Öküzün rengini dışında, insanın rengini içinde ara. -Mevlânâ |
|
||||||||||
|
Thales felsefede çığır açan -Dört İlke- öğretisinin ilk ayağı olan „Su ilkesini“ I.Ö. VI. yy’da ortaya atmıştır. Bu felsefe ile ilgili olarak Aristo tek bir yargıdan söz eder: "Her şeyin kaynağı sudur, bir başka deyişle her şey ıslak bir maddeden yaratılmıştır.” Yaşadığı dönemlerde Mısır yaşam biçimini inceleme fırsatı bulan Thales, Nil Nehrinin taşkınlarından sonra bitki ve hayvan populasyonunun birdenbire şaşılacak derecede artmasına, doğanın kara bir toprak renginden rengarenk gökkuşağının yeryüzündeki yansımasına dönüşmesine tanıklık etmiştir… Suyun varlığı ile doğanın yeniden doğuşunu ilişkilendiren Thales’in bütün varlıkların temel ilkesi su’dur öğretisinin ilhamı, seher vakti güzel kokulu bir kır çiçeğinin topraktan doğuşunu izlerken gelmiştir. Evet, su yaşamın kaynağıdır. Soluduğumuz havada, doğar doğmaz içtiğimiz ilk sütte, Mona Lisa tablosunda, gözyaşımızda, çocukluğumuzun renkli oyun hamurlarında, çizdiğimiz doğa resimlerinde rastlarız suya, denize, okyanusa... Ayda yaşamın olup olmadığını araştıranlar bile öncelikle su var mı diye bakıyorlar, su varsa hayat da vardır diyorlar. Neden mi, çünkü vazgeçilmezidir yaşamımızın su! Ne yazık ki artık zorunda olarak vazgeçiyoruz sudan, tüm su kaynaklarımız olağanüstü hızda tükeniyor, suyu gramla satın alacağımız günler kapıda! Doğa ona yaptıklarımızın intikamını mı alıyor yoksa başta biz mi ona çok acımasız davrandık bilinmez ama Orhan Veli`nin "Hava bedava, su bedava... Bedava yaşıyoruz, bedava..." dediği günlerin üstünden çok zaman geçmemesine rağmen artık su bedava değil. Deniz suyunu arıtarak halkına satan zengin ülkelerden biri olan Dubai’de bile dört litre benzine karşılık sadece bir litre su alınabiliyor. Yani artık zenginlik de kar etmiyor, doğanın sınırsız gücü karşısında... MÖ 3000 yılları civarında gerçekleştiği düşünülen Nuh Tufanı’nın ana teması Mezopotamya’da bulunan büyük bir uygarlığın suların altında kalarak tarihe karışmasıdır. Nuh`un Gemisinin kalıntılarına Ağrı Dağı’nda rastlandığı rivayeti ve Ağrı’nın 5137 metre yüksekliği ile Türkiye’nin en yüksek dağı olduğu göz önüne alınırsa hemen soru işaretleri beliriyor aklımızda... Nereye gitti bu kadar su ya da nereden geldi bu kadar su? Türkiye’nin Mezopotamya uygarlıklarının yaşadığı alanları da içine aldığını bilmemiz bu rivayete yeni kanıtlar sağlıyor, düşünmeye başlıyoruz... Dünya liderlerini çevre bilincine karşı uyarmak isteyen Greenpeace üyeleri bizden önce düşünmüş olsa gerek ki; şimdiden Ağrı Dağı’nın zirvesine Nuh’un gemisinin benzerini inşa etmeye başlamışlar.Lanetli birer dünya köyü bireyi olmaya devam ediyoruz gün be gün...Her birimiz doğa suçlusu... Her gün insan kaynaklı 2 milyon ton atık suyu akarsu, göl gibi temiz sularımızın damarlarına bir zehir misali enjekte etmekle başladık işe ve bu şekilde doğal varlıklarımızı yok etmeye tam gaz devam ediyoruz.Yetkililer uyarıyor; petrolsüz milyonlarca yıl yaşadık ama susuz birkaç gün bile dayanamayız diyerek... Sadece 40 yıl sonra vücudumuzun yiyeceklerden aldığı zehri vücuttan atmak için alması gereken su miktarı %50 artacak, ama o zaman da gereken suyu bulamayacağız... Musluklarınızdaki sızıntıları engelleyin, bulaşıklarınızı tasarruflu makinelerde yıkayın, arabanızı yıkamayın silin, az akıtan duş başlıkları kullanın, meyve ve sebzelerinizi çeşmeden akan su yerine uygun bir kapta yıkayın, çiçeklerinizi buharlaşmanın en az olduğu sabah vakitlerinizde sulayın diyerek uyarıyor halkı su işleri müdürleri... Fakat kaçımız bu uyarıları dikkate alıyoruz? Bir zamanların BM Genel Sekreteri Boutros GALİ, “ Geleceğin savaşları politik nedenlerden değil, su için çıkacaktır” demişti, savaşı göreceğimiz günler yakındır... İlk su tanrısı Phorcys hüzünle bakıyor geçmişe, su perileri artık adlarının bir anlam taşımadığını düşünüyor, güzelliklerini gördükleri su akmıyor... Apollon’un çaldığı üç telli lirin sesi eşliğinde gürül gürül akan nehirlerin sesi yok artık, nehir yatakları kurumuş, akıntıya karşı yüzen sazanlar yüzemiyor bile... Göller kurudu, gözyaşları kurudu... Doğanın kurumasına ağlayan Kızılderililer yok artık, onlar da kurudu, kurutuldu beyaz adamlar tarafından! Yağmur duaları da büyüselliğini yitirdi... Modern bilimin de dediği gibi yaşam suda başlamıştı, ne yazık ki susuz devam edeceğiz bundan sonra... Nuh Tufanı tersine döndü, uygarlıklar sular altında kalıp yok olmuştu, biz ise susuzluktan yok olacağız ve bize yaşlı gözlerle bakan doğa ben sizi uyarmıştım diyecek toprak altındaki bedenlerimize hitaben... Düşünceleriniz mürekkep iziniz olsun, Hoşça Kalın!
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Didem Deştioğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |