Gerçeği arayan bir insan, öncelikle her şeyden gücü yettiğince kuşku duymalıdır. -Descartes |
|
||||||||||
|
yelkenlerim. Bir sen anlarsın Kaptan, bir gemi olup da hiç yüzememenin ne bahtsızlık olduğunu. Yaralı atları vururlar ya hani, alınlarının tam ortasından. Ancak atları anlayanlardır onları vurabilenler... O, yüzebilen gemilerin kampanalarından gelen mağrur sesle ruhumun ezildiği yosun kokulu şehirden alıp beni, bu denizi ve martısı olmayan bozkırın ortasına getirdin ya sessizce, ne diyeyim Kaptan; büyük adamsın... Buraya geldiğimden beri zaman ileri doğru değil içeri doğru işliyor sanki. Bu yüzden bilmiyorum ne kadar vakit geçti. Canım yanmıyor eskisi gibi ve anlaşılmaz bir huzur var içimde. Denizsizliğe mahkum edilmiş bir maket değil de özel bir göreve çıkmış savaş gemisi gibi hissediyorum kendimi. İnsanlar bana karşı bilinçsizce saygılılar. Eve gelen misafirler bile beni görünce, okuyamadıkları ama ilahi olduğuna inandıkları için hep yüksek yerlerde tuttukları kutsal kitaplarını görmüş gibi oluyorlar. Derinliklere hasret bu geminin içinde taşıdığı derinlik, hükmediyor onlara. Sessiz ve suâlsiz selamlıyorlar bu kutsiyeti, kimliğini ve kimsesizliğini hiç sorgulamadan. Kimliğini ve niceliğini sorgulayamadıkların kutsaldır zaten, nedenine ve nasılına hükmedemediklerin... Ve derinlik aslında dipsizliktir ya da en azından görünmeyen bir dip... Biliyorum Kaptan, sen aslında onu merak ediyorsun. Anlıyorum seni, senin beni anladığın gibi... O da anlıyor seni, inan bana, ama anlamak her zaman yetmez ve bazen de hiçbir şeydir. İstediğin oluyor Kaptan, o mahzun gözleriyle herkesten farklı bakıyor bana ve hatta bakamıyor. Herhalde bundandır yanında götürmeyişi beni... Bu derinlik, bu başkalık onun yüreğine vurgunlar veriyor Kaptan, bu yüzden kaçıp berraklığın kollarına bırakıyor gözlerini. Dipsizliğe dalmak kolay değil be Kaptan! İnanmayacaksın ama sayenizde artık ben de yüzüyorum. Mahiyetini bilmediğim bir deryada yüzüyorum; kâh senin gönlünün derinliğinde kâh o dipsiz gözlerin enginliğinde... Arada bir geliyor buraya. Bazı geceler uyumak için çok uzun geliyor ona da senin her gecen gibi. Karanlığın içinde bana baktığını duyumsuyorum. Binlerce karanlık göz içinde onunkini hemen ayrımsıyorum, nasıl oluyor da oluyor anlamıyorum! Kendinden bile saklayarak kaçamak bakışlarını –bu bakışlar o gözlere hiç yakışmıyor- kimsesizliğe bıraktığı seni arıyor karanlıkta. Bazen de birdenbire ellerine alıyor beni pervasızca, iç isyanlarının baskısıyla. Parmak izlerinizin vuslatına şahit oluyorum o vakitlerde. Alev alev oluyor gözleri, kızarıyor yüzü. Belli ki parmaklarının ucunu yakıyorsun. Biliyorum Kaptan, seninde alazlanıyor yüzün. Ne fayda ki o tutamıyor ateşi elinde, sen içiyorsun alevleri. Ah be Kaptan, kendi içinden çıkan lavlar yakar mı bir volkanı? O da ne? Biri girdi salona. Hayır, o değil. İnci Hanım bu. Annesi. İyi bari, elinde toz bezi yok. Sehpanın üstündeki gazeteyi aldı, gidiyor işte. İnci Hanım bazen diğer biblolarla birlikte beni de temizliyor da. O vakit çok canım yanıyor. Engin denizlerin ıslaklığını bir toz bezinin kısırlığında hissetmek çok koyuyor bana. Ah be Kaptan, hakkettiklerimizi vermiyor işte hayat bize her zaman ve biz sebepleri sorgulayamıyoruz. Hele bir yeltensek hesap sormaya, biliyoruz ki alacağımız cevaplar bizi kendi iç dipsizliğimize götürecek. Bu yüzden sadece biliyoruz ve inanıyoruz ki uğruna feda olduklarımız hep kutsal şeyler oluyor, aynı anda kaybettiğimiz gerçekliğimize aldırmıyoruz... Ben meselâ dibi boylayacağımı bilsem de tanışmayı göze alırım denizle. Kaybedeceğim suretim , oldum olası hasretini çektiğim sîretimi kazanmak adına hiç oluverir gözümde!... Yıllar önce seni alıp kaptan yapan bu gemiyi terk etmeyeceksin sen de, biliyorum Kaptan. Seni engin denizlerle tanıştıranın bu gemi olduğunu biliyorsun ve görüyorsun şimdi sana “atla” diye tempo tutan hayatın karaya çıkınca boynuna dolayacağı yaftaları. Vefasızca kurtulup sessizce ölmektense bu derinliğin en dipsiz yerine gömülmek istiyorsun. Mezar taşı olmayan bir mezarı çoktan kabul etmişsin sen zaten, deniz ölülerine mezar taşı dikilmez ya hani. Sahi Kaptan, niye dikilmez? Ah be Kaptan, tanıdığım en büyük kaptansın inan bana. Benim gözümde seni yücelten şey ise asla insanların gözünde seni yücelten ile aynı değil. Ben senin benliğinde taşıdığın ve kimsenin bilmediği büyük sırrına güveniyorum. Yüzme bilmeyen kaptan istese de terk edemez gemiyi ve bu yüzden ‘en’ kaptandır. Kimse bilmiyor ve tahmin de etmiyor senin gibi bir kaptanın yüzme bilmediğini. Ben mi nereden biliyorum? İç güdüsel bir şey be Kaptan. Tamam, aramızda kalacak,söz!.. Zil çalıyor. İnci Hanım’ın misafirleri var galiba. Yakındır, o da gelecek, hissediyorum. Parmakların alevlenince Kaptan, unutma, parmak izlerinizin vuslatına şahitlik ediyor olacağım ben. O da nesi? Misafirlerden biri beni fark etti. Bak, yine o tanımlayamadıkları saygı var gözlerinde, görüyor musun? Hoşuna gitmişim, ilginç bir şeymişim. İnci Hanım beni tanıtıyor hayranıma: “-Bizim kıza bir arkadaşı almış doğum gününde. Bana da çok ilginç gelmişti. Denizciymiş çocuk galiba!...”
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © muharrem samanlı, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |