"Bir kitabın kaderi okuyanın zekasına bağlıdır." -Latin Atasözü |
|
||||||||||
|
KINALI VEDA Dumanlı ,bulutlu,soluk bir yaz günüydü.bir mahallede yaz tatiline gidememiş üç arkadaş vardı.üç arkadaş aralarında uzun uzun konuştular ve kına yapma kararı aldılar. Bebeklikten beri süre gelen arkadaşlıklarını kına ortaklığıyla pekiştirmek istemişlerdi. Evlerine dağıldılar. Hepsi evinde buldukları kına paketlerini aldılar. sonra bir yerde toplanarak kınanın harcını yaptılar. Saçlarına ,parmaklarına, avuç içlerine kına yaktılar. Berfin evine gitti. Küçük erkek kardeşinin ellerine tabanca şeklinde kına yaktı. Kına yaktıklarında güneş batmak üzereydi. denize güneşin verdiği kınalık yansıyordu. Güneş kınalı, deniz kınalı, gök kınalı, üç arkadaş kınalıydı.kınalar içinde akşamı buldular. Beyza kusur kalmasın diye yeni aldıkları kuzunun alnına da kına vurmuştu. Böylelikle kınalı kafile bir hayli genişledi. Büşra da babaannesinin ve babasının ellerine kına vurmak istedi ama babası “yarın işim var sonra ne derler” diyerek ellerini kından mahrum bıraktı. Akşam vakti Berfin, Büşra ve Beyza evlerine çekilmiş kınanın kurumasını bekliyorlardı. Büşra, önceden anneannesine gittiğinde ellerine bu duyguyu yaşatmıştı ama diğerlerinin elleri bu duyguyu ilk defa yaşıyordu. Bu nacizane duyguyu elleriyle beraber saçlarına da yaşatmışlardı. Gece oldu. Haberleşip buluştular. Saçların da kına bezleriyle sokak ortasında hortlak gibi dolaşıyorlardı. Onları ilk görenler biraz korkuyor sonra kimileri hafif bir tebessümle kimileride hızlı adımlarla yanlarından uzaklaşıyorlardı. Sonra bir banka oturdular. Büşra deprem bulutlarından habersiz yıldızlara bakıyor ve kayan yıldızları gözleriyle yakalamaya çalışıp çoban yıldızının sürüsünü nasıl kurttan koruduğunu izliyordu. Büyüyünce hayali aya ilk ayak basan bayan astronot olmaktı. Berfin ise başını ellerinin arasına almış Hakkı’ sını düşünüyordu. Beyza da havuzun başında heykelleri yapılmış iki kuğuyu izliyor. Onların cansız yaşamlarını düşünüyordu. Deprem bulutları Marmara semalarında cirit atarken , bu gece dışarıda yatın diyorlardı. Berfin, Büşra ve Beyza yaz tatiline gidememenin acısını birbirleriyle paylaşıyorlar ve “düşünsenize yaz tatilinde tatil yapamayıp üstüne çobanlık yapan çocukları” diyerek kendilerini teselli ediyorlardı. Zaman ilerledi beraberliğin verdiği mutlulukla evlerine doğru yola koyuldular. Evlerine giderken son mektup isimli bir şeyler yazmayı kararlaştırdılar. Kısa bir yürüyüşün ardından evlerine dağıldılar. Büşra eve gittiğinde ormanda kamp kararı alınmış ve apar topar ormanın yolunu tutmuşlardı. Beyza ise eve gittiğinde defterinden bir yaprak kopardı ve dolma kalemiyle yazmaya başladı. Bugün son günüm olsa, hayattan ve dünyadakilerden, öğretmenlerimden ve hatta gelecektekilerden çok özür dilerdim. Küçükken karıncaları öldürmez, onların yuvalarını bozmaz ve kelebeğe kozasını açması için yardımda bulunmazdım. Dalında ki güle koparırsam bir kişi koparmazsan bin kişi prensibiyle bakardım solan gülden ibret alır onun gibi bir gün solacağımı düşünür ona bakıp bakıp ağlardım. Anneme babama sarılır affedin beni affedin derdim. Onlarda ne suç işledin ki kınalı kuzum derdi. Bende kınalı kuzuma son kez sarılırdım. Bu gün son günüm olsa bütün işlerimi bitirir. Ucu bucağı olmayan dünyaya sindire sindire doya doya bakardım. Beyza içinden geçenleri mısralara dizerken Berfin de uykulu gözlerle bir şeyler karalıyordu. Bir gül gibi patladım, büyüdüm, annemden rengimi aldım, korunmak için dikenlere sarıldım. Gün geçtikçe bir çok şey gördüm ve iyisiyle kötüsüyle soldum. Gül gibi hayatım vardı ama hayat hep aynı. Doğ, yararlı olmaya çalış ve elveda… Berfin de uykulu uykulu ancak bu kadar yazabiliyordu. Gül gibi hayatı olduğunu… Büşra ise yorgunluktan bir şey yazamamıştı. Berfin ve Beyza’ nın kağıtlarında kınalı ellerinin izleri kalmıştı. Gece ilerledi kınalı kuzular uyudu. Deprem bulutları sessizce Marmara semalarına doğru yaklaştı. Saat gece 03.02 olmuştu. Bulutlar fay hattıyla haberleşti ve evleri yıktılar, sokakları dağıttılar, canlar aldılar; hem de kınalı canlar. Berfin ve Beyza son mektupları yanı başlarında hayata veda ettiler. Büşra ise doğanın kucağında sağlıklıydı. Marmara’da evler sokaklar dağılmıştı. Ailesi ve Büşra depremi fark etmiş ama çadırdan dışarı çıkmamışlardı. Sabah oldu evlerine döndüler. Olan biteni yakından gördüler. Büşra arkadaşlarının enkaz altında olduklarını düşündükçe biraz daha yıpranıyordu. Büşra gözyaşlarıyla “onlar onlar” diye mırıldandı. Onlar kınanın kokusunu ilk ve son defa almışlardı. Büşra onlara verdiği sözü tutamamıştı. Sözünü tutamamanın verdiği acıyla kan ağlıyordu. Sağlam kalan bir kaldırımda otururken rüzgar ona iki kağıt taşımıştı. Bu kağıtlar onların yazdıkları veda mektuplarıydı. Kınanın ıslaklığıyla birbirlerine yapışmışlar ve Büşra’ nın önünde durmakta ısrar ediyorlardı. Büşra kağıtları gördü ve yerden aldı ve kına kokusundan onların yazdıkları kağıtlar olduklarını anladı. Kağıtları okudu ve koklayıp koklayıp ağladı. Artık hayata onlar için bağlanmayı düşündü. Onları unutmamak için her daim saçlarına kına sürmeyi düşündü. Onlarla bağlanmıştı hayata , onlar gidince yalnız kalmıştı. Ve artık hiç arkadaş aramayı düşünmedi. Çünkü onlar hep yanındaymış gibi hissediyordu. Üzüntüler içinde evine döndü. Mektupları çerçevelettirmek için babasına verdi. Mektup yazmayı düşünüyordu ama içinde yiv yiv derinleşen bir acı vardı. Onlara verdiği sözü tutamamanın acısı … Mektupların üzerine kınalı veda yazdı. Kınalı veda adını okudukça aklına kına yaktıkları gün ve akşamı geliyordu. O kına rengini tanımıştı ama arkadaşları sadece kokusuyla yetinmişlerdi. Büşra sözünü tutamamanın verdiği ıstırapla büyüdü. Anne oldu. İki güzeller güzeli kızları doğdu. Mektuplar,duvarlarını üstünde ayrı bir yer edinmişlerdi. O güzel veda mektupları… Kızlarını adlarını Beyza ve Berfin koydu. Kızlarına verdiği sözleri tuttu .onlara bu anısını anlattı ve sözünde durmanın ne kadar önemli bir şey olduğunu onlara kanıtladı. Ama içinde hep sözünde duramamanın acısı. Duvara her baktığında arkadaşlarının resmini görmüş gibi oluyordu. O anı bir daha gözlerinin önüne getiriyor , ayrılıklarını, kampa gidişini düşünüyordu ve ağlıyor ağlıyor ağlıyordu. ABİDİN ÖZKAN
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © abidin özkan, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |