Bulanmadan ve donmadan akmak ne hoştur. -Mevlânâ |
|
||||||||||
|
Hayat bazı bazı vuruyor suratımıza görmek istemediğimiz görülmesi gerekenleri. Siyasi görüşler, ideolojiler, dünya görüşleri, vs… aramıza ne kadar da çok mesafe koymuşuz meğer! Meğer biz bizi bulmaya çalıştıkça uzaklaşmışız bizden, atmışız bir kenara ne varsa kendimizden. Hayatın etrafımızda döndüğünü düşünüyorken, hayat geriye bıraktıklarımızın etrafında dönüyor; hayatı kendimizin kendiliğine ulaşmış, kendimizden kopardıklarımız döndürüyor. Her zaman olduğu gibi yine aynı gaflete düştük; hayatın anlamını aramaya çıktığımız bu yolculukta uzaklara gitmemiz beyhudeymiş, anlam hayatımızın hemen yanı başındaymış meğer. Anlam basit gördüğümüz hayatların umut yüklü bekleyişlerindeymiş. O küçücük tek odalı evlerinde, daracık çadırlarındaymış… Endişe ve stres dolu çıktığım bir yolcuktayım. Özümün ait olduğu özlem hülyalarının pembe olmaktan çok uzak bilakis kıpkırmızı bir gerçeklikle tüm ruhumu sardığı bir yolculukta. Yollar böyle bir şey işte. Ve eğer kaybolursak bir gün yapılması gereken en güzel şey; tüm çılgınlığıyla bilmezliğe doğru yönünü çevirmiş, delidolu ve girdikten sonra çıkması mümkün olmayan bir yola girmek. Ya bizi kaybedecek; ya da bizi bize götürecek. Ya kendimizi bulacağımız, ya da kendimizden geçeceğimiz bu yollarda. Yol; o kadar duygusuz, o kadar taş kalpli ki: bunca kahrıma rağmen hiç tereddüt etmedi ve ilerledikçe ilerledi. O kadar sivri dilli, o kadar patavatsız ki; aniden çıkarıverdi karşıma beni çıkmazlara sürükleyecek olan gerçekleri. Çocukluğumu, küçüklüğümü, önümü kestiğinden dolayı kendisinden öte başka bir hayalim olmayan dağları ve daha nice küçüklüğümün büyük küçüklerini, haykırmaktan hiç çekinmeden, utanmadan çarptı yüzüme. Büyüdükçe hayaller de küçülüyormuş meğer. Her şey düşlerle başlıyor ama hüsranlarla devam ediyormuş meğer. Meğer hazan en çok hüzne değil; insana yakışıyormuş ve en çok ümitlerin seyrekleştiği yerde seyir ediyormuş. Yollar o kadar alışık ki kendisinden bir şey istenmeye; artık duyarlılıklarını yitirmişler yollar. Her isteyene tamam diyip geçmeye… Beklentilerini yollardan ümit eden benim gibi umut fakirlerinin hüsran tarlası yollar. Bazen hazin hazin söylenen bir türkünün yanık dizelerinde, bazen acı acı feryat eden bir bebenin annesinden işittiği şefkat kokan ninnilerinde ve bazen de buram buram hasret kokan bir sevgilinin umut dolu gözlerinde başlar yollar. Buna mukabil bazen de tam bu noktalarda son bulur. Bazen bir otobüs biletinin arka yüzünde, bazen bir telefonun karşı avizesinde ve bazen de bir evladın serzenişlerinde başlar yollar. Ve yine bazen de tam bu başlangıçlarda tükenir yollar. Çoğu zaman bir çizgi gibi net bir başlangıcı olsa da, ne başı bellidir ne de sonu. Bazen tam bir muammadır yollar. Ve bazen gurbetin diğer adıdır yollar. Yollar; en çok da yalnızlara yoldaşlık yaparlar. Bazen hem bir izdir, bazen de bir arkadaştır yollar. Kimine göre ‘ince, uzun ’, kimine göre ‘ömürden daha uzun’. Ama bana göre hem ince, hem uzun, hem de ömürden daha uzun. Bazen de göz kapayıp açmaktan daha kısa daha yakın. Görmek istediklerimizle aramızda ince bir kıl olur. Yürünmeyecek kadar ince ve uzun. Görmek istemediklerimizle; ölümlerle, ayrılıklarla ise aramızda bir şimşek olur. Çakıp söner; bir ayağımız uzaklardadır, bir ayağımız da acılarımızın yanı başında. İşte bu kadar çok şeydir yollar. İşte hayat denen bu çizgi, yolların bir parçası, birgçlgesi. Belki de yolların ta kendisi. Yürüyoruz, yürüyoruz… Ama ne yol bitiyor ne gidilecek yer çıkıyor karşımıza. Bazen patikalarda, vazen geniz otobanlarda, bazen dağ sırtlarında, bazen dik yokuşlarda, bazen sarp inişlerd ilerlemek , ilerlemek… Senin gibi, benim gibi, çiçek gibi, çocuk gibi sonunu göremediğimiz ama sonunu hissettiğimiz bu yol da bitiyor işte. Zaman bir yol, hayat bir yol, gençlik bir yol, düşünclerin bile bir yolun bir parası olduğu; hatta o da hayat gibi yolların kendisi olduğu bi dipsiz kuyular, bu keskin kılıçlar, bu zor imtihanlar bitiyor işe. Ve hepsi yanyana geliyor yavaş yavaş. Ve hepsi birleşiyor yavaş yavaş. Ve hepsi bir yere ; ‘O’na çıkıyor. ‘O’na giden yollarda sürünerek gitsek de, yerlerde gitsek de, çarparak gitsek de ‘O’ na gitmek, ve yolların en büyük hasleti; ‘O’na götürmek bizi… Mevlüt KARAKAPLAN
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © mevlüt karakaplan, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |