’’Herkes hazırlansın!’’ diye bağırdı sağa sola. ’’Çingene’lerin kim olduklarını dosta düşmana gösterelim!" Etrafına sürekli emirler yağdırarak.’Tez gidin diğer evlere de haber salın.’’
Kısa sürede olayı duyan, eline odununu sopasını kapıp geldi. Bahçe bir anda mahşeri bir kalabalığa büründü. Çarli de geldi usulca kalabalığın arasına sızdı. Kafası gözü sarılıydı, mintanı kan içindeydi.
Babanın bir komutuyla kalabalık harekete geçti. Çarli’yi feci bir şekilde dövenler bir kahvehanede kıstırıldı, odun, sopa ve bilardo istekalarıyla bir güzel dövüldü,ve böylece Çarli’nin intikamı alınmış oldu. Kazanılmış bir zafer nidasıyla herkes evine döndü,ardından sessizce kapısını kapattı…
Ama bu sessizlik kısa sürdü; kurşun sesleri böldü sessizliği… Evler kurşunlanıyor, taşlanıyordu. ''Öldürelim, buradan sürelim!'' bağırtıları geceye karışıyordu. Çingeneler ne olduğunu, neye uğradıklarını anlayamadan saldırıya uğradılar,önce kahvehaneleri ardından evleri, çadırları yakıldı ateşe verildi. Her yandan alevler yükseliyordu. Bu yetmezmiş gibi, bir de hoparlörden ırkçı belediye başkanının kışkırtıcı sözleri yangını daha da körükledi. Yangın büyümeye devam ediyordu. Alevler tüm ilçeyi kuşatmalıydı. Kuşattı da…
Sürülmeliydi Çingeneler, Romanlar ilçenin dışına çıkarılmalıydı. Temizlenmeliydi tüm ilçe ''yabancılardan''.Öyle de yapıldı. Irkçı belediye başkanının sözleri bunda önemli bir rol oynadı. Sonrasında yeminler edip inkâr ettiyse de…
Çingeneler yanlarına alabildikleri mallarıyla canlarını zor kurtardılar. Kaçtılar aslında arkalarına bakmadan, yerlerinden yurtlarından oldular… Evleri hala taşlanıyor, bıraktıkları malları yağmalanıyor, yakılıyor yıkılıyordu…
Vali, kaymakam ve Emniyet Müdürü yangını karanlığın içinde seyrediyordu. Gecenin zifiri karanlığında sessiz sedasız ortadan kayboldular.
Oysa kaç asırdır Çingeneler bu ilçede yaşıyordu. Birlikte yaşıyorlardı üstelik. Ama Çingeneler örgütsüzdü, dağınıklardı, onları bir araya getiren bir dernekleri bile yoktu.
Düğün işleri, çalgı-çengi bunlardan sorulurdu. Hurdacılık, süpürgecilik, temizlik işleri Çingenelerin vazifesiydi sanki… Elbette Çingeneler biliyorlardı ayrımcılığa uğradıklarını. İkinci hatta buçuk millet olduklarını. Biliyorlardı yemek yemeyen çocuklara ’’yemezsen seni Çingenelere veririm.’’dendiğini. Yine çocuklara ''uyumazsan bak Çingeneleri çağırırım.’’diye korkutulduklarını.
Ama Çarli’nin babası farklıydı, kendisini en azından farklı görüyordu; devlete hizmet etmişti, etmeye de hazırdı. O iki askeri faşist darbeye tanıklık etmiş, bu darbeler sayesinde hatırı sayılı paralar kazanmıştı üstelik. Nasıl mı? O bir cellâttı. Önce gencecik insanların boynuna yağlı urganı geçirip ardından idam sehpasının altındaki iskemleye tekmeye atan bir cellâttı hem de. Gerçi o hiçbir zaman iskemleye tekme atamamıştı. Boyunlarına yağlı urgan geçirilen Faşizmi işkencede, cezaevlerinde dize getiren bu devrimci gençler ona bu fırsatı vermemiş, İdam sehpasının altındaki iskemleyi yine kendileri tekmelemişlerdi.
Gerçi fazlaca anımsamıyordu bu anları. İçtiği fazla esrardan kafası dumanlanmış, dikkati dağılmış ve kendini bilemez bir haldeydi zaten. Hem esrarı çekmeden gencecik insanları nasıl yollayabilirdi ki darağacına…
Cellâtken saygın biri sayılırdı. Devlet yetkilileri severdi onu, adam yerine konulurdu. Esrarına varana kadar her şeyi tedarik edilirdi. Yoksuldu, paraya ihtiyacı vardı. Geçim derdiydi işte! Hem o yapmasa, bir başka Çingene ortaya çıkar o yapardı.’’Neden bu pis işleri Çingeneler yapardı hep? ‘’diye düşünmedi önceleri. Hatta Hz. İsa’yı çarmıha geren, ellerine ilk çiviyi çakanın bir Çingene olmasını önemsemedi. ’’Ülke elden gitmemeli, vatan bölünmemeliydi!’’ Bunları yapan düşmandı, komünistti! Bunları yapanları cezalandırmak ve ipe yollamak sevaptı. Onurlu bir işti. En son bin dokuz yüz seksen dört’te iki devrimciyi ipe yollamıştı; Hıdır Akgün ve İlyas Has…
Bir gün öncesinden evinden alınmış görevlilerce, Buca Cezaevine getirilmişti. Esrarını bir güzel çekip, gerçekle düş arasındaki sınırda sızmışken, iki gardiyan tarafından koluna girilip kaldırılmış, doğruca sehpanın kurulduğu avluya götürülmüştü…
Önce İlyas Has, Buca kapalı cezaevinde ardından Hıdır Akgün Burdur cezaevinde çıkarıldı idam sehpasına. Sloganlarla haykırdılar isyanlarını, kustular öfkelerini Emperyalizme, faşizme ve onun uşaklarına… Boyunlarına asılı olan yağlı ilmik bile engelleyemedi bu yiğit iki devrimci gencin haklı haykırışını… Yıldızlar utandı, ay yüzünü sakladı.
Her on yılda bir darbe oluyor, askeri faşist cunta yönetime el koyuyordu. Sonrası malum, herkesçe biliniyordu. Fakat zaman şaşmıştı sanki darbe görünürlerde yoktu. İşsiz kalmıştı Çarli’nin babası. Şimdi tüm bunları bir karakolun nezaretinde düşünüyor ve kendisini sorguluyordu. Devletin yeri geldiğinde her şeyi nasıl kullandığını ve zamanı geçince bir mendil gibi bir kenara fırlatıp attığını, sonrasında tanımamasızlıktan geldiğini daha iyi anlıyordu. Şimdi daha iyi anlıyordu kimin halkın dostu kimin bölücü olduğunu… Ama dağınıktılar, bir güç olmadıklarının farkındaydı.
Mazgalın sürgüsü dışarıdan itilerek açıldı. Bir polis memuru gözünü mazgala dayayıp;’’ gözün aydın.’ dedi karanlığa seslenerek.’ Bir torunun olmuş’’ Sevindi. İçine bir ışık doluştu birden. Yüreği aydınlanıverdi. ‘’Adettendir büyüksün ‘’ diye devam etti polis. ‘Oğlanın ismi ne olsun? ‘’ diye’ soruyorlar sana.’’ Hiç düşünmeden söyledi, aslında isyanını haykırdı. ’’Hıdır İlyas koysunlar adını.’’ Polis memuru ismi beğendi hemencecik. Kendi kendine yorumladı. ’’Güzel bir isim…'' dedi. ''Üstelik bir peygamber ismi, değil mi ?’diye sordu.
‘’Sen öyle san ‘’ diye geçirdi içinden. Başını nezarethanenin duvarına yasladı. Soğuktu duvar. Ürperdi, içi üşüdü. ’’Özür dilerim her ikinizden, Hıdır ve İlyas’’ dedi, ardından duvarı yumruklamaya başladı. ’’Sizin boyunuza ipi geçirdiğim bu ellerime lanet olsun.’’ diye bağırdı, yüreğinin en derinden…