“Bir yıl kadar oluyor,” diye başladı söze adam. “Bir yıl kadar önce hissettim bu tuhaflığın başladığını. Önemsemedim önceleri… Alt tarafı kahve yapmak için yaktığım çaydanlığın altını açık bırakıp çıkmıştım evden. Ya da ne bileyim iş yerinde para kasasının üzerinde dalgınlıkla unuttuğumu düşündüm anahtarlığı… Kül tablasında tek nefes alıp bıraktığım sigaraları söylemiyorum bile. Onları da yenisini yakınca fark ederdim… Bineceğim otobüsün hat numarası, ineceğim durağın ismi... Sonra bu unutmaların fazlasıyla sıklaştığını fark ettim… Ütüyü prizde, yemeği ocakta, oğlumu okulda, karımı yatakta unuttum… Ben bu durumun psikolojik olduğunu düşünsem de sorun nörolojikmiş… Lanetlendim beyler anlayacağınız… Yaşadığım bu hayattan memnun olmadığımı söylememe gerek var mı size? Durun! Sakın bana sahip olduklarımdan bahsetmeyin… Hepsinin farkındayım çünkü. Her zaman hepsinin farkındaydım. Annem babam başımda… Ev kiram yok bir kere… Bana çok aşık, güzel bir karım, zeki bir çocuğum var değil mi? Borçlarım da bitti üstelik... Ne kadar da şanslıyım. Ben gerçekten çok şanslı bir adamım… Yaşadığım bu hayatta asıl şanssız olanlar hayatıma bir şekilde dahil olmak zorunda kalan insanlar aslında… Şanssız olan annem… Şanssız olan babam… Şanssız olan karım… Oğlum… En şanssız olan o… Ablam, kardeşim… Bana selam vermiş olan herkes şanssız… Hayatlarına girdim bir kere... Sizler de acayip şanssızsınız be... Hiçbiri beni unutamayacak… Hiçbiriniz beni unutamayacaksınız… Yiğit… Yiğit belki bu konuda diğerlerinden biraz daha önde olabilir… İhtimal dahilinde… Ama o ihtimal gerçek olsa bile uzun bir süre acı çekeceğini ön görüyorum… O benim oğlum. Aslanlar gibi çekecek acısını... Aslında sorun hiçbir zaman etrafımdaki insanlardan kaynaklanmadı. Siz, hepiniz bir şekilde ayak uydurmayı başardınız hayata… Şartlar neyi gerektiriyorsa öyle davranabildiniz bir şekilde… Kim bilir? Belki siz de acı çekiyorsunuzdur? Umurumda değil benim… Acı mı çekiyorsun? Bunu anlamam için belli etmelisin? Ben başka türlü anlayamam… Neyse onu göstermelisin bana. Dolaylı yoldan anlamam ben. Direkt yüzüme vurmalısın! Aklından neler geçtiğini düşünebilirim belki ama ona inanamam ben. İnanamam çünkü bilirim kimsenin benim gibi düşünmediğini… Siz öğrettiniz bana bunu… Yalan mı? Saçma sapan değil mi benim düşündüklerim? Açık açık söylemezsen bana, benden seni anlamamı beklemen senin aptallığın olmaz mı? Bana siz öğrettiniz… Öğrendiğim her şeyi unutacağım… Öğrettiğiniz her şeyi unutacağım… Bu duruma sevinen bir yanım yok değil ama aynı zamanda kahrolmamak elde de değil… Nasıl bir hayvan olduğumu unutacak olmak kulağa hiç fena gelmiyor… Aklımdan geçen her şeyi dile getirseydim eğer, susmasaydım oturduğumuz masalarda, harekete geçseydim bir gün bir anda, kimse bakamazdı bir daha yüzüme… Sınıfın sessiz çocuğuydum ben, unutmuş olamazsınız ya… Ama Yiğit var… İçinizde en şanssız olan o işte… Siz bir şekilde devam edeceksiniz yaşamlarınıza biliyorum ama o ne yapacak bensiz? Ona ait olduktan sonra hayatım değişmedi değil… Ama kurtulamadım yine tuhaflığımdan… O uyuduktan sonra yalnız kaldım bu sefer… Ben de uyumalıydım onunla birlikte… Uyusaydım düzelirdim belki… Fırsat vermedim kendime beyler… Olmadı işte. Onu uyutup kendimle yalnız kaldım… Siz bu masadan kalkıp karılarınızın, sevgililerinizin koynuna girince benden kurtulabilirsiniz ama ben kurtulamadım kendimden karımın koynunda bile… Herkesi uyutup kaçtım kendime… İyi de bok yedim… Ne olurdu uyusaydım Yiğit’ten önce? Ne olurdu kalkmasaydım o yataktan uyuttuktan sonra karımı? Beni neden benimle baş başa bıraktınız? Neden beklemediniz önce benim uykuya dalmamı? Neden izin verdiniz düşünmeme? Siz çok da güzel beceriyorsunuz… Bana düşünmemeyi neden öğretmediniz? Tüm bunların hiçbir önemi yok ama… İçiniz rahat olsun… Hiçbirini hatırlamayacağım… Ne düşündüğümü… Ne düşündüğünüzü… Konu siz olduğunuzda sorun yok. Canımı yakan tek nokta Yiğit… Neden biliyor musunuz? Benim sayemde dünyaya geldiği için mi? Hayır! Bana baba dediği için mi? Hayır! Neden biliyor musunuz? Beni ben olduğum için, beni olduğum gibi kabul eden tek insan o olduğu için… Ona tüm bildiklerini ben öğrettiğim için… Ne kadar da aptalım… Böyle bir kötülüğü öz evladıma nasıl yapabildim? Ona benim gibi düşünebilmesi için nasıl fırsat tanıyabildim? Ona bana hak vermesi için nasıl da bahane verdim? Beni anlamasına nasıl da müsaade ettim? Onu nasıl da zehirledim? Onu bencilce nasıl da kandırdım böyle… Beni ben olduğum için bir tek o sevdi gibi hissettim ama ben… Bana, söylediğim sözler için, konuştuğum kelimeler için, öğrettiğim bilgiler için saygı duyan bir tek o vardı… Bu saygıyı onun bilgisizliğine borçlu olduğumun yeni yeni farkına varıyorum… Kimse bana onun gibi bakmadı biliyor musunuz? O bana hayran, ben ona… Zehirledim mi Muhammed, ben şimdi öz oğlumu? Söyle bana Doğan, ne bok yedim ben? Nasıl diyeceğim ben ona şimdi karşısına geçip bir süre sonra onu tanımayacağımı? Bana baba diye seslendiğinde ona cevap vermemek ne anlama geliyor biliyor musunuz? Ona öğretmemi beklediği o kadar çok şey var ki? Sorduğu sorulara nasıl cevap vereceğim ben, fikriniz var mı beyler? O bana her seslendiğinde kestim ben herkesin sözünü. Şimdi tanıyamayacağım sesini bile... Ben bunu istemiyorum… Tamam, ona bensiz yaşamanın nasıl bir şey olduğundan da bahsetmedim ama o kalkar bunun altından. Bulur o merak ettiklerine cevap bulmanın bir yolunu ben yanında yokken de… Beni saklayın beyler… Beni onun karşısında onu tanımayan bir yabancı olarak bırakmayın… Canı acıdığında, hasta olduğunda, üzgün olduğunda, âşık olduğunda, mutsuz olduğunda hiçbir tepki vermeden duramam onunla aynı evde... Ölü gibi... Cesedimi bırakmayın onun gözü ününde. Onu tanımazsam yaşıyor sayılmam ki zaten. Bu yüzden beni gömmeniz lazım… Ölüyorum ama cesedimi hiçbir toprak kabul etmeyecek... Dönüştüğüm şeyin sizin için çok büyük bir problem olmayacağını biliyorum… Beni tanıyan herkes bana pek konuşkan olmadığımı söylüyor. Oysa ben hep düşünüyordum. Bilmiyorlar ki, düşünmek sürekli kendinle konuşmaktır. Hepinizden daha çok konuştum ben. En gevezenizden daha gevezeyim aslında ama beni hiç duyamadığınız için hiçbir muhabbetinize ortak olamadım. Bu sebeple siz çok yadırgamazsınız bu durumumu ama o çok üzülür... Konuşmayın sakın! Bir anda ortadan kaybolduğumda da üzüleceğini düşündüğünüzü bilmiyor muyum sanıyorsunuz? Üzülecek elbet. Hangi durum daha hafif hasarla atlatılır dersiniz peki? Bana seslendiğinde ona cevap verememek mi bir ömür yoksa bana sesleneceği mesafenin dışına olmam mı? Göz görmeyince gönlün katlanmadığının da farkındayım. Ne büyük yalan ama! Katlanmaz, yaşadım, biliyorum... Göz görmeyince gönül daha öfkeli olur sadece. Ben yokken de ihtiyacı olan tek şey bu zaten. Öfke onu dinç tutacaktır. Olması gerekenden daha erken büyümesini sağlayacaktır...”
Masada büyük bir sessizlik hüküm sürmeye başlamıştı adam konuşmayı ara verdikten sonra. Doğan, okuduğu birkaç kitabı hatırladı adamı dinlerken. Muhammed’in hatırına gelen bir anısı yoktu konu ile ilgili ama fazlasıyla tesir etmişti bu cümleler adamın ruhuna. Uzun zamandır hissetmediği kadar mutsuz hissediyordu kendini. Galiba ilk kez çocukluk arkadaşının yerine koymaya çalışmıştı kendini. Düşünce gücü önemliydi. Sadece düşünerek kendini iyileştiren insanlar olduğunu okumuştu gazete haberlerinde. Bu durumun tam tersi de mümkündü o zaman pekâlâ... Kendine ait olmayan bir derdi düşünerek de mutsuz olabilirdi insan. Düşünerek hasta olmak da mümkündü...
Sigaralar yakıldı peş peşe hiçbir derdin çaresi olmadığı biline biline... Sigara yakmanın şifa aramakla ilgisi de yoktu zaten. Bu eski bir haberleşme şekliydi sadece. Ciğerlerinden çıkıp havada süzülen duman bir imdat çağrısıydı çoğu kez. Günümüzün sorunu bu dili anlayan kimsenin kalmamış olmasıydı... Dumanla haberleşme tedavülden kalkalı çok uzun yıllar geçmişti… Ağızlardan çıkan tek şey sigara dumanıydı uzun süre. Masada oturan üç adamın da ayrı ayrı yardıma ihtiyacı vardı. Peş peşe yakılmış sigaralardan çıkartılmış dumanla istenilen sessiz yardım çağrısına kimsenin karşılık vereceği de yoktu. Sıkıntılı bir durum karşısında kurtuluş fikri ilk Muhammed’in aklına gelirdi oysa her zaman ama bu kez o da bilmiyordu ne yapılması gerektiğini. Hasta adam masaya, Doğan, Muhammed’e, Muhammed de etrafına bakınıyordu...