"Anka kuşu gibi yalnızlığı adet edin! Öyle hareket et ki, adın daima dillerde dolaşsın ama seni görmek olanaksız olsun." -Fuzuli, Leyla ile Mecnun |
|
||||||||||
|
Halk edebiyatı – kültür ilişkisi Halk edebiyatı, bu coğrafyada yaşayan insanların, yüzlerce yıldır sözlü ve yazılı gelenekte yaşattığı bütün ürünleri kapsamaktadır. Tekerlemeler, masallar, efsaneler, öyküler, atasözleri, fıkralar, ortaoyunu, şiirler, türküler, maniler, meddah hikâyeleri, bilmeceler bu ürünlerin başlıcalarıdır. Bunların bir kısmının yazanı ya da yapanı belli iken bazılarınınki belli değildir. Yazanı, yapanı belli olmayan bu ürünler “anonim eser” olarak kabul edilir. Ancak yapanı belli olsun veya olmasın bu ürünler, günümüze değin ulaşabilmelerini halkın ortak kültürünü yansıtmalarına borçludur. Başka bir deyişle halk edebiyatı ürünleri, halka ait kültürün yansımalarından başka bir şey değildir. Folklor ya da diğer bir deyimle halk bilimin alanını işte bu kültür ürünlerinin incelenmesi oluşturmaktadır. Bugün bile “Kültür”ün anlamı üzerinde tam olarak uzlaşılamamıştır. Buna karşılık dünya milletlerinin veya insan topluluklarının, ortak yaşayış tarzlarını, farklı görünümlerini belirleyen, bu nedenle de her çevrede farklı bir yapıda karşımıza çıkan bir kavram olduğu herkesçe kabul edilen bir gerçektir (Yıldırım; 1998: 37). Bu açıdan yaklaşıldığında kültürün en önemli boyutu millî özellikler taşımasıdır. Millî özellikler taşıyan kültürün aktarılmasında hiç şüphesiz en önemli rol, kültürle aynı millîlik özelliklerine sahip olan halk edebiyatı ürünlerine düşmektedir. Nitekim Yıldırım, millî kültürü tanımlarken, “bir milletin hayatında, fertlerin, sözlü ve yazılı gelenekte yer alan, kabulleriyle müştereklik gücüne erişen ve millî kimliği oluşturan maddi ve manevi faaliyetlerin bütünü millî kültürü veya kültürü meydana getirir der (Yıldırım; 1998: 38). Yıldırım’ın tanımından da anlaşılacağı gibi kültür ile halk edebiyatı ürünleri arasında sıkı bir bağ vardır. Kültür Kimlik İlişkisi Günümüze gelindiğinde ulusların, folklora (halk bilimine) özel bir önem verdikleri gözlenmektedir. Folklora olan ilgiyle, ulusal ruhun uyanması çoğunlukla birarada olmuştur. Örneğin Finlandiya ve İrlanda gibi küçük uluslar kültür bağımsızlıklarını kendi asıl dillerini canlandırarak, bu dillerde aktarılan folklorik öğeleri örneğin; destanlarını, efsanelerini ve eskiyi anlatan öykülerini bıkıp usanmadan toplayarak ortaya koyarlar (Dorson; 1984: 11). Bu bağlamda folklor siyasi bir önem de kazanmaktadır. Folklora önem veren ve halkının yüzlerce sene içinde kendi özüyle oluşturduğu değerlere sahip çıkan uluslar, hem millî birliğini, bağımsızlığını, kurabilmekte hem de geçmişi ile geleceği arasında kuracağı sağlam köprülerle gelişmiş medeniyetler içindeki yerini sağlamlaştırabilmektedir. İletişimdeki hızın gelişimine bağlı olarak, toplumlar ve kültürler arası etkilenmeler de hızlanmıştır. Tabii bu noktada dünyadaki ekonomik, teknolojik, bilimsel ve siyasal gelişmelere koşut bir biçimde gelişen kültür etkileşimi, bizi biz yapan değer yargılarımızı da degiştirmektedir. Kültürün, dolayısıyla bunun doğal taşıyıcı unsurları olan sözlü ve yazılı unsurların – ki bunlar halk edebiyatı ürünleridir- gücünü fark eden uluslar güçlü kültürün zayıf kültürü yok etmek istediği bir düzeni kurma çabası içine girmişlerdir (Pilancı, 1998: 19). Örneğin Amerika Birleşik Devletlerinin ünlü siyaset bilimcisi Samuel Hungtington, “Medeniyetler Çatışması” adlı eserinde “… Dünya çapındaki sosyal değişme ve ekonomik modernleşme süreçleri, insanları çok eski mahalli kimliklerden koparıyor. Bunlar aynı zamanda bir kimlik kaynağı olarak millî devleti zayıflatıyor ki bunda dilin çok büyük bir etkisi vardır…”(Hungtington, 1993, 34-36) derken aslında kimliğini kaybeden bireyin kimliğiyle birlikte bağımsızlığını, kültürünü, kültürünü oluşturan bütün unsurları da kaybettiğini söylemiyor mu? Nitekim içinde yaşadığımız toplumda baskın toplumların kültürleri, kendi kültürümüzü, ulusal değerlerimizi yok ederek yerine kendi kültürünün yazılı, görsel, sözel unsurlarını yerleştirmek ve geleceğimizle geçmişimiz arasındaki bağı koparmak istemektedir. Bu kopuş, kültürel anlamda tek tipleşen dünyada birey olduğunu zanneden kişilerin, içinde yaşadıkları topluma yabancılaşmasına yol açacak; sonunda ise toplumsal bölünmeyle karşılaşma kaçınılmaz olacaktır. Böylesi bir bölünmenin neticelerini tahmin etmek zor olmasa gerek. Pala’nın deyişiyle benim kültürüm senin kültürünü döver diyen insanlar hatta milletler görmek için çok da uzun zaman beklemeyeceğiz (Pala; 2005: 9). Önümüzdeki dönemde dünyayı yeniden şekillendirecek ve başta içinde bulunduğumuz coğrafyanın yaşayacağı medeniyetler çatışmasından en az zarar görecek olan uluslar, kendi halk edebiyatı ürünlerine dolayısıyla kültürüne sahip çıkan uluslar olacaktır. Bu sahip çıkışın yolu ise eğitimden geçmektedir. Çağdaş Eğitimde Halk Edebiyatının Yeri Ülkemizde 0-21 yaş arasında ve eğitim çağında olan 37 milyon kişi vardır( MEB istatistikleri). Bu kadar genç bir nüfusa sahip olmanın bir takım avantajları yanında dezavantajları da olsa gerek. Ülkenin ve toplumun çıkarları doğrultusunda yetiştirilecek bir kitle, o ülke adına güçlü bir silah niteliğinde iken; doğru bir şekilde yetiştirilmeyen bir kitle ise ülkenin karanlık yarınlara sürüklenmesinde en önemli etken olacaktır. Halk edebiyatı eğitimi, vatanını seven, ülkesinin maddi ve manevi değelerine sahip çıkan, dahası içinde yaşadığı toplumun kültürünü içine sindirip içselleştiren bir toplum yaratmanın ön koşulu olsa gerek. Nitekim Kavcar, “Edebiyat ve Eğitim” adlı yapıtında şöyle diyor: " En geniş ve en genel anlamıyla eğitim; çocuk olsun, genç olsun, insanda sosyal hayata ve çağa uygun tutum ve davranış değişikliği sağlamaktır. Eğitimin işlevi, topluma sağlıklı bir uyum yapabilmesi için insanı etkilemektir. Bu etkileme geçmişteki sosyal ve ulusal değerleri tanıtıp benimsetme, değerler ve hünerler kazandırma yoluyla olur. Çağdaş eğitimin amacı, dünü koruyarak yarını güven altına almaktır."( Kavcar, 1982). Şu durumda geleceğe güvenle bakabilmek için topluma ait kültürü nesilden nesile aktaracak olan halk edebiyatının, sözlü ve yazılı unsurlarını, o toplumu oluşturan bireylere benimsetip sevdirmek gerekmektedir. Başka bir deyişle, halkın, bu kültür ürünlerini meydana getirirken ortaya koyduğu dil bilinci, anlama ve anlatma becerisi, kıvrak ve ince zekâsı, düşünce gücü, ancak eğitimde bu ürünlerin kullanılmasıyla yeni nesle aktarılabilir. Böylece hem gençlerin bu kültür ürünlerini tanıması ve sevmesi sağlanabilir hem de Kavcar’ın deyimi ile dünü koruyarak yarını güven altına almak mümkün olabilir. Öte yandan Milli Eğitim Bakanlığı’nın hazırladığı 2005 yılı İlköğretim programında, Türk milli eğitimindeki iki önemli amacın altı çizilmektedir: “Öğrencilerin, millî, manevî, ahlâkî, tarihî, kültürel, sosyal ve sanatsal değerlere önem vermelerini sağlamak; millî duygu ve düşüncelerini güçlendirmek ve yazılı ve sözlü ürünlerle Türk ve dünya kültürünü tanımalarını sağlamak”. Bu haliyle, program üzerinde de olsa, halk edebiyatı unsurlarına önem verildiğini görebiliyoruz. Ancak aynı bilince ait yansımayı Türkçe dersi araçlarında gördüğümüz söylenemez. Folklorun gelişmiş medeniyetler açısından ne durumda olduğunu biraz daha açmamız, bu duruma ilişkin tespitlerimizin daha iyi anlaşılabilmesi için elzemdir. Bugün yüzümüzü döndüğümüz ve her alanda kendimize örnek aldığımız batıda, folklor disiplinin doğuşu coğrafi keşiflere kadar dayanır ( Yıldırım, 1998: 43). Yeni yerlerin keşfi ile birlikte keşfedilen yerlerde yaşayan insanların yaşayış biçimleri, gelenekleri, tarihleri bilim adamlarının inceleme konusu olmuştur. Batılı toplumlarda, Rönesans ve Reform hareketi ile birlikte halkın yaşantısına yönelik yoğun bir ilgi uyanır. Fransız ihtilali ile birlikte halk hayatının araştırılması ve milliyetin tespiti ehemmiyet kazanır (Yıldırım, 1998: 43). 1920’lere gelindiğinde folklor bazı üniversitelerde, daha çok zorunlu ders olarak okutulur (Dorson, 1984: 13). Ancak hızlı sanayileşme ve bireyselleşme diğer yandan son dönem ortaya konulan küresel dünya düzeni, halk biliminin gelişmiş ülkeler tarafından gelişmemiş ülkeler aleyhine bir silah olarak kullanılması ile günümüzde yeni bir boyut ve önem kazanır. Bu gücün farkına varan ülkeler hem kendi kültürlerini nesilden nesile daha sağlıklı bir şekilde aktarabilmek hem de diğer ülke kültürlerinin karşısında daha sağlam bir şekilde durabilmek için halk edebiyatı eğitimine özel önem vermişlerdir. Doğası gereği birçok halk edebiyatı ürünü, öğrencilerin özel ilgi duyduğu, tanımak ve üzerine çalışmak istediği konuları içermektedir. Bu alanda yapılan birçok araştırma, halk edebiyatı unsurlarının eğitim bilimi açısından uygunluğunu kanıtlamaktadır. Halk Edebiyatına Öğrencilerin Duyduğu İlgi İçinde yaşadığımız bu dönemde hayatın her kesimi adeta yabancı kültürlerin istilası ile karşı karşıyadır. Yeni nesil gençliğimiz, gerek görsel unsurlarıyla, gerek yazılı ve sözlü unsurlarıyla tam bir yabancı kültür kuşatması altındadır. Gençliğimiz kendi öz kültürü olan halk edebiyatı ürünlerini yeterince tanımamakta ve geçmişi ile olan bağlarını kullanarak yüzünü geleceğe dönmeyi bir türlü becerememektedir. Ancak bunda gençliğin ilgisizliğini veya halk edebiyatı ürünlerini derslerde okumak istememelerini gerekçe olarak gösteremeyiz. Zira yapılan araştırmalar gösteriyor ki, özellikle ilköğretim çağındaki çocuklarda, kültürün ana taşıyıcısı olan bu sözlü ve yazılı eserlerin gerek türlerine gerekse konularına yönelik yoğun bir ilgi söz konusudur. Örneğin Kantarcıoğlunun yaptığı ve çocukların yaşlarına göre okuma eğilimini gösteren bir araştırmanın sonuçları aşağıdaki gibidir. A. 6–7 yaşlarında: Kısa, bol resimli, konuları hayvanlar, devler, periler olan masallar. B. 9–10 yaşlarında: Masallar, alet ve icatlar, meşhur adamların yaşamları. Bunların yüzdeleri şöyledir: % 32 savaş ve casusluk % 29 okul ve spor % 16 izcilik % 23 sergüzeşt C. 12-15 yaşlarında: Bu çağ okuma çılgınlığı devresidir. Bunların yüzdeleri şöyledir: % 37 ev yaşamını anlatan çalışma ve masallar % 15 okul yaşamını anlatan masallar % 6 peri masalları % 7 aşk öyküleri % 6 tarihi konular % 29 diğer, çeşitli konular (Kantarcıoğlu, 1991: 26). Nitekim halk hikâyelerinin konuları da genellikle aşklar, savaşlar ve kahramanlık hikâyeleridir. Üstelik halk hikâyelerini meydana getiren olaylar gerçek veya gerçeğe yakındır. Bu durum hikâyelere tarihî olma özelliği de katar. Kahramanlarının başından geçmiş gibi görünen pek çok olayda olağanüstülükler vardır (Alptekin, 2005: 31). Sihirler, gulyabaniler, devler, periler, efsaneler asıl konunun içinde var olan belli başlı motiflerdir. Kantarcıoğlunun yaptığı araştırma sonuçlarının da gösterdiği gibi kültürümüzün taşıyıcısı olan sözlü ve yazılı halk edebiyatı unsurlarının içerdiği konu ve türler, dönem dönem farklılık göstermekle beraber, her yaştan çocuğun ilgi ve merakını çekmektedir. Ders programları düzenlenirken ve anadili eğitiminin temel aracı olan Türkçe ders kitaplarında kullanılacak metinler seçilirken, çağdaş eğitim anlayışının bir gereği olarak öğrenci odaklı yaklaşım benimsenmelidir. Bireyin ilgileri ve gereksinimleri doğrultusunda yapılacak bir seçim şüphesiz her açıdan elde edilecek sonuçların daha olumlu olmasını sağlayacaktır. Böylece geleceğimizin teminatı olan çocukların gençlik dönemine gelinceye değin halk edebiyatı ürünlerini dolayısı ile geçmişini daha iyi tanıyan ve benimseyen bireyler olarak yetişmelerini sağlamak olanaklı kılınabilecektir. Doğal olarak bu, toplumun bireylerinin, iyilik, adalet, hoşgörü, saygı, yardım gibi kavramları içselleştirmesine de yardımcı olacak önemli bir adım olacaktır. * bekir ince, sebahattin köklü, "çağdaş eğitimde halk edebiyatının yeri- şirvan şah ve şemail banu" cinius yayınları, istanbul, mart 2009
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Bekir İNCE, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |