Hiçbir kış sonsuza dek sürmüyor, hiçbir ilkbahar uğramadan geçmiyor. -Hal Borland |
|
||||||||||
|
1 Orta yaşlı göstermesine karşın daha 35’inde olan, saçları seyrekleşmiş,yüzündeki mimik çizgileri derinleşmiş Çağatay her zamanki gibi Pazar sabahı alışkanlığını tekrarlamaktaydı,küçük kızı mutfakta kahvaltıyı hazırlarken o eşortmanlarıyla televizyon karşısında zapping yapıp izlenmeye değer bir şeyler aramaktaydı. “Of her yerde magazin programı,kusacağım artık”diye söylendi. Daha sonra kanalları değiştirmeye ve söylenmeye devam etti. Bir anda kumandaya hükmedemedi. Gözü bir kanala takılıp kalmıştı. Ekranda 30-35 yaşlarında bir bayan ve 60’larında aristokrat görünümlü bir bey dansetmeydi. Haber spikeri: ” Serper ailesinin en mutlu gecesi. Amerika’da yaşayan güzel kızının ülkeye dönüşünü büyük bir partiyle kutlayan sosyetenin gözde estetisyeni Kenan Serper kızıyla bütün gece dansetti.” Sunumuna aldırmadan belki de ilk defa gerzek bir dedikodu programına rayting katkısı yapmaktaydı. Dans eden kızın 10 yıldır görmediği üniversite arkadaşı Eylül Serper’di. “Hala mutlu olduğunda gözlerini kırpıp dudaklarını ısırıyor, saç stilini değiştirmiş,hala göğüs dekoltesini seviyor.” Diye içinden geçirdi. Ne zaman Eylül’ün göğüslerine bakarken yakalansa Eylül’ün “Çok ayıp.” Deyip kırmızı hırkasıyla dekoltesini kapatışını hatırlayıp gülümsedi. Kızı babasını uzun zamandır bu kadar mutlu görmediği için mutfak kapısından meraklı gözlerle seyrediyordu. Çağatay gayri ihtiyari belki de göz alışkanlığı yine göğüs dekoltesine zum yaptı. Aniden ayağa fırlayıp koltuktan kalktı kumanda elinden düşmüş ve gözleri fal taşı gibi açılmıştı. “Aman Allah’ım bu taktığı benim hediyem.” Eylül kuğu zarifliğindeki boynunda beyaz akik taşlı, damla desenli gümüş çerçeveli bir kolye taşımaktaydı. Geri koltuğa oturduğunda geçmişe daldı. 2 Mezuniyet partisine iki gün vardı. Eylül’ün o gece giyeceği kıyafet için Eylül ve Çağatay terzide son prova için beklemekteydi. Eylül kıyafetini giyip Çağatay’ı soyunma odasına çağırdı. Eylül’ün üzerinde beyaz uzun bir tuvalet vardı. Omuzları askılı, hafif göğüs dekoltesi ve sol yanında derin bir yırtmaç ile 17. yüzyıl Fransız kadınlarına benziyordu. Eylül saçlarını elleriyle arkaya toplayıp, gözlerini bir kere kırpar ve dudaklarını dişlerinin arasına alıp ısırdı. Çağatay’a dönüp: “Beğendin mi canım?” “Çok güzelsin ama mükemmellik için bir şey eksik” deyip cebinden Eylül’ün meraklı bakışları arasında hediye kutusundan kolyeyi çıkarttı. Eylül’ün kuğu zarifliğindeki boynuna taktı. O an elektrikler kesildi. İki sevgili soyunma odasında aynadan birbirlerinin gözlerine baktılar. Eylül parmaklarıyla kolyeyi okşayıp arkasına döndü. Çağatay karanlığın bile kapatamadığı bu güzellik karşısında salyalarına hakim olmaya çalışmaktaydı. Eylül beklenmedik bir güçle sevgilisini duvara dayayıp Çağatay’ın yüzünü ellerinin arasına aldı. “Bunu seni sevdiğim sürece takacağım yani sonsuza dek” deyip onu öptü. Öpüşme sonrası Çağatay gözlerini Eylül’ün gözlerinden kaçırdı. 3 Üniversitenin ikinci yılında etrafına kişiliğiyle kabul ettiren ve başarılı bir öğrenci olan Çağatay kız arkadaşıyla buluşmak için işletme fakültesinin kantininde çay sırasında beklemekteydi. Çay ve poğaça aldıktan sonra kantinin giriş kapısının sağ tarafına gelip oturacak yer aradı gözleriyle. O anda yüksek bir ses duyup başını çevirdiğinde ince askılı mavi body giyen bir kızın beden eğitiminde okuduğu üzerindeki eşortmanlarından belli olan bir erkeğe yumruk attığını gördü. Daha sonra arkasını dönen kız Çağatay’a doğru şimşek gibi hızlı adımlarla yürütmekteydi. Olayın şaşkınlığıyla gideceği yönü şaşıran Çağatay kızın yoluna çıkttı. Kız Çağatay’a çarpıp elindeki çayı onun en sevdiği kazağına boca etti. Çağatay kızın gözlerine sinirli bir şekilde baktığındaysa kız: “Ne yoluma çıkıyorsun. Eşkıya mısın? Çekil yolumdan.” Diye Çağatay’ı azarladı. Çağatay bozulmuş ama cevapta vermemişti. Kız hızla kapıdan çıkarken Çağatay sinirle elindeki poğaçayı sıktı. 4 Ertesi gün Çağatay Teknik Resim dersinden çıkıp işletme fakültesine geldi. Arkadaşları ve kız arkadaşı ile kantinde bir masada otururken gözünü kapıya dikmiş bekliyordu. Sohbete hiç katılmıyor sadece kapıya bakıyordu. Bu halde yaklaşık bir saat bekledi. İçeriye dün çarpıştığı kız girdiğinde şeytansı bir gülümseme yapıştı dudaklarına. Aniden ayağa kalkıp eline bir saattir içmeyip beklettiği çayını da alıp kıza yöneldi. Kantinin ortasında arkadaşlarıyla sohbet eden kızın omzuna sol eliyle dokunup: “Pardon” dedi. Kız arkasını döner dönmez sağ elindeki çayı beyaz bodysine döktü. “Eşkıya değil ama çok kinciyim.”dedikten sonra cebinden bir kağıt parçası çıkarıp kıza uzattı. “Senin bok ettiğin kazağımı buraya verdim. İyi temizliyorlar.” Deyip kızın eline kağıdı tutuşturup zafer kazanmış bir komutan edasıyla tekrar arkadaşlarının yanına yöneldi. Kız şaşırmış ellerini başının hizasına kaldırmış Çağatay’ın arkasından bakıp durumu anlamaya çalıştı. Durumu Çağatay’ın arkadaşları ve kız arkadaşı da anlamamıştı. Çağatay oturduğunda “İyi ki yumruk yemedik.” diye içinden geçirdi. Gülümsüyordu. 5 İlerleyen günlerde bazen şehir merkezinde,bazen kız arkadaşını almaya geldiğinde ders çıkışında ve sık sık da İşletme kantininde karşılaştıklarında birbirlerine gözleriyle selam vermeye başladılar. Betül (Çağatay’ın kız arkadaşı) sıklıkla Çağatay’a: “Sen Eylül’e niye böyle bir şey yaptın. Çok iyi bir kız.” Diye sorsa da Çağatay: “Yok bir şey” deyip geçiştirmişti. Bu arada kızın adının Eylül olduğunu da öğrenmişti. “Güzel isim. Sonbahar kadar güzel bir kız.” Diye düşündü bir an. 6 Şubat’ın 10. Hava karlı ve dışarıda ayaz vardı. Betül’ü almak için saat 4’de İşletme Fakültesi’ne gelmiş ama onun arkadaşlarıyla yemeğe şehir merkezine gittiğini öğrenmiş olan Çağatay durakta 30 dakika sonra gelecek olan otobüsü bekliyordu. Burnu kıpkırmızı olmuştu soğuktan. Çağatay içinden Betül’e söylenirken birden önünde burnuyla aynı renkte Peugeot 106 durdu. Kapı açıldı. İçeri bakan Çağatay Eylül’ü gördü. “Hadi gel bırakayım. Yoksa kardan adam olacaksın burada.” “Etrafta çay yok di mi?” “Yok meraklanma.” Deyip gülümsedi Eylül. “Temizleyici gerçekten iyiydi teşekkürler.” Diye devam etti Eylül. “Bir şey değil” Muhabbetin devamında havadan sudan konuştular. Mümkün olduğunca kibar ve diplomatik kelimeler çarpıştı muhabbette. Telaşlı ve ürkekti ikisinin de bakışları. Ortak olan tek konuları olan çarpışma ve çay olaylarından suçlayıcı veya sorgulayıcı hiç konuşmadılar. Çağatay ilk defa Eylül’ü yan gözlerle süzdü. “Mini yakışmış, bacakları güzel.” Diye içinden geçirdi. Gözlerini yavaş yavaş yukarı kaldırdığında Eylül ile göz göze geldi. Yakalanmıştı. Utanıp gözlerini yan cama çevirdi. Daha sonra hiç konuşmadılar. Çağatay’ın evinin önüne geldiklerinde Çağatay arabadan inip uzaklaşırken Eylül de arabadan indi. Çağatay’ın arkasından seslendi. “Artık tanışsak. Adım Eylül. Seninki nedir.” Aslında ikisi de birbiri hakkında yeterince bilgi öğrenmişti ortak arkadaşlarından. Çağatay bu son atağa aldırmadan apartman kapısından içeri girdi. Eylül beklemediği bir soğuklukla karşılaşmış ve şaşırmıştı. Çağatay hiç yapmayacağı şekilde teşekkür bile etmeden belki yakalanmanın utancının verdiği eziklikle inmişti arabadan. “Ne kaba çocuk. İnsan bir teşekkür eder. Salak.” Diye içinden geçirdi Eylül. 7 Şubat’ın 14’ü. Sevgililer gününde bir partide Çağatay Betül ile dans ederken gözleri Eylül’ü aramaktaydı. Onu görüp yanına gitmek istese de Betül romantizm emen vampir gibi Çağatay’a kene gibi yapışmıştı. Sonunda Eylül’ün tuvaletlerin bulunduğu bölüme gittiğini görüp; “Tuvalete gitmem gerekli.” Bahanesiyle masadan kalktı. Bayanlar tuvaletinin kapısında beklerken ani bir kararla içeri girdi. Dış kapıyı kilitledi. Eylül’ün tuvalette işini bitirmesini beklerken bu yaptığı çok salakça geldi kendine. Vazgeçmek için kapıya yöneldiğinde Eylül ile göz göze geldi. Artık kaçmak için çok geçti. Eylül Çağatay’dan daha şaşkındı. Çağatay kendini toparlayıp Eylül’ün bu şaşkın halinden yararlandı. Onun elinden tutup belini kavradı. “Adım Çağatay,dans edelim.” İçeriden Sezen Aksu eşliğinde tuvaletten yayılan kokuya aldırmadan dansettiler. Müzik bittiğinde Eylül Çağatay’ın gözlerine bakıp. “Ellerimi yıkamam gerekli.” Dedi. Bu büyülü anı dans edip makyajını tazelemeye gelen dişi grubun sesleri bozdu. Çağatay ellerini kaldırıp. “Gitmem gerekli.” Deyip arka pencereden dışarıya çıktı. Bu arada pantolonu bir yere takılıp hafifçe yırtılmıştı. Eylül ne yapacağını bilmeden kapıyı açıp sinirli bakışlara aldırmadan. “Takıldı sanırım.” Deyip ellerini yıkamak için lavaboya yöneldi. Aynada kendine baktığında yüzünde tatlı bir tebessüm asılıydı. 8 Çağatay ilerleyen günlerde kız arkadaşına aldırmaz olmuştu. Betül durumu hissetmekte ama anlam verememekteydi. Kantinde Çağatay Betül ile oturup diğer arkadaşlarıyla sohbet etmekteydi. Ama gözü sık sık gözü kapıya takılmaktaydı. Eylül içeri girdiğinde gayri ihtiyari Betül’ün elini bırakıp uzaklaşmak istedi. Ama yanındaki arkadaşının ayağına takılıp yere düştü. Yere düşerken masanın örtüsünü de çekmiş ve üzerindeki çaylar yeni temizlettiği kazağına dökülmüştü. Herkes bu duruma gülerken Çağatay ile Eylül’ün gözleri çakıştı. Eylül gülmemekteydi. Dudakları bir şeyin var mı manasında hareketlendi. Çağatay hayır anlamında başını salladı. Eylül arkasını dönüp elindeki afişleri panoya asmak için kantinin diğer tarafına yöneldi. Betül Çağatay’ın elinden tutup kalkmasına yardım etti. Gülmemek için dudaklarını ısırıyordu. “Çağatay bu kazağını yeni temizletmemiş miydin. Sanırım bu kazak sana pek şans getirmiyor.” Deyip elindeki selpakla Çağatay’ın yüzünü temizlemeye başladı. 9 Ertesi gün afişe bakan Çağatay Kapadokya Gezisini ve düzenleyenler arasında Eylül Serper ismini görüp sevindi. “İşte şans.” Diye etrafta Eylül’ü aramaya başladı. Eylül’ü bir sınıfta kayıtlarla uğraşırken buldu. İlk defa Eylül’ün göğüs dekoltesine baktı. “Küçük ama yarımay şeklinde. Tam aradığım.” İçinden geçirerek yaklaştı. “Merhaba bir kişilik yer first class olsun” Eylül başını kaldırıp, gülümsedi. “Betül gelmiyor mu?” Çağatay bozulduğunu belli etmemeye çalıştı. “Hayır rahatsız. Ben yalnız gideceğim.” “İyi şuraya adını,bölümünü,telefonunu üf al işte bir sürü ıvır zıvır doldur. Ben biletini keseyim. 40 milyon alayım.” Bileti kesip parayı aldı. Alırken gözlerinde hınzır bir bakış vardı. Çağatay bunu fark etmiş ve hiç hoşlanmamıştı. 10 Yolculuk günü Çağatay etrafı kolaçan ederek Eylül’ü ararken bir anda Betül boynuna sarıldı. “Canım çok tatlısın. Demek bu geziyi sürpriz yapacaktın. Bende yalnız gidiyorsun diye sana kızgındım. Allah’tan Eylül biletimi getirip beni beklediğini söyledi.” Otobüse bindiğinde Çağatay’ın suratı asılmış ve ilk defa bir kadını yumruklamak istemişti. Eylül karşısına çıktı. Gayet alaycı bir ses tonuyla. “Birbirine yakışan iki sevgili için romantik bir gezi. Yerleriniz burası buyrun. First class.” Betül gece 12.30’a kadar ya arkadaşlarıyla şarkı söylemiş ya otobüsün koltuk arasında göbek atmıştı. Çağatay ise koltukta oturup yeni somurtma teknikleri keşfetmeye çalışıyordu. Saat 1 ‘e doğru Betül uykuya daldı diğerleri gibi. Eylül de şoförün yanından kendi yerine Çağatay’ın hemen yanındaki iki koltuktan cam kenarındakine oturdu. Geçerken önce Çağatay’ın omzunda uyuyan Betül’e baktı sonra Çağatay’a korkunç bir bakış attı. Şoför ışıkları kapatmış içerisini sadece dışarıdaki sokak ve yol lambalarıyla araba farlarından yansıyan ışıklar belli belirsiz aydınlatıyordu. Çağatay hafifçe sırtını cama dayadı. Yan koltukta uyuyan Eylül’ü seyrediyordu. Binerkenki öfkesi gitmiş yerine hayranlık ve haz almıştı. Yine gözü Eylül’ün göğüs dekoltesine kaydığında kendinden utandı. “Bari bu halde azma hayvan. Baksana karşında uyuyan annemin masallarında anlattığı Kaf dağının ardındaki prenses.” Saat 3’e doğru Eylül gözlerini araladı. Etrafa uykulu gözlerle bakarken Çağatay’ın keskin bakışlarıyla karşılaştı. Biraz baktılar birbirlerine. Eylül’ün bakışları da yumuşamıştı.Yüzlerine yansıyan ışık kırıntıları yardım ediyordu bu bakışmalara. Eylül cep telefonunu çıkarıp mesaj yazıp gönderdi. Çağatay’ın ki akabinde titredi. “Bütün gece beni mi seyrettin.” Cevabı basitti Çağatay’ın mesaj yazıp yolladı. “Evet.” Nefes alışlarını duyuyorlar ama konuşmadan birbirlerine bakıp mesajlaşıyorlardı. “Kazağını temizletmişsin yine.” “Bu en sevdiğim onsuz olamam.” “Sana yakışıyor.” “Bunu neden yaptın.” “Bilmem, bir kere de ben seni şaşırtmak istedim.” “Bu gezide başka planlarım vardı.” “Aklından bile geçirme.” İkisi de mesaj yazmayı bıraktı. Zaman kavramını etraflarındaki insanlara aldırmadan şoförün radyosundan Haluk Levent eşliğinde gözleriyle birbirlerini defalarca yaraladı. Gözler kaçmıyor ama teslimde olmuyordu. Bu savaş saat 7’de Betül’ün kıpırdanmasıyla bozuldu. Eylül başını çevirmeden koltuğa koyup hafifçe gözlerini kapadı. Çağatay kısık gözlerle hala baktığını görüyordu. Betül “Günaydın Canım.” “Günaydın Betül.” “Çağatay çok mutluyum.” Deyip öptüğünde Eylül sırtını bu sahneye dönüp bir parmağını dişlerinin arasına aldı. Dışarıyı seyretmeye başladı. 11 Mükemmele yakın bir geziydi. Bir çok doğa harikası gezip akşama doğru bir yer altı şehrini gezmek için yine mola verildi. Bir insan boyundaki ana girişten geçtikten sonra bir hole çıkılıyor oradan içerilere ancak yarım insan boyundaki tünelleri ördek yürüyüşüyle geçip belli bir mesafeden sonra yanlarda birçok oda, kilise hatta mezarlık olan komple bir şehre ulaşmışlardı. Çağatay, sevgilisi ve Betül’ün (Çağatay’ın deyimiyle Abazan Kız Kurusu Sürüsü) arkadaşları önlerde giderken Eylül en arkada bu harika yapıtları elinde bir elma şekeri ile inceliyordu. Kendini küçük bir kız gibi hissediyor ara sıra saçlarını iki yana sallayıp elma şekerini yalıyordu. Betül arkadaş grubuyla bir kiliseyi incelemek için sağ odaya girdiğinde Çağatay hafifçe grubun arkasına kaydı. Boş karanlık bir odaya girip Eylül’ü bekledi. Oda rutubet kokuyor yukarıdan hafif bir ışık süzülüyordu. Eylül geçerken kolundan tutup içeriye çekti. Eylül’ün şaşkınlığı geçmeden aceleci bir öpüş kondurdu dudaklarına. Eylül’ü duvara dayadığında Eylül bu ela gözleri tanıdı gülümsedi. “Elma şekeri yer misin?” “Dilber dudağını tercih ederim.” Diye karşılık verdi Çağatay. Eylül Çağatay’ın sıcak nefesini yüzünde hissetti. Hoşuna gitmişti bu yumuşak dokunuş. Çağatay yine öpmeye başladı. 5 saniye sonra tek taraflı olmaktan çıkıp ikili bir çalışmaya dönüşmüştü. Birbirlerine hünerlerini gösterdiler ürkütmeden. Eylül’ün dişlerindeki,damağındaki, dudaklarındaki ve dilindeki elma şekeri tadı öpüşmeyi çocuklaştırıyordu. Sanki evcilik oynayan ,filmlerden etkilenip öpüşmeyi deneyen iki yaramaz çocuktular. Bu sıcacık ortamı Betül ve Canan’ın sesleri bozdu. Çağatay’a sesleniyorlardı. Çağatay telaşla odadan çıkmak istedi ama Eylül onu elinden çekip başparmağını diliyle ıslatıp dudaklarındaki ruju temizledi. Çağatay dışarıya çıkıp 2 metre yürüdüğünde Betül ve Canan ile karşılaştı. “Of Çağatay nerelerdeydin. Kayboldun sandık. Korktum.” Çağatay bir şey söylemedi. Hala afyon içmiş gibi dalgın bakışlarla şaşkın şaşkın yürüyordu. 12 Akşam otele geldiklerinde Çağatay hala o küflü odadaki elma şekerli kızı onun dudaklarını hayal ediyordu. Odalarına çekildiler Çağatay elinde sigara camdan dışarıyı dalgın dalgın seyrederken Betül banyo yapıp içeriye geldi. Çağatay’ın arkasından sarıldı. “Yatağa gel. Biraz kötü kız olmak istiyorum.” Sevişiyorlar ama ne zaman öpüşmek istese Betül Çağatay dudaklarını kaçırıyordu. Gece saat 2’ye doğru Çağatay hafifçe yataktan çıkıp üstüne bir tişört ve eşortman alıp kapıyı açıp çıktı. Büyük holü geçip bir balkona çıktı. Bir sigara yakıp hafif esintiye karşı yüzünü çevirdi. Hafifçe kollarıyla bedenini sardı. Üşümüştü. Arkasından bir el omuzlarına kırmızı bir hırka bıraktı. “Seviştikten sonra rüzgara çıkmak seni hasta eder.” Eylül Çağatay’ın elindeki sigarayı alıp bir fırt çekip geri verdi. Ay ışığında rüzgarla salınan saçları, üzerinde ince mini bir gecelikle bütün güzelliğiyle Eylül yanında duruyor. Ufka doğru yan yana durup baktılar bir süre. Sessizliği Çağatay bozdu. “Uyuyamadın sanırım.” “Uyku tutmadı. Yatak çok boş geldi bu gece.” “Sevgili yapman çok kolay olmalı. Okulun en gözde bekarısın.” “Gereğinden fazla kolay. Sadece bekarlar mı bazıları da harem kurma peşinde.” Sustular. Birbirlerine bakmadan ufka bakmaya devam ediyorlardı. Çağatay sigarasından son bir nefes çekip hayaya fırlattı. “Gel benimle.” Deyip Eylül’ü kucağına aldı. Onu odasına götürüp yatağına usulca bıraktı. Üstünü örtüp yanına oturdu. Saçlarını okşadı. “Masal anlatmamı ister misin? “ Eylül gözlerini kısıp dudaklarını ısırdı. “Yorganın altına gel.” Yorganın altına girdiğinde Eylül iyice sokuldu Çağatay’a. Göğsüne yattı. Çağatay bir eliyle Eylül’ün saçlarını okşarken diğeri yorganın altında Eylül’ün ki ile kenetlendi. Çağatay uzun süreli sıkıntıların verdiği ağırlık ve yorgunlukla uykuya kaldı. Bunun bir rüya olmadığını sabah 6 da uyandığında anladı. Yanında bir melek uyuyordu. Eylül’ün telefonunu komidinin üzerinden alıp açılış mesajını değiştirip kapattı. Odadan çıkıp kendi odasındaki sevgilisi Betül’ün yanına uzandı. Eylül 8’e doğru uyandığında etrafına bakındı telefonunu alıp açtı. Gülümsedi. Açılış mesajında “Aramızda bir şeyler var/Benim söyleyemediğim/Senin korktuğun/Günaydın elma şekeri” yazıyordu. 13 Okula döndüklerinde Çağatay için hayat iyice sıkıcı olamaya başlamıştı. Betül ilişkilerinin düzeldiğini hatta ciddileştiğini düşünüyor. Çağatay’ın evinden ve yanından hiç ayrılmıyordu. Çağatay ise Eylül’e yakın olmak için fırsat arıyordu. Bu kampanadan kurtulduğu tek yer Kültürel Cezaevi diye nitelediği ve mahkumların gönüllü olarak kaldığı kütüphaneydi. Betül sıkıldığı için gelmiyordu çünkü konuşmak yasaktı. Çağatay elinde sadece gözleri yoran bir kitapla bu huzurun tadını çıkarırken Kütüphane memurunun sesiyle irkildi. “Koçum ben yemeğe çıkıyorum. Bir saat sonra gelirim. Anahtar kapıda. Buralar sana emanet.” “Tamam Rauf Abi. Keyfine bak.” Tekrar kitabına döndü. Beş dakika sonra kapı açıldı. Çağatay başını kaldırmadan: “Kütüphane kapalı.” İnce tanıdık bir ses yanıt verdi. “Biliyorum o yüzden geldim.” Çağatay başını kaldırdığında elinde tepside iki çay taşıyan Eylül’ü gördü. Eylül tepsiyi bırakmadan kapıyı kilitledi. Çağatay’ın yanına geldiğinde: “Tüh bu kez kazak giymemişsin çaylar boşa gidecek desene.” “O zaman içelim bari.” Çaylar içilip bitinceye kadar derslerden, hocalardan hatta futboldan bile bahsettiler. Çağatay Eylül’ün elindeki çayı alıp uzağa koydu. Eylül’ü elinden çekip kucağına oturttu. Bir eli belindeyken diğeri ile bacaklarını usulca okşadı. Eylül Çağatay’a bakıp: “Bir şey soracağım. Neden ben.” “Basit. Güzel bir araban,harika bir vücudun, üstelik zenginsin.” “Çok kötüsün.” “Ha bir de beni çıldırtan göğüslere sahipsin.” “Çok ayıp” deyip hırkasıyla dekoltesini kapatmak istedi. Çağatay boynunu öperken Eylül’ü engelledi. Hırkasını ve bodysini çıkarttı. Sutyenini omuzlarından usulca aşağı kaydırdı. Bütün güzelliği ile Eylül’ün göğüsleri karşısındaydı. Öpüşmeler dudaklarda başlayıp göğüslere kadar indi. Eylül’ü masaya oturtup mini eteğini yukarı sıyırdı. İç çamaşırını çıkarmak istediğinde Eylül ellerinden tutup doğruldu. “Daha fazla ileri gitmeyelim. Hazır değilim.” Deyip Çağatay’ı teselli edercesine öptü. Yemek saatinin bitmesine on dakika kala üzerlerini toparlayıp giyindiler. Eylül ıslak bir mendille Çağatay’ın boynundaki,dudaklarındaki ruj izlerini silip arkasını dönüp giderken Çağatay onu elinden çekip. “Çay için sağ ol.” Deyip dudağına bir öpücük kondurdu. Eylül kütüphaneden çıktı. Çağatay ise kitabı havaya atıp “Evet” diye bağırdı. Sonra kütüphaneyi hatırlayıp utanarak ağzını kapadı. 14 Aradan birkaç gün geçti. Çağatay ve Betül Betül’ün doğum günü için ufak bir cafede arkadaşlarıyla oturup kutlama yapmaya hazırlanıyorlardı. İçeriye Eylül genelde Beden Eğitim den oldukları kıyafetlerinden belli olan grupla girdi. Parti hızlanırken Çağatay Eylül ile göz göze gelmeye çalışıyordu. Eylül gruptan birine hararetli bir şeyler anlatıyordu kaşlarını çatarak. Delikanlı dansetmek istedi ama Eylül elinin tersi ile hayır anlamında salladı. Delikanlı Eylül’ün kolunu sertçe tutup çekti. Çağatay bu olaya daha fazla dayanamadı. Ayağa kalktı. Eylül bu durumu fark edip Çağatay’ın olay çıkaracağını anladı. Durumu engellemek için delikanlıyla dansetmek üzere ayağa kalktı. Çağatay dans pistinin ortasındaki ikiliye yaklaşıp. “Af edersin Eylül bana ders notlarını verecektin. Ne oldu.” “Görüyorsun Eylül ile dans ediyorum .” “Eylül demek kendine konuşan köpek aldın. Ne güzel. Çin malı mı bu?” Kavga başlamıştı. İki grup birbirine girmiş. Ağlayan kızlar ve yumruklar. Çağatay çok sağlam dayak yemişti. Ama onu en çok yaralayan Eylül’ün o kızgın bakışları oldu. Geceyi Çağatay ve daha sonra adının Sinan olduğunu öğrendiği kavga ettiği genç nezarette geçirdiler. Dükkan masraflarını karşılamak koşuluyla durumdan kurtulmuş ve tutanak tutulmamıştı. Çağatay 5 gün evden çıkamadı. Okulda ise kimse inanmıyor”Çağatay yapmaz hoca” lafları dolaşıyordu. Betül durumu sorduğunda Çağatay “Tuvalete giderken elemanın ayağına bastım o da sinirlendi orada olay koptu.” Dedi. Eylül ise soranlara “bilmiyorum” deyip başından savıyordu. Çağatay yaptığına pişman ama durumdan nasıl kurtulup en önemlisi Eylül’e kendini nasıl af ettireceğini düşünüp durdu. Telefonlarını açmıyor. Attığı mesajlara cevap vermiyordu. 15 Olaylar durulmuş. Çağatay okuldaki normal yaşamına dönmüştü. İşletme kantinine geldiğinde Sinan’ı ve Eylül’ü aynı masada arkadaşlarıyla gördü. Betül ve arkadaşları kantinin diğer ucundaki masadaydı. Eylül’ün bulunduğu masaya yöneldiğinden masadakiler ayaklandı yeni bir olay çıkar mı diye. Çağatay masaya gelip elini Sinan’a uzattı. “Özür dilerim. Olay tamamen benim suçumdu.” Sinan elini sıkıp. “Olur böyle şeyler unutalım.” Dediğinde Çağatay arkasını dönüp giderken Eylül’ün gülümsediğini gördü. Ertesi gün Teknik Resim bitmiş Betül’ü almak için İşletme kantinine gitti. Kantine girdiğinde cam kenarında Eylül , Betül ve Canan aynı masada oturmuş sohbet etmekteydi. Çağatay’ı görünce el salladılar. Masaya yaklaştığında Betül Çağatay’ı elinden tutup yanındaki sandalyeye oturttu. Çağatay Eylül’e “Neler oluyor burada”der gibi baktı. “Bak Eylül yine gezi düzenlemiş. Bu kez yer köprüye gidiyorlarmış. Bizi de çağırıyorlar. Gidelim. Lütfen lütfen lütfeeen.” Çağatay sinirli bir ses tonuyla. “Eylül hanım bizi çok düşünüyor.” “Birbirinize yakışıyorsunuz. Bizde ufak bir katkı yapalım dedik.” “Ben çay içeceğim. İsteyen var mı?” “Dikkat et de kazağına dökme.” Dedi Betül ve masadakiler gülüşmeye başladılar. “İçmezsek bizi de dövebilir biliyoruz ki arkadaş biraz asabi.” Diye ekledi Eylül. Gülüşmeler devam ederken Çağatay da gülümsemiş ve az önceki gerginliği üzerinden atmıştı. İlk başlarda gerginde olsa Çağatay bu doğa harikasına bayılmıştı. Sarp uçurumlar arasında ufak bir çağlayan ve altında 200 metre kadar ileriye giden mağara. Bir köylünün yardımıyla çağlayanın altına inen yolu bulmuştular. Ancak bir insanın sığabileceği bir delikten sürünerek iki metre kadar süren bir mağaraya oradan da kayalardan tutunarak aşağıya inen bir yoldu. Yerdeki yengeç, böcek ve kurbağaları gören bayanlar bu yolculuğa çıkmak istemedi. Erkekler de zaten bayanlar için oradaydı. Çağatay ise kasmış aşağıya inmek istiyordu. Kazağını çıkarıp çalılıkların üzerine koydu. Pantolonunu ve spor ayakkabılarını çıkardı. Bu arada grup yemek yemek için masaların bölgesine gitmeye koyuldu. Çağatay içeri girdiğinde mağaradan ürktü. Mağara ürkütücü olduğu kadar mistikti. Beş dakika sonra aşağıya inmiş şelaleden geçip mağaraya girdi. İçerisi cennet bahçelerinin aynadan yansımasına benziyordu. 150 mt kadar içeride pamukkale benzeri oluşum havuzları vardı. Yoğun şekilde tavanda sarkıtlar vardı. Onlardan damla damla akan su ılık bir ilkbahar yağmuru hissi uyandırıyordu. Çağlayanın sesi doğadaki bütün seslerden baskındı. Kayalara çarpıp mağarada yankı yapıyordu. Çağatay ilk defa kendisiyle baş başa kalmış huzur içindeydi. Sonra hep yapmak istediğini yapmaktan çekinmedi. Mağaradan içeri avazının çıktığı kadar bağırdı. “Ben Eylül’ü seviyorum. Ben Eylül’ü seviyorum. Seviyoruuuuum.” Arkasından ince bir ses karşılık verdi. “Son kararın mı?” Arkasını döndüğünde beyaz taytı çamura bulanmış, beyaz tişörtü iyice ıslanmış, saçlarının bir kısmı yüzüne yapışmış halde Eylül’ü gördü. Eylül Çağatay’ın yanına geldi. “Bana tişört ve tayt borçlusun.” Çağatay elleriyle gözlerine yapışan saç tellerini temizleyip elleriyle yüzünü okşadı. “Yine beni şaşırttın. Sinan’dan özür dilemen senin tarzın değildi. Anlayamadım.” “Basit elma şekeri. Özür dilemeseydim seni özür dileseydim kibrimi kaybedecektim. Seni kaybetmek istemiyorum.” Eylül gülümseyerek Çağatay’ın ellerini tutup içerilere çekti. Işığın kırılmasıyla oluşan gökkuşakları Eylül’ün saçlarında beliriyordu. Çağatay bir kayaya yaslanıp Eylül’ü belinden kendine çekti. Hafifçe tişörtünü çıkarttı. Sütyeninin kopçasını çözüp tişörtün yanına bıraktı. Yukarıdan damlayan su Eylül’ün yüzünden kayıp boynuna oradan göğüs uçlarına akıyor Çağatay oradan diliyle tadıyordu. Eylül de Çağatay’ın tişörtünü çıkarttı. Dudaklarını ısırıp Çağatay’ın yüzünü elleri arasına aldı. Bir süre öpüştüler. Çağatay dizleri üzerine çöküp Eylül’ün taytını iç çamaşırı ile birlikte çıkarttı. Bütün arı güzelliği ile sevdiği kadın karşısındaydı. Saf aşkın sesleri, iniltiler ve çığlıklar şeklinde iki sevgilinin dudaklarından döküyor mağarada yankı yapıp çağlayanın sesine yenik düşüp nehre karışıyordu. Eylül ilk defa seviştikten sonra bir erkeğe sarıldı ve kulak memesini hafifçe ısırdı. İçinden. “İnanmıyorum. Ben bu çocuğa aşık oldum.” Diye geçirip gülümsedi. Bir süre çıplak şekilde mağarada birbirlerine sarılıp çağlayanı seyrettiler. Bir saat sonra grubun yemek yediği yere geldiklerinde Betül’ün suratı asılmıştı. Sebebi Eylül’ün sırtında Çağatay’ın kazağının olmasıydı. Çağatay yukarı çıktıklarında vücudunun hatları ıslak elbiseden iyice belli olan Eylül’e: “Şunu giy göğüslerin kalçaların çok belli.” Deyip kazağını uzatmıştı. Eylül gülümseyerek. “Tekrar hoş geldin kaba Çağatay. Çok geri kafalısın Çağatay.” Demiş ama alıp giymişti. Sonra bir kadın dergisinin aşık erkek profili diye bir yazıdaki aşık erkekte sahiplenme ve koruma güdüleri üst düzeyde seyreder cümlesini hatırladı. Bu hoşuna gitti. Çağatay onu kıskanıyordu. Gezinin devamında Betül sevgilisiyle hiç konuşmadı ama elini de hiç bırakmadı. Fırtına öncesi sessizliği andırıyordu. Çağatay bilirdi bu Betül’ün huyuydu. Başkalarının yanında asla Çağatay ile tartışmaz ama evde canına okurdu. Çağatay eve geldiklerinde Betül’ün korkusundan banyoya kaçtı. Duşa girdikten beş dakika sonra Betül de geldi. Çağatay’ı öpmeye başladı. Kısa bir birliktelikten sonra iki sevgili yatak odasına geçtiler. Çağatay yatağa sırt üstü uzandı. Betül onun üzerine oturup göğüs kıllarını okşamaya başladı. Az önceki evcil kedi bakışı gitmiş avına saldıracak dişi bir aslan bakışı vardı gözlerinde. Çağatay kaçamayacağını anlamış kaderine razı olmuştu. “Onunla yattın di mi?” “Saçmalama Betül sadece mağarayı merak etmiş.” “Yalan” deyip göğüs kıllarından birkaç tane kopardı. Canı çok yanmıştı Çsağatay’ın. “O kazağı bana bile giydirmezsin, doğruyu söyle sırtındaki izler taze.” “Ne dememi bekliyorsun. Sen hükmetmişsin üstelik yargılamadan.” “ Seni seviyorum Çağatay ve o sürtüğe seni bırakmayacağım.” Deyip göğsüne yattı. Uyku kurtuluşu olmuştu Çağatay’ın. 16 İlerleyen günlerde Çağatay kendini yarı kapalı ceza evinde hissetmeye başlamıştı. Çevresinde ya Betül ya da Betül’ün arkadaşlarından birileri dolaşıyordu. Daha kötüsü Eylül’ü sık sık Sinan ile görmeye başlamıştı. Sabah okula Eylül’ün arabasıyla geliyor, kantinde sürekli kahkahalar atıyorlardı. Telefonuna da Betül el koyduğundan Eylül ile iletişemiyordu. Kafası allak bullak olan Çağatay’ın kalbine iki kadın ağır gelmekte ve ruhu sıkılmaktaydı. Eylül hayalindeki mükemmel kadın, Betül her zaman yanıdaydı. Sonunda bir karar vermek için İzmir’e kaçmaya karar verdi. Hafta sonu arkadaşı Ahmet’de kalıp bir karar verecekti. Bileti alıp akşam yatarken Betül’e İzmir’e gideceğini söyledi. İtiraz etmemiş döndüğünde evde olacağını söyleyip göğsüne yattı. Telefonunu da vermişti. Sabaha kadar evde dolaştı Çağatay. Sabahın ilk ışıkları güne merhaba derken tefonuyla Eylül’ü aradı. Açıktı ama uyuyordu sanırım. Durumu izah eden bir mesaj yazıp yolladı. Kompartımana oturduğunda Betül el sallıyordu. Aynı kompartımanı yaşlı bir çift ile paylaşıyordu. Erkek olanın çok gün görmüş acılar çekmiş hali yüzüne yansımış. Yüzü güneşten yanmış bu da alnındaki kırışıklıkları derinleşiyordu. Kadın ise yüzünde Anadolu’nun hüznünü taşıyordu. Ama kocasına baktığında dudaklarının kenarına bir tebessüm yapışıp kalıyordu. Araya çıkıp sigara yaktı. Konya’ya yaklaşmıştı tren. Yemek vagonuna yönelip hafif bir kahvaltı yaptı. Yemeği bittiğinde trende Konya’dan yeni hareket etmişti. Çayını içerken telefonuna mesaj geldi. “ Betül ile eşit değilim, seni kaybedemem. 3 nolu yataklı kompartımandayım.” Aceleyle verilen adrese yöneldi. Kapısını çaldı. Eylül dudaklarını ısırmış halde kapıyı açıp Çağatay’ı içeri aldı. “Çok mu kızgınsın Sinan ile dolaşıyorum diye.” “Ben” “Sözümü kesme Çağatay sadece Betül’ü yanıltmaktı niyetim.” “Kafam allak bullak Eylül.” “Biliyorum canım ama Betül uzun zamandır seninle. Şimdi tercih yaparsan onu seçer ben ise kaçamak olarak kalırım. Ara sıra sana yakınlaşabildim. Sana Eylül’ü tamamen tanıtamadım ki” “Sen kaçamak değilsin.” “Biliyorum ben senin elma şekerinim. Sen mağarada söyleyebildin. Artık ben de korkmuyorum.” “Gitmeliyim.” “Tamam” deyip sırtını dönüp kollarını kenetledi. Eylül’e doğru elini uzatmak istese de vazgeçip kompartımandan çıktı. Eylül bu durumu camdan görmüştü. Sevdiği adamın elinden kayıp gitmesini istemiyordu. Daha fazla kendini tutmadı gözlerinden damla damla yaşlar akmaya başladı. Çağatay kendi kompartımanına gelip oturdu. Dışarıyı seyrederken sessizliği yaşlı adam bozdu. “Yeğen bazlama yen mi? Benim avrat yaptı. Pek güzel yapar.” Teşekkür edip aldı. Sohbet koyulaştıkça Çağatay’ın yüreğine garip bir rahatlama geliyordu. Karşısındaki insanlar sıcacıktı. “Bey oğlum benim avradı ben kaçırdım. Bilyon mu? Az yormadı beni bu kadın.” Teyze utanarak gözlerini öne eğdi. “ Birbirimizi sevdik. Ama onu amca oğluna vermek istediler. Ben de toyum daha. Attım atımın terkisine. Çok sıkıntı çektik. Ama bir adamın aha böyle seven bir kadın oldu mu dünya omzuma binse çökertemiyor. Bak hala gözlerime baksa içim erir. Hayat kısa oğul sevdiğini tut ve bırakma.” Sigara içmek için dışarı çıktığında daha fazla dayanamadı. Eylül’ün kompartımanına gitti. Eylül kapıyı açtı. Gözlerinde yaş vardı. “ Geciktin” Çağatay içeri girip elleriyle Eylül’ün yaşlarını sildi. Eylül arkasını dönüp kompartımanın perdeleri yarım açık camından dışarı bakıp bir eliyle burnunu silerken diğeriyle camın buğusuyla oynamaya başladı. Çağatay elleriyle omuzlarını tutup ona yakınlaştı. Çağatay’ın nefesini teninde hissetti Eylül kendisini sevdiği adama dayadı. Çağatay Eylül’ün kulağına. “Biraz ders alıyordum o yüzden geciktim. Sıcaklığını özlemişim.” “ Ben de sevişmek ister misin?” “ Bu gün değil canım. Yanımda olmanı ve konuşmanı istiyorum ben de konuşacağım. Her şeyi.” Güneş trenin camından içeri son demlerini bırakırken iki sevgili saatlerce kompartımandaki yaşlı aşıklardan başlayıp bütün yaşadıklarına kadar her şeyi konuştular. Zaman zaman dayanamayıp yakınlaşıp öpüştüler. Çağatay artık bir seçim yapması gerektiğini söylediğinde Eylül sevgilisinin düşüncelerini okurcasına. “Tamam Eskişehir’de inip geri döneceğim. Artık top sende. Benim söyleyeceklerim bu kadar. Tek şeyden eminim. Seni seviyorum. Betül ile durumu eşitledim sanırım.” Eskişehir’de Eylül indi. Telefonunun şarjının bittiğini söyleyip Çağatay’ınkini aldı. Geri verdiğinde kapalıydı. Koşarak gara girdi. Çağatay telefonu açtığında açılış mesajında “Kalbinin sesini dinle. O seni bana getirecek.” Yazılıydı. Kompartımanına girdi Çağatay. Tekrar direklere daldı. 17 İzmir’de kan kardeşi Ahmet karşıladı. Yakışıklı, uzun boylu, aşka inanan bir romantik. Bu üç kriter yeterliydi onu tanımlamaya. Önce akşam yemeğine gittiler. Yemeği süsleyen anılar ve geyik muhabbeti sürerken Ahmet ciddileşti. “Anlat bakalım hayırsız. Senin başın belada olmasa gelmezsin buralara.” “Aynı anda iki kadına aşık olabilir miyim sence?” “Saçmalama Çağatay. Tek kalbe iki aşk sığmaz. Çeşitli duygularımıza aşk adını verip süsleriz bazen onları. Ama gerçek aşk bir tane. Sana bir hikaye anlatıcam. Padişahın biri çinlilerden bir grup sanatçıyı huzuruna kabul eder. Çinlilere “Sizin yaptığınız duvar resimlerinin bir eşi daha yokmuş dünyada doğru mu? “ diye sorar. Çinliler tevazusuz “Elbette sultanım” derler. Padişah o zaman sarayın ressamlarını çağırır. İki gruba da bir hafta süre verir. Aynı odayı ikiye böldürtüp perdenin iki yanına nöbetçiler yerleştirir. İki grup kendi taraflarını süsleyecek padişah bir hafta sonra hangisinin daha yetenekli olduğuna karar verecekti. Padişah bir hafta sonra yanına çinli büyükelçiyi de alıp odanın ortasındaki perdeleri kaldırtmış. Çinliler gerçekten güzel resimler yapmışlar. Ama padişahın sanatçıları çinli ressamları yenemeyeceklerini bildiklerinden odanın duvarlarını öyle cilalamışlar ki çinlilerin resimleri yansımış parlaklık güneş ışınlarıyla da birleşince göz alıcı olmuş. Padişah zekalarından dolayı sanatçılarını kutlar. Ve onları ödüllendirir. Buradaki yanlış bir yansıma ne kadar göz alıcıda olsa güneşin etkisi kaybolunca aslına göre sönük kalacak hatta yok olacaktır. Ama asıl hep orada kalacak. Yani özetle aşk bir tane diğerleri onun ucuz taklitlerinden ve yansımalarından ibaret.” “Yansıyanın hangisi olduğunu nasıl anlayacağım peki.” “Önce aklını senelik izne çıkaracaksın. Diğer bütün duygularını organ merkezine bağışlayıp sadece kalbinin sesini dinleyeceksin. Boş ver hadi çıkalım. Bak beninki de beni terk etti. Oysa ben onun için İstanbul’u bırakıp İzmir’e yerleşip burada üniversite kazandım. Erkek erkeğe eğlenelim. Bak sen şu zibidiye kan kardeşinde hiç yokken bey efendi de iki tane varmış.” Bilardo oynayıp Ahmet’in evine geldiler. Bütün olup biteni anlattı Çağatay. Tartışıp konuştular. Bazen de dışarı çıkıp dolaştılar. Ahmet bir öneri sundu. Çağatay kararın bir kağıda yazacak altını şahit olarak ta Ahmet imzalayacaktı. Bu kağıdı kapalı bir zarfa koyup kızların karşısında açacaktı. Bu onun kararını değiştirmesini engelleyecekti. Bir zarfta Ahmet’te kalacak Çağatay’ın imzası ve kararı olacaktı içinde. Dönüş trenine bindiğinde kararı netleşmişti Çağatay’ın. Cebindeki beyaz zarfta tercih ettiği kadının adı yazılıydı. 18 Gara geldiğinde gece yarısıydı. Gözleri sağda solda tanıdık birini aradı. Ne Eylül ne de Betül vardı garda. Buna sevindi kararını sakin bir yerde açıklamak istemişti. Doğruca evine yöneldi. Eylül’ün dairesinin önünden geçerken başını kaldırıp odasına baktı. Işıklar kapalıydı. “Bu saatte hayatta uyumaz. Arkadaşındadır herhalde.” Diyerek yoluna devam etti. Çatı katına geldiğinde anahtarıyla kapıyı açtı irkilerek bir adım geri attı. Hol darmadağındı. Telaşla salona koştu. Salon bir savaş alanı gibiydi. Çalışma masası devrilmiş, etrafa kitaplar saçılmıştı. Çağatay’ın en sevdiği kazağı ikiye ayrılmıştı. Tekli koltukta Betül üstü başı yırtık saçları darmadağın, makyajı akmış kollarıyla bacakların sarmış diğer tarafta sobanın yanındaki Eylül ondan beter halde aynı pozisyonda minderde oturuyordu. Bir an Çağatay’a bakıp sonra birbirlerine bakmaya devam ettiler. Çağatay ağzı açık kalmıştı. “Ben yatıyorum, yorgunum.” Deyip odaya gitti. Odasına girdiğinde burada da bir savaş yaşandığını fark etti. Bütün eşyası etrafa saçılmıştı. Yatağının kenarında ufak bir meyve bıçağı kanlıydı. Yatağın üstündekileri atıp,soyunmadan yatağa uzandı. Sabah uyandığında sağ göğsünde Betül uyuyordu. Sol kolunda ise Eylül. Dikkatlice kalktı. Bakkala gidip malzeme aldıktan sonra kahvaltıyı hazırladı. Odaya geri dönüp iki kadını da uyandırdı. “Hadi bayanlar kalkın. Marş marş banyoya. Kahvaltı yapıcaz,evin hesabını sonra soracağım tabi kazağımın da.” İki kadın banyoya girdiler. Çağatay gülüşmeler duyuyor hiçbir anlam veremediği gibi aklı karışmıştı. 15 dakika sonra iki güzel kadın temizlenip savaşın yorgunluğunu atmış halde el ele odaya geldi. “Bardak çanak hepsi kırık. O yüzden yenilerini aldım. Bunları da kırmazsanız masaya koyacağım.” Eylül dudaklarını dişlerinin arasına alıp Betül’e baktı. “Belli olmaz duruma bağlı.” “Bu arada içerideki bıçak niye kanlı.” “Eylül onunla kalçama hatıra bıraktı.” “Ama hayatım sen de göğsümü ısırıyordun. Koparacaktın.” “Tamam bayanlar sofraya buyrun.” Sofra gayet neşeliydi. “Al Eylül bak yumurta ne kadar güzel olmuş hamarattır Çağatay.” “Betül kolyemi koparınca nereye attın.” “İki şekerli mi içiyorsun hayatım. Masada Çağatay etkisiz eleman gibiydi. Ve ikisi de çok iyi arkadaş gibi sohbet ediyorlardı. Çağatay çayını alıp kazağının yanına gidip usulca yerden alıp koltuğa oturdu. Biraz sonra iki kadın da yanına gelip kanepeye oturdu. Eylül söze başladı. “Çağatay bir karara vardın mı?” Çağatay evet manasına başını salladı. Gözü hala kazağındaydı. Betül devam etti. “Biz de bir karar verdik. Bunun için sayısız kavga ettik. Birbirimizi parçaladık. Ama daha sonra neden Çağatay’ı parçalamayalım ki dedik. “Anlamıyorum sizi.” “Bak Çağatay ikimizde seni sevdiğimizi söylüyoruz.. Şimdi senden birimizi tercih etmeni istesek kaybeden ilişkiyi bozup seni tekrar ayartmak için elinden geleni yapacak. “ “Derdiniz ne sizin ve kazağımdan ne istediniz.” Kalkıp cebindeki zarfı aldı. “Kararım bu zarfta değiştiremeyim diye kapalı ve sizin karşınızda açılacak. Ayrıca bir şahit tarafından da imzalandı. Ve o şahitte de bir nüsha var.” Eylül ayağa kalktı. “Üniversite sonuna kadar tercih yapmanı istemiyoruz. O zamana kadar seni iki kolundan çekiştirip duracağız. Eğer hale tercih yapamazsan o kazak gibi yırtılıp ortaya atılacaksın. Böylece üniversite bittiğinde tercih ettiğinle birlikte bu kentten ayrılacaksın diğeri ise rahatsız edemeyecek.” Betül devam etti. “Bu arada ikimizin de sevgilisisin çok canın yanacak çoook. İkimize de yaptıklarını burnundan getireceğiz.” “Olmaz böyle bir şey” “Sen başlattın bu oyunu katlanacaksın.” Çağatay ikisinin de yüzündeki ciddiyetten ürkmüştü son bir atak yaptı. “Etraf ne der. Hanımlar lütfen saçmalamayın. Ya kadınlık gururunuz.” “Etraf niye bu kadar dağınık sanıyorsun. Onu öldürüyorduk.” Birbirlerine bakıp yan odaya üstlerini değiştirmeye gitdiler Çağatay ise kazağı kucağında camdan dışarı bakakalmıştı. Trenden indiğindeki kararlılığı şimdi iki amazon savaşçısının zindanındaki esirin çaresizliğine dönüşmüştü. İçeri geri geldiklerinde Eylül Betül’ün kıyafetleri içindeydi. Çağatay’ın yanına gelip dudağına bir öpücük kondurdu. “Bu gün Betül’e aitsin. İyice dinlen aşkım.” Betül ile baş başaydı. Yanına geldiğinde bornozunun kemerini çözdü. Sağ kalçasının kenarındaki yara izine baktı. “Pansuman yapalım mikrop kapmasın.” “Mutfak dolabında malzeme var Çağatay.” “İyi sen yatağa uzan.” Pansuman bittiğinde. “İz kalabilir Betül.” “Kalsın seni kazanmak için yaralandım o yaraya baktıkça benim için ne kadar değerli olduğunu hatırla. Bu arada seni özledim.” Deyip sırtını dönüp Çağatay’ı üzerine çekti. 19 Üniversitenin diğer yılları Çağatay ne İnşaat Mühendisliği bölüm birincisi ne Okul Öğrenci Derneği Başkanlığından ziyade iki sevgisiyle nam saldı öğrenciler arasında. Yeni gelen öğrencilerden erkekler “Ne yani bu öküz mü yiyor bu iki çıtırı.”, bayanlar ise “Ne özelliği var acaba , o iki kızda da hiç gurur yokmuş yani.”,bakışları taşıyordu. Çağatay için en zor gün sevgililer günüydü. Yalnız o gün üçü aynı evi paylaşıyor. Aynı evde mutlu edilmesi gereken iki kadın arasında koşturmaktan Çağatay’ın canı çıkıyordu. 20 Mezuniyet 10 gün kalmıştı. Çağatay tercihini yapacak mezuniyet balosuna onunla gidecekti. Okuldaki dernek odasında çalışırken içeriye Betül’ün arkadaşı Canan girdi. Çağatay ile Canan hiç anlaşamazdı. “Merhaba Kazanova.” “Merhaba Canan.” “Ne o hala tercihini yapmadın mı?” Çağatay bakışlarını cama doğru yöneltti. “Saçmalama Çağatay birbirimizden hoşlanmıyor olabiliriz. Ama Betül seni seviyor ve hayatında her şeyini sana verdi. Erkek olarak sadece seni tanıdı. Ya o üniversite 2 ye kadar neredeydi. Kaç sevgili değiştirdi haberin var mı? “Ben geçmişiyle birlikte değilim.” “Külahıma anlat evlendiğinde her seviştiğinde acaba diyeceksin. Eski erkek arkadaşlarıyla karşılaştığında sinirlerin tepene çıkacak. Yetişme tarzın,ailen,düşüncelerin hep ters onunla. Anla artık sen onun yaşamında erir gidersin.” “Son bir şey o zengin sürtük seninle oynuyor.” Kusacağını kusmuş, çıkıp gitti Canan. Çağatay kalemi o kadar büktü ki kalem kırılıp mürekkebi gömleğine sıçradı. Kalktı cama gidip dışarıya baktı. “Neler oluyor Allah’ım. Ne olur bana yardım et.” 20 Mezuniyet balosuna 3 gün kala iki kadın da birbirlerine nispet yaparcasına en güzel elbiseleri seçmek için yarışıyordu. O gün Betül,Betül’ün kız grubu ve Çağatay son prova için terziye gitti. İçeride giyinip dışarı çıktı Betül. Uzun ve omuzları askılı, pembe renkli, derin bir yırtmaç vardı kenarında. Güzel taşıyordu kıyafeti. İçerideki spot ışıkların arasından Çağatay’a doğru yürürken göz kamaştırıyordu. “Beğendin mi? “Nutkum tutuldu. Özellikle bu elbisenin altına spor ayakkabılar. Harika.” “ Of Çağatay bana ne aldın hadi gömleğinin cebinde gördüm hediye paketini.” “Tamam arakanı dön o zaman.” Betül saçlarını topladı. Çağatay boynuna yeşil renkli ,akik, damla desenli, gümüş çerçeveli kolye taktı. Hafifçe boynunu öptü. “Çok tatlısın.” Deyip arkadaşlarının yanına gitti. Gülüşmeler arkasından dedikodular başladı. Ertesi gün Eylül’ün provasın da tamamlayıp Çağatay’ın evine gittiler. Betül de akşam yemeği için Çağatay’a geldi. İki kadının boynunda da Çağatay’ın verdiği kolyeler vardı. Akşam yemeği yerken sessizliği Çağatay bozdu. “ Bayanlar bana verdiğiniz süre yarın doluyor. Bu gece ikinizi de burada istemiyorum. Bırakın kendi başıma kalıp düşüneyim. Telefonum da kapalı olacak. Yarın baloya giderken sadece birinize uğrayıp alacağım. Yanlış ya da doğru kararımı vereceğim. Gerçek aşkım hanginiz..” Eylül başını önüne eğdi. “Tamam” Betül ise: “Zamanı gelmişti.” Yemek boyunca kimse bir daha konuşmadı. Bulaşıkları yıkadıktan sonra Betül ve Eylül evden birlikte ayrıldılar. Eylül çıkarken başını çevirip omuz üstünden sevgilisine baktı. Çağatay elinde sigara camdan dışarı bakıyordu. 21 O gece bütün üniversite hayatını ve ilişkilerini sorguladı üç paket sigara eşliğinde. Sabaha doğru uyuyakaldı koltukta. Uyandığında öğle olacaktı. Yıkanıp traş oldu. Akşam yemekten kalanlardan bir şeyler atıştırdı. Üçe doğru takım elbisesini temizleyiciden aldı. Berbere gidip saçlarını düzelttirdi. Eve döndü. Üstünü değiştirip saat altıda dışarı çıktı. Ona her şeyini veren Betül mü yoksa kalbini hızlandıran Eylül mü? Yürüyordu. Zile bastığında karşındaki Betül’ün çığlığı ile uyandı. Betül’e onu getiren aşk mı yoksa yılların ayak alışkanlığı mıydı? Boynuna sarılıp Çağatay’ı öptü. Çağatay Betül ile dans ederken Eylül içeriye girdi. Gözleri şişmiş ama omuzlarında gurur taşıyor ayakta kalmaya çalışıyordu. Arkadaşlarının yanına gidip oturdu. Betül kahkahalar atıyor mutluluktan havalarda uçuyordu. Bu arada içkiyi fazla kaçırdığından tuvalete götürüp kusmasına yardım ettiler. Çıktığında. “Eve gidelim. Kötüsün.” Dedi Çağatay. “Bu gece benim gecem Çağatay lütfen.” Onu müdüriyete götürüp koltuğa yatırdı. Canan Çağatay’a bakıp. “Ben ilgilenirim bu zilliyle. Sen kahve bul da ayıltalım şunu.” Salondan çıktı. İlerideki büfeden kahve alacaktı. Kapıda bir sigara yaktı. Kipriti kenara atarken korulukta bembeyaz kıyafetiyle Eylül’ü gördü. Sırtı Çağatay’a dönüktü ve sigara içiyordu. Her şeyi unutup yanına gitti. Tam yaklaşırken ayağının altındaki dalların sesiyle arkasını döndü Eylül. Çağatay’ı görünce sigarayı atıp yanından uzaklaşmak istedi. Çağatay elinden tuttu. “Bütün yaşadıklarımızın dayanarak son bir dansa hakkım var Elma Şekeri.” Eylül usulca Çağatay döndü. Salondan gelen müzikle dans ettiler. Ama eskisinin aksine birbirlerine fazla yaklaşmadan mesafe bıraktılar. Eylül Çağatay’a bakmıyordu. Gözleri önüne bakıyordu. Çağatay Eylül’ün çenesinden tutup başını yukarı kaldırdı. Gözlerinden damla damla yaşlar akıyordu. Rimelleri akmıştı. Çağatay daha fazla dayanamadı. Belki de ilk defa gözlerinden iki damla yaş yüzüldü. Eylül yine dudaklarını ısırıp gözlerini bir an kırptı. Burnunu sağ elinin üstüne sildi. Çağatay’ın gözlerinden iki damla gözyaşının tam üzerine iki öpücük kondurdu. “Pis.” Deyip koşa koşa uzaklaştı. Arabasına binip uzaklaştı. 22 Bu olayların üzerinden 10 yıl geçti. Çağatay ve Betül evlenip harika bir kız çocuğu yapmışlardı. Adı Banu Bahar’dı. Babasının gülüydü. Bir inşaat firması kurup paralı bir mirasyedi ortak bulmuştu. Çağatay işleri yola koymaya uğraşırken Ortağı Berk ise Betül’ü ayartmaya çalışıyordu. Boşanmalarından iki öncesinden Betül de değişiklikler baş görmeye başladı. Çağatay’ı beğenmiyordu. “Çağatay saçların çok dökülüyor. Şöyle biraz saç ektirsene.” “Of ne paspal kıyafet sen koskoca inşaat şirketi sahibisin.” Ve benzeri serzenişler. Boşanmalarından altı ay önce ise hiç çıkarmadığı mezuniyet hediyesi kolyeyi kaybetti Betül. Yerine değerli bir kolye aldırdı Çağatay’a. Kalçasındaki bıçak izini ise estetik müdahale ile kaybettirdi. O gece gelen mesaj Çağatay’ın iki yıldır kuşkularının gerçek olduğunu kanıtıydı. Şevişmişler Betül uyumuştu. Telefonu komidinin üzerindeydi bir mesaj geldi. Karanlıkta gayri ihtiyari masumca açıp okudu Çağatay. “Ben sana dokunamıyorum ama Çağatay seninle bunu hazmedemiyorum. Artık benim olmalısın. Senin için çıldırıyorum.” Numara Berk’indi. Kendini çabuk toparladı Çağatay. Karşı mesaj yazıp yolladı. “Tamam Günyıldız otelinde yarın saat 12’de 17 numaralı odada olacağım ve senin olacağım. Beni çok heyecanlandırıyorsun.” İki mesajı da sildi. Telefonu açıp çalışmaz hale getirdi. Yataktan çıktı bir sigara yaktı. Kafasa bozulmuş Betül’ü boğazlamamak için kendini zor tuttu. Kızının odasına gidip yanına uzandı. Kızının gözlerini aralayıp boynuna sarılışı huzurla doldurmuştu içini. Betül sabah baba kızı sarmaş dolaş görünce. “Kıskanıyorum Bahar hanım. O benim kocam. Onu benden kimse çalamaz.” “Ya anne hep seninle yatıyor. Bir kerede binle yatsa nolur ki” Çağatay neşe içinde kızına kahvaltısını ettirip okul servisine bindirdi. Karısı ile evde yalnız kalmak istemiyordu. Eve girip hemen çantasını ve ceketini alıp çıkmak istedi. Betül kocasını öpmek istedi dudaklarını uzattığında Çağatay arkasını dönüp çıktı. Betül şaşırmıştı. Şirket gidip ortağının yüzüne gülümseyip odasına geçti. Biraz sonra Berk elinde iki neskafe içeriye girdi. “Çağatay ne kadar güzel bir gün biliyor musun? Bir çıtır düşürdüm inanmazsın afet afet. Alev alev yanıyor. Bu gün gidip yiyeceğim. “ “Aslan ortağım benim hangi kadın sana dayanabilir. İki günde tuş etmişsindir o kadını.” “Yok baba bu başka neredeyse iki yıldır uğraşıyorum sadece telefonla görüşüyoruz. Öpüşmedik bile. Salak kocamı seviyorum falan ayak yapıyor bana. Ama benimle konuşmak iltifat duymak kendini genç hissettiriyormuş. Heyecanlanıyormuş.” “Yuh oğlum ne kadınlar var dimi teknolojiyi mastürbasyonlarına alet ediyorlar. Sen akıllanmazsın oğlum evli kadın ha.” “Ama sonunda cazibeme dayanamadı. Kocası bir zavallı. Bu gün harika vakit geçirecem.” “Ben de harika vakit geçiremem inşaatta amelelerle.” Saat 10 dolaylarında şantiyeye diyerek bürodan ayrıldı. Otele gidip kan kardeşi Ahmet’e durumu anlattı. Otel onundu. Delilik yapmaması gerektiğini söyleyen Ahmet’e. “Meraklanma güzel bir kızım var benim. Hapse girmeye niyetim yok.” 23 Odaya çıkıp beklemeye başladı. Ahmet resepsiyoniste yapması gerekenleri anlattı. Berk 12 ye beş kala oradaydı. Resepsiyoniste . “17 nolu odanın anahtarı ayırtılacaktı.” “Buyurun Berk bey hanımefendi çıktı. Sizi bekliyor. Bu da firmamızın ikramı.” Deyip içinde şampanya, çikolata,çiçek,prezervatif ve iki bardak olan sepeti uzattı. Gülümseyerek odaya çıktı Berk. Kapıyı açtığında Çağatay’I elinde polis copu ile bekler buldu. Arakasını dönüp kaçmak istese de Ahmet tam arkasındaydı. İçeri itekleyip kapıyı kapattı. Yaklaşık bir saat dövdü Çağatay. İki kolu, bir bacağı kırılmıştı. Dişleri dökülmüştü. Prezervatifi şampanya şişesine takıp götüne sokmuş , çiçekleri yedirmişti. Ahmet’e: “Al bunu bir hastahanenin önüne at.” Deyip çıktı. Eve geldiğinde Betül günlük öğleden sonra uykusundaydı. Yatağını yanında ayakta dikiliyordu. Betül uyandığında irkildi. Kocasını üstü başı kan revan içindeydi.bir elinde de Berk’in cep telefonu vardı. “Değer miydi Betül. Nerde yanlışım oldu sana. O salak jigolo da ne buldun.” “Kimde Çağatay ne diyorsun anlayamıyorum.” “Yapma en azından dürüst ol beni salak yerine koyma.” Betül ağlamaya başladı. “İki yıldır sürekli arıyor. Beni rahatsız ediyor. İnan başka bir şey yok aramızda.” “Neden bunu bana söylemedin peki.” “İşlerinin iyiydi bozulmasın diye.” “Külahıma anlat Betül. Hoşuna gidiyordu. Kendini genç hissediyordun değil mi?” “Çağatay hiç buluşmadık. Ben seni seviyorum.” “Ahmet haklıydı. Yansıma aslından güzel görünüyordu. Ama karanlık bastırıp ışıklar gidince büyü bozuldu. Çocuğumun annesisin. Yarın boşanma davası açıyorum. İtiraz edersen ikimizde rezil oluruz. Her şeyi ortaya dökerim. Varlığımızın yarısı senin. Bunca yıllık eşimi aç bırakmam.” “Çağatay gitme. Affet beni. İnan hiç buluşmadık.” “Keşke aldatmak sadece bedensel olsaydı. Senin beyninde oluşmuş bu fikir eninde sonunda bedenine yansır.” Kapıdan çıkarken kolundan tuttu Betül. Ağlıyordu. Yere çöktü. Çağatay yumruğunu kaldırdı. Suratına indirmek istiyordu. Ama elindeki Berk’in telefonunu Betül’ün eline bırakıp çıktı. 24 Ahmet’in evinde biraz dertleştiler. Boğazı seyre daldılar. Sabaha karşı Ahmet Çağatay’ı bahçeye çıkardı. Esinti ikisini de üşütüyordu. Hortum ile kan kardeşini ıslattı. İki çocuk gibi boğuşmaya başladılar. Sırılsıklam olmuşlardı. Ama Çağatay kendine gelmişti. Boşanma işlemleri kısa sürdü. Kızının velayeti anne de kaldı. Berk birkaç ay hastahanede yatıp çıktı. Betül ile birkaç kere telefon konuşmaları yaptılar. Tekrar denemek istediğini söyleyen Betül’ü her defasında olamayacağını anlattı Çağatay. Berk ile ortaklığı bozup Ahmet’in maddi desteğiyle kendi şirketini kurdu. Betül ile Berk bir süre sonra birlikte yaşamaya başladılar. Kızı ve Çağatay iki kişilik bir dünya kurdular kendilerine. En mutlu günleri ise Pazardı. 25 “Aaaa babam magazin izliyor. Bana kızıyordun babiş.” “Gel buraya küçük zilli. Sadece bir arkadaşımı gördüm. Ona bakıyordum.” “Kim baba” “Şu ablayı görüyor musun? Üniversiteden arkadaşım o.” “Ben tanıyorum onu. Eylül Serper Sosyetenin gözdesi bu aralar. Amerika’dan boşanmış da gelmiş. Bütün playboylar peşindeymiş.” “Kız zilli nereden biliyorsun bunları. “ deyip kızını ısırdı. “Annemden gizli Berk abi ile izliyoruz. O bu programları hiç kaçırmıyor.” Ertesi gün kızını sabah annesinin evine bıraktı. Betül kapıya çıkmamış baba kızın öpücüklerini üst kattaki perdenin arkasından izliyordu. 26 Şirkette işler yolundaydı. Bütün enerjisini işlerine veren Çağatay telefonu eline aldı. O programı gördüğünden beri iki aydır her sabah tekrarlanıyordu bu olay. Ezbere bildiği numarayı çevirdi. Hat kullanılmıyordu. Bir sigara yaktı. Ahmet içeri girdiğinde Çağatay’ı aynada kendisine bakarken buldu. “Asma suratını işte numarası. İki aydır peşindeydim. Sonunda bir bayan arkadaşımdan buldum. Babasının Güzellik Merkezinde yöneticilik yapıyormuş. En güzeli kimse yokmuş hayatında.” “Ne diyorsun sen ya. Kimin numarası.” “Yansımanın değil. Gerçeğinin. Of oğlum senin yüzünden pezevenk bile oldum.” Deyip kahkahalar atıp kendi odasına gitti. Telaşla numaraya baktı Çağatay. Açsa ne konuşacaktı bunca yıldan sonra. Cesareti yoktu. Sonra mesaj yazmaya karar verdi. “Akşam saat beşte Beşiktaş’daki parkta iki bardak çay ile seni bekleyeceğim. Çağatay.” Yazıp gönderdi. Saatler geçmiyordu. 4.45 de parktaydı. Büfeden çay alıp tam beşte banka oturdu. Beşi üç geçe Eylül arabasından inip Çağatay’ın yanına gelip oturdu. Banktaki çayın birini alıp içmeye başladı. Çağatay’a hiç bakmıyor sadece denizi seyrediyordu. Hala çok güzeldi. Rüzgar kısa küt saçlarını gözlerinin önüne döküyordu. Üzerinde kaşmir siyah kısa bir palto vardı. Bacakları hala çok güzeldi. Çağatay’a bakmadan konuşmaya başladı. “Saçların azalmış” “Yıllar” “Yakışmış daha olgun olmuşsun.” “Evlenmişsin.” “İki kere denedim. Olmadı.” “Babanın orada çalışmaya başlamışsın.” “Evet sen de yeni şirket kurmuşsun adın inşaat dergilerinde sık sık geçiyor. Başarılı mühendis diye.” “Bir kızım var adı Bahar.” “Betül ne yapıyor.” “Beni eski ortağımla aldattı. Boşandık.” “Biliyorum. Üzülmedim. Hak etmiştin bunu. Ya sen Çağatay sen ne yapıyorsun.” “Kalbimin sesini dinliyorum Eylül.” Diyerek cebinden eski, yıpranmış,köşeleri sararmış, beyaz iki zarf çıkarttı. Eylül’e uzattı. Hala birbirlerine bakmadan denizi bakarak konuşuyorlardı. Eylül zarfı tanımıştı. Şaşkın bir ifade ile aldı. Dudaklarını ısırdı. Zarfı açıp içini okudu. 12 senenin öncesinin tarihi ve altta şahit Ahmet Yılmaz imzası vardı. Ortasında ise büyük harflerle.”KALBİMİ KİLİTLİYORUM VE ANAHTARINI KALBİMİN SAHİBİNE VERİYORUM” yazılıydı. Zarfın içinde bir de anahtar vardı. Dişli kısmı Eylül’ün adıyla şekillendirilmişti. Diğer zarfı açtığında ise Çağatay’ın adı ve imzası ile büyük harflerle EYLÜL yazılıydı. Eylül çayından bir yudum daha aldı. Ani bir hareketle ayağa kalktı. Hızla dönüp elindeki çayı Çağatay’ın gömleğinin üzerine boşalttı. Şaşıran Çağatay’ın gözlerine bakıp dudaklarını ısırıp gözlerini kıstı. “Bana elma şekeri al.”dedi. Çağatay’ın elinden tuttu. Diğer elindeki zarfları, kağıtları ve anahtarı paltosunun yan cebine koydu. Sahil kenarında elma şekeri yiyen küçük kızlar gibi salına salına yürüyen bir kadın,yıpranmış ama dudağının kenarına küçük bir mutluluk yapışmış bir adam el ele yürüyordu. Çağatay’ın gözleri yine Eylül’ün gögüs dekoltesine kaydı. “Hiç değişmeyeceksin değil mi?” Deyip paltosuyla dekoltesini kapattı Eylül. Çağatay’ın hediyesi kolye boynundaydı. Gecikmiş bir sevda masalı yazıldı ılık bir İstanbul akşamında mavi dalgalar üzerine. Ocak 2003
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © BARIŞ BİLGİ, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |