Şiir, tarihten daha felsefidir ve daha yüksekte durur. -Aristoteles |
|
||||||||||
|
Zaman zaman ucu kaçırılan esprilerin uçurtması olup gökyüzünde seyrederken, farkına vardığımda kuyruğumu yakalayabilme telaşımı unutabilmem mümkün değil. Beşinci sınıfı bitirdiğimde, ilk dört sınıfın karne alıp bize verilmeyişine tepki gösterip; sınıf arkadaşlarımı, yeniçeri ocağının “bizde karne isterük” naralarıyla bezenmiş pankartlarla okul bahçesinde yürütüşüm ve sonrasında müdürümüzün, odasında gittikçe irileşen avuç içinin kor haline gelişini hatırladıkça, hep ucu kaçırılan uçurtma olduğum aklıma gelirde kuyruğumu yakalamaya çalışırım. Hele de orta sonda Fikri Hocama yaptıklarım: inceden inceye yapılan hinliklerin gel gitlerinde, boğuluyorum hissine kapılışımı dün gibi hatırlarım. Sosyal bilgiler dersinin komediyi andıran konuları; sanki benim için hazırlanmış ergenlik sivilceleri gibiydi. Her gün olgunlaşıp patlatılmaya amade bekleyişleri, “bende varım” kompleksimi biraz olsun dizginliyordu, ikinci sivilcem olgunlaşana kadar…… O kibar, mütevazı ve sevecen haliyle; Afrika Ormanlarını anlatışı olmasa, belki de o yılı hiçbir vitese takmadan rolantide geçirecektir. O gün ne olduysa oldu. Fikri Bey; birazda benim muzipçe katkılarımla Afrika Ormanlarını sınıfa anlatmaya başladı. - Çocuklar Afrika’da çok büyük ormanlar bulunmaktadır. - Hayvanlar nasıl hocam? sorusuyla olgunlaştırmaya başladım sivilcelerimi. - Bu ormanlarda çok büyük yılan ve kertenkeleler bulunmaktadır. - Bizi yutar mı hocam? diye sorduğumda sivilcelerim, “beni patlat” dercesine arzularını hissettiriyorlardı bana. - Bu yılan ve kertenkeleler sizi yutabileceği gibi, hatta beni bile yutar. Zavallı hocam nereden bilebilirdi ki bütün dünyası sivilcelerinin tek boyutlu mimarisine malzeme yetiştirmek üzerine kurulu ergenlik mantığımı? Bilebilir miydi Afrika Ormanlarını sınavda sorduğunda, cevap kağıdına yansıyan, kırılma indisi sıfır, bir düz aynanın sırları arasındaki “hatta sizi bile aç büyük parantez, Fikri Ovayurt’u kapa büyük parantez yutar” sözcüklerinin en inanılmaz anındaki merhabalarını….. Bilemezdi tabi sınav kağıdımı okumaya başlayıp, iyi bir öğrencinin yazacağı güzel yanıtların keyfini çıkarmak istercesine arkaya yaslanırken sırtına saplanan iğnemsi acıyı tadana kadar. Yatılı okul hoşgörüsünün sayfalarına eklenmek istercesine kaleme alınmış bu sözler ufak bir esprinin kocaman parantezler arasına sıkışmış edepsizliği gibi gelmişti ona. Okul müdürümüzün odasına yöneltti bu düşünceleri onu. Müdür odasında yoktu. Öğretmenler lokaline yöneldiğinde kararını vermişti. “O ufak tefek çilli sarışın çocuğun canın yakmalıyım” dedi kendince, ders olması için ötekilere.. “Sınıfta hali hiçte öyle değil” sözcükleri dökülüverdi de ağzından umursamaz bir tavır takınmayı yeğledi. Baharla gelen güneş hareler çizerek her renge bulanırken; taş yolda ağaçlar yeni açan çiçekleriyle onu selamlıyordu. Yerdeki otlar kışın mahmurluğunu bir kenara atabilmenin heyecanıyla üzerlerinde dolaşan böceklere aldırmadan ışığın ve sıcağın tadına varmaya çalışıyordu. Lokalin önüne tahta masa ve sandalyeler konulmuş, öğretmenler burada karşılamaya çalışıyorlardı, Canik Dağlarının zirvesine yerleşmiş karlara aldırmadan. Bazı öğrenciler o günkü derslerin kritiklerini adımlarıyla taşıyorlardı Akpınar’ın çamurlu yolunda şamatayla karışık. Emin Dayı kümeste temizlik yaparken, tavukların bahçedeki hareketliliğinin izliyordu. İnekler ağıllarından çıkarılmış otlağa götürülüyor, hamamcı Hüseyin okul hamamında badana yapıyordu….. Okul müdürümüz Mustafa Bey yanına çağırttı beni. Mustafa Bey inanılmaz önsezisiyle, mesafe koymuştu aramıza. Uzaktan bir tebessümle geçiştiriyordu patlamaya yüz tutan sivilcelerimi hatırladıkça… Okuldan öğretmenler lokaline, Köy Enstitü yıllarında öğrencilerin yaptığı taş yoldan, film şeridinin her karesinde karabasanların olduğu koşuşturmam, yanlarına vardığımda dar gelen ceketimin düğmelerini ilikleme ısrarımla son buldu. Mustafa Bey ve Fikri Bey güzel günün keyfini çıkarmak istercesine taş yola çıkmışlar hararetli hararetli bir şeyler anlatıyorlardı birbirlerine, yanlarından geçen öğrencilerin meraklı bakışlarına aldırmadan. Bense bir elimle ikinci teneffüste yırtılan ceket cebimi göstermeme telaşımla didişirken; diğer elimle de öğle yemeği karavanlarının en güzel anı olan; en önce bitirebilmenin telaşıyla saldırdığım kuru fasulyenin kalan kısmına bulanmış kepçenin pantolonuma hediye ettiği kocaman yağ lekesi perdeliyordum. İri gözlerim küçülmüş, yanaklarıma ateş basmıştı. Mustafa bey, January’e benzer gözlerini kısarak; gene uçurtmamın ipini kaçırdığımı hissettirdiği anda, Fikri Bey’in heyecanlı anlatışları; eski taşra sinemalarındaki seyirciyi çileden çıkaran makinistin kopan filmi yapıştırma telaşı içerisindeyken, ıslıkla karışık “makiniiisst! “ bağırtılarına benziyordu. - Bakın ne yazmış Müdür Bey! Diye sınav kağıdımı Mustafa Bey’e uzatırken, sanki patlattığım sivilcelerin yüzümdeki izlerini gösterir gibiydi parmakları. Mustafa Bey, kısık gözleriyle sınav kağıdımın yüzümdeki yansımasından uçurtmamın kuyruğunu yakalama arayışlarımı hissediyordu. Ayrı bir hazda alıyordu bundan, kütüphanedeki kitap kurdu kemirmelerimi hatırladıkça.. Hiç konuşmadan kısık gözleriyle kuyruğumu tutabilme ihtimalimi engelliyordu, yeni olgunlaşan sivilcelerimi patlatamamam için. “Aç büyük parantez Fikri Ovayurt’u kapa büyük parantez yutar” hocamın hayret ve “artık bir şeyler yapınız” isteklerini tamamlayan mimikleriyle buluştuğunda; kaldırım taşlarına takılmıştı gözlerim. Öyle güzel görünüyorlardı ki, iyi bir taş ustasının son eserini andırıyordu. Taşın birine 172 rakamı yontulmuştu. Hangisinin numarasıydı acaba? Babam geldi aklıma Siyah beyaz Köy Enstitüsü fotoğraflarına baktığımda onu bulmakta hep zorluk çekmişimdir. Sanki bütün öğrencilerde aynı yüz, aynı bakış vardı. İnançlı, gururlu kendinden emin… Hangisini numarası 172 idi? Yoksa o fotoğraflardaki gibi hepside 172 numaralı öğrenci miydi? Ya okulun arka tepesinde ki anıt? Tüm Köy Enstitülerden gelmişti toprağı. 172 nolu öğrenciler oradada mı vardı? Kepirtepe’de, Pamukpınar’da, Hasanoğlan’da.. Birden yalnız olmadığımı hatırladım. 172 numaralı öğrenciler vardı etrafımda. Utandım. Onlar burada yorgunluk molası demlenmelerini paylaşırken arkadaşlarıyla, bense keyifle uçurtmaya çalıştığım haylazlıkların kuyruğunu yakalamakla meşguldüm. Hiddetli bir sesle irkildim. Mustafa Bey’in sesiydi bu. - Ben size böyle mi öğrettim parantez açmaları? Küçük parantez oğlum, küçük parantez. Diye muzipçe haykırdı. Fikri Bey hala anlamamıştı, patlamış sivilcelerimin üzerindeki parmaklarının işaretlediği nirengilerde, uçurtmamın kuyruğunu artık yakalayabilme ihtimalinin kendi gelgitlerimde yok olduğunu… Mustafa Bey’se kısık gözleriyle keyfini çıkarıyordu, benim çocuksu duygularımda yakalayabildiği, kendi muzurluklarını yaşayabilmenin… Üç numaraya vurulmuş saçlarımın üzerinde, yumuşak ellerini hissettiğimde; “kuyruğunu alabilirsin uçurtmanın” dediği duyuyor gibiydim. “Büyüyorsun artık, sivilcelerin bir süre sonra kalmayacak” diyordu kısık gözleriyle. Uçurtmamı toplamıştım sessizce. Yırtılan kısımlarını ancak akşam etüde girdiğimde fark ettim.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © uygur, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |