Milli egemenlik öyle bir nurdur ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar batar, mahvolur. -Atatürk |
|
||||||||||
|
Sıradanlaşmış olarak sana kaç kere yazdığımı unuttum.Artık hatırlayamıyorum seni, yavaşça, aylar içinde yıllar, yıllar içinde birkaç anı, anıların içinde de sen gittin, kayboldun.Biliyorum şuan sana yazmamın ne kadar anlamsız ve sığ olduğunu.Seni tanıdıktan sonradan beri ne kötü şey yaşadıysam uzaklardaki sana sığındım, sen hissetmedin belki, belki de hissettin. Hep acaba aklının ucundan geçiyor muyum diye düşünmüşümdür, hala düşünmüyorum. Bir aralar senin gibi biri ile asla tanışamayacağıma ve aslı aynı hisleri hissedemiyeceğime inanmıştım, hala inanmıyorum. Herkesin hayatı ağırdır bana göre. Bazılarının evreninde yer çekimi dünyada olduğu gibi bir değildir sadece. Olayın bundan ibaret olmasının kimine göre konu ile hiç alakası yoktur oysa, çünkü onlar çoktan tutunuyordur. Bir açıdanda kendimin çok fazla tutunduğuna ve kendimi kurtarmak için nefes nefese bile kaldığıma yemin edebilirim ki normalde olması gereken bu mudur aslında ? Durumun sadece sen olmadığını anladığımda her şey için çok geçti, kanıma işlenmişti bir kere. Babaannemin annesinde beyin küçülmesi varmış, sadece eski şeyleri hatırlama hastalığı imiş. Bunu daha yeni öğrendim ve kafamda şimşekler çaktı ardından biri yıldırım gibi çok yakınıma düştü. Acaba bende bu hastalıktan mı müzdariptim. O kadar farklı ve acayip miydi ? Sanki lise yıllarıma hapsedilmiş gibi hissediyordum. Üniversiteye giderken bile aklım benimle oyunlar oynuyordu. Kapıdan girdiğimde o hiç tanımadığım ve tanıyamacağım sınıfta bir tek sen varmışsın gibi, kapıya saygı gösteriyordum. Çünkü hakettiğini sanmıştım. Gerçekte ve anılarda o kapıyı kapatırken kapı hep hüzünle gıcırdıyordu, her seferinde bir kere olsun arkama bakmamı sağlıyordu. Şimdi ise o çok sessiz ve arkamdan hep umutla bakıyor. Onun duygularının değişmeside tabiki hemen olmadı, çok uğraştım. Ve asıl beni yoran şeyin de bu olduğunu çok sonradan öğrenecektim, çok küfürler etmiş olacaktım ona. Ölüme yaklaşmanın beni senden uzaklaştıracağını hiç düşünmemiştim, taki kaza yapana kadar. Aklımdan geçmediğin anın sadece kaza anında olduğunu kazadan birkaç gün sonra farkettim.Ve buradan bir çıkış yolu bulabileceğim fikrine kapıldım. O zamanlar normal bir insan olduğumu düşünmüyordum. Sonra bir gün ölüme kendi isteğim ile yaklaşmak istedim fakat yapamadım, yapamayacağımı biliyordum. Bu olaydan sonra benimde herkes gibi normal biri olduğumu hissetmeye başladım, daha sonrada olacaktım. Yani bilemiyorum ve şüpheleniyorum, başından beri normal miydim ? Bir şeyin olmamasının da bir nimet olabileciğini küçüklüğümden beri biliyordum, çünkü böyle öğretilmişti. Çünkü sadece varoluş yoktu bu sıçtığımın dünyasında,yok oluş denen gevşek ve yavşakça bir şeyde vardı. İnsanları kalpsiz dostları gibi sırtından yavaşça ve soğukça sızıp sırtını yolan bir şeydi ve izi uzun sürelerce kalabiliyordu. Bu bizim çocukluğumuzda olan cipslerin içinden çıkan kağıt, kalitesiz, hemen soyulan ve kanser yapabilen geçici dövmelere bile benzemiyorlardı. Çok daha kötüsüydü bunlar. Oğuza Atay abimizin anlattığı gibi etrafımda tanıdığım tutunamayanın sadece ben olduğunu düşünüyordum. Keşke hayatım boyunca öyle düşünüyor olsaydım. Günlerden bir gün hava soğuktu, annemin giyme artık şunu dediği, yine annemin tabiri ile üzerimde eriyen sweatimi giymiştim o gün. Arkadaşımın arka bahçede bilim programını andıran güzel bir mekanı vardı, oraya gitmiştik. Söz de bilim yapacaktık, ama muhabbet ediyorduk sadece. Birden telefonum çaldı. Kuzenimdi, çabucak gelmemi ve babama da haber vermemi söyledi. Gidip yengemi öyle bulunca kanlar içinde, ilk bakışta etrafımdaki tutunamayanın yengem olduğuna hemen karar kılmıştım. Amcamı kapıda görünce kollarımla sardım onu, bağırıyordu ‘ne oldu ‘ diye. Herkes, tüm sülalemiz olay yerine ilk ben geldiğim için direkt beni buluyordu. ‘ne yapmış’, ‘ölmüş mü’, ‘kuzenlerin nerede ‘ sorular art arda geliyordu, bense cevap vermek yerine hepsini amcama yaptığım gibi kollarıma alıyordum. Bayılanlar, çığlık atanlar, içeri girmek isteyenler. Sanki o gün yengemin kendini öldürmesi ile tutunduğuna inanmıştım fakat çok sürmedi o inanış. Bazende ben tutunabileyim diye kendini feda etmiş olabileceği fikrine kapılıyordum. Zor günler geçirmiştim. O aralarda tekrar uçmuştun aklımdan, ölümün sayesinde sanırım. Çünkü yine yaklaşmıştım ölüme. Neredeyse bir sene olacak yengemin ölümünden. Ve sana geçen aya kadar ulaşamıştım. Çoğu aşk hikayelerinde olduğu gibi ölüm mü ayırmıştı bizi ? Yoksa her şey bir oyun muydu ? tehlikeli olanından… Yine ölüm mü birleştirecekti acaba bizi diye düşünürken, dedemin aniden ölmesi doğal ve normal bir işaret miydi ? Bence sorular insanı hayata bağlayan yapıtaşlarından en önemlileri. Onlar olmasaydı bu zamana kadar hiçbir insan ampülü, yer çekimini, uzayı, masayı, çakmağı, televizyonu ve ardından kumandayı, sandalyeyi, kalp rahatsızlıkları için kalp pilini, küllüğü, önlüğü, ve bıçağı bulabilir miydi ? Bulsa bile bunları kötü emeller için kullanılabileceğini biliyor olur muydu ? İnsanlar kalp diye bir organın varlığını ilk öğrendiklerinde, ilk gördüklerinde, onun bir insane ihanet edip öldürebileceğini biliyor muydu ? Dedemde bilmiyordu, bilmek istemiyordu belkide. Bilmek istememekte kalplerin zoruna gitmişte olabilir. Ve oda yıllar önce kendini imha edeceğinin ilk sinyalini vermişti aslında. Her şey bundandı. Kendi elmalarının içindeki kurtlar olduğumuzdandır ki, odama geçmiş oturuyordum. Elimde birkaç ders notu onları anlamayı başarabilecekmiş gibi okuyordum. Bu kadar çaba yüzünden de uyuyakalmıştım. Yine o telefonlardan biri gece içinde, herkesin uyuduğu vakit acı acı çalıyordu. Hastaneye gittiğimizde yolladığımız ambulans hala gelmemişti. Dedemi gördüğümde kalbini tutuyordu, yıllardır onun varlığına inanmayan adam o gün tüm gücü ile neredeyse onu göklere çıkararak ona saygı duyuyordu. Bunun için artık geç olduğunu dedemde biliyordu biz de biliyorduk fakat denemekten kim ölmüştür ki. Ağrısı olduğu için birkaç dakika konuşabildik ama o konuşmada bile hayata tutunduğunu en edebiyatsız insan bile anlardı. Bir anda ortalık karıştı, annem ağlayarak çıktı yanından. Tam yarım saat hiç nabız alınamadı ama yine başardı ve kalbi bir anlığına kendini imha etme arzusundan vazgeçtiğini düşündürmüştü dedeme ve bana. Başka bir hastaneye aldılar dedemi ve bir gün sonra yine telefon çaldı. O sırada memlekitimi tepeden gören bir yerde acı çekiyordum. Dedem, babamın babası, ölmüştü. Ölümlerden ölümlere aklıma gelmenin kendim için bir başarı olduğunun kanısındayım. Her zaman seni sevmiş olmamın, sana ulaşmanın dışında başka bir amacı olduğunu düşünen ben, hayatının her anında yanında olabileceğimi düşünen bir sen ile iki dost gibi muhabbetler edebileceğimiz hayatlara… Sevgiler ile Hasanberk
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Hasanberk Sökmen, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |