..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Anlamak beğenmenin başlangıcıdır. -Spinoza
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Bireysel > CAHİDE GÜÇLÜ




20 Temmuz 2012
Tamamlanmamış Öyküler  
CAHİDE GÜÇLÜ
_Bütün yazıcılar korkuyla uyanır sabahlara. Kur’a çektik, terk ediliş bana düştü ey dünya!_


:BJBB:
_Bütün yazıcılar korkuyla uyanır sabahlara.
Kur’a çektik, terk ediliş bana düştü ey dünya!_

Kapısının yumruklandığını işitti. Dışarıdan gelen uğultulara kulak verdi. Bu uğultular arasında kendisi hakkında söylenenleri seçmeye çalıştı. Kimdi bunlar, neler söylüyorlardı hakkında? İstedikleri neydi, kendi istediğinden başka?
Yazdıkları, söyleyemeden bıraktıkları… Yaşadıklarının hepsi bununla ilgiliydi. Suçluydu, yarım bıraktığı her bir öykü adına. “ Tamamla!” diyordu uğultular arasından anlam bulan sesler, “ Nasıl başladıysan öyle son ver yazdıklarına.”
Gözlerini duvarlarda gezdirdi. Bu sağır duvarlara mı benzemeliydi, onlar gibi duymaktan yoksun mu kalmalıydı bütün söylenenleri; içindeki gürültüleri bile kesmekten acizken nasıl susturabilirdi ki dışarıdakileri? Sahirlere yalvardı, şehirleri taş eden onu da taş edemez miydi?
Kapıyı açtı. Çanlar, davullar, ezan sesleri… Bütün kutsal ezgilerle beraber peşinden sürüklenen kalabalığa baktı. Okuyucularıydı. Öyle yakınlardı ki şimdi kendisine… Bir şekilde hepsini tanıdığını biliyordu, hiçbirini daha önce görmediğinden emin olduğu kadar emindi buna.
“Beklenen son geldi.” diye haber verdi okuyucuları arasından biri. “Cevap verebilecek misin dilden dile dolaşanlara?” diye sordu başkası. “Kaçabileceğin bir yer kalmadı!” dedi bir diğeri.
Hiçbir kaçış yolunun kalmadığını kendisi de biliyordu. Kaçmak, yorgunlukla eş tutulmuştu lügatinde ve zaten çok yorulmuştu. Yazıcıların kehaneti onun için gerçekleşmişti yüzyıllar sonra işte. İçlerinden kendisi seçilmişti ve artık bütün yazıcıların korkularıyla yüzleşmeliydi. Şimdi, nefesi herkesin nefesine karışmalıydı sadece, bu öykü tamamlanmalıydı.

Ellerini kalabalığa uzattı; okuyucularına. “Varın!”diye gürledi. Sesi bir saman alevi gibi önce parladı, sonra sönüverdi. Ses onundu. Titrediğini fark etti; ama ses yine de onundu. Devam etmesi gerektiğini biliyordu.
“Varın!” dedi yeniden öykücü okuyucularına:
_ Varın siz tamamlayın. Öyle ya, ben sizi söyledim. Sizde bulduğum ben’i. Hepinizi, kendimi. Aleni yataklık ettim düşlerinize. Gizlinizi ifşa ettim diye her çağda taşladınız beni. Her nasılsa kendimi ele verdiğimi, tekrarlardan ibaret kaldığımı vurdunuz yüzüme. Suçladınız her ne söylediysem ve her ne söylemediysem haksız olduğumu ortaya döktünüz.
“Tamamla!” dediğiniz öykülerim nasıl tamamlanabilir ki içimde bu kadar çok ses varken? Tamamlamak, ne demek kendim paramparçayken?
Biliyorum aslında. Sizin kadar ben de biliyorum, aslında hiçbir şey bilmediğimin. Öğrendikçe hiçbir şey bilmediğimin. Bilmek için yazdığımın, yazmak için öğrendiğimin ve aslında hiçbir şey bilmediğimin. Sizler biliyor musunuz?
Biliyor musunuz, ben yazarken, başıma neler geliyor? Kara atlı süvariler geliyor kara bir gecede. Atlarını ay ışığına asıyorlar, aydınlığımı çalıyorlar. Görüyorum onları. Bu sıcak mayıs baharında bir inilti gibi yüreğime düşüyorlar. Görüyorum onları ve suyuma bıraktıkları gölgelerini. Beynimde bir kılıç tutarak bekliyorlar. Bütün huzursuzluğumu ortaya döküyorlar. Terliyorum sorgularından. Katre katre üstüne düşüyor sözcüklerimin alnımdan akan terler. Sözlerimden marazlar doğuyor. Eğilip tutuyorum, çekip çıkarıyorum oldukları yerden belki hayata tutunur diyerek. “Hayata tutunmaya uğraşma, değmez.” diyor kara atlı süvarilerden biri. “Hayat ki vadeli hesabı olan bir bankadır. Senden biriktirdiğini katlayarak iade eder sana.” Ne ki ben kederi biriktirmekte ustayım, acıyı paylaşmakta bencil. Umursamıyorum öğütlerini. Oysa o kadar çoğalıyor ki marazlarım, hangisiyle uğraşmamam gerektiğini bulamıyorum.
Biliyor musunuz, ben yazarken kaç huzuru boğuyorum hıçkırıklar arasında? Kaç gecemi yırtınarak geçiriyorum? Leş kargalarını titreten ihtişam davullarını duyuyorum, dudaklarımda beddualarla. Geceleri sokağa çıkıyor düşüncelerim, ölümü içlerinde büyüterek ve korkarak silinmekten ayak izleriyle mezarlıklarda. Etrafa yayılan leş kokularını göğsümde öğütüyorum. Deliler ülkesinden haber geliyor bana fısıltılar halinde. İrin irin bir şeyler akıyor gözlerimden. Alıp kurtarmak istiyorum söyleyemediklerimi benliğimin mahreminden.
Biliyor musunuz ben yazarken kara, kapkara cellatlar rüyalarımı bölüyor. Rüyalarım, her biri benden bir parça. Ben kadar bana yakın, ben kadar benden uzak. Açıyor kelepçelerini rüyalarımın; kara, kapkara cellatlar çığlıklar atarak. Celladın görevi öldürmek değil mi? Öyleyse neden acıtıyor benliğimi? Gardiyanım susuyor. İsyan ediyor içimde azınlıklar. Dağılıyor hücrelerimden yüzlerce zenci. Geriye benden bir şey kalmıyor. “Ben benim” diyor hepsi.”Ben sen’im.”Biri kuyuma taş atıyor, kırkı çıkaramıyor. Peki; ama hangisi benim?
Lal’in pençesine düşüyor her bir parçam. Boş kalan yerlerimde yangınlar birikiyor. Ateş düştüğü yeri yakar, diyorum. Yanıyorum.
Biliyor musunuz, ben yazarken düşler içinde düşlere dalıyorum. Dipsiz uçurumlarından düşüyorum düşlerin, gafletin kucağına. Durmadan, soluk almadan… Sonu gelmiyor, sonu yok biliyorum. Öyle bir zamansızlık içinde. Zemin kayıyor, zemin yok. Saf bir gaflet karanlığı, inkarı tazeliyor.
“Hayır!” diyorum. “Bu benim düşüm değil. Bunu nereden çaldınız, bunu kimden çaldınız?” Uyanmak istiyorum. Eteğimi çekiştiren yüzlerce “ben” buluyorum etrafımda. Meallerine bakıyorum, hepsinin kendine meyli malum oluyor. Nereden çıkıyor bu bölünmüşlük?
“Yanılmış bir soruydu bu.” diyorlar. “Sobe!” Bir deli poyraz esiveriyor kesici soğuğuyla, sıcak mayıs baharında. “Yanılmış bir soruydu.” diyor bütün benlerim. Buram buram kavruluyorum. Kimsesizliğin yurduna sürüklüyor bu deli poyraz beni.
Düşümde yeni düşlere uyanıyorum. Gözlerimden bir bulut sıyrılıyor.” İşte rüyası çalınmış adam, işte yanılmış sorunun cevabı! “
Ötelerde, toprağa boylu boyunca uzanmış bir adam görüyorum. Etrafta acı bir koku… Bu korkunun kokusu, biliyorum. Yanına gidiyorum. Bana ne kadar da benziyor; ama bana ne kadar da benzemiyor. “Sen!” diyorum, senden kurtulmam lazım. Çünkü görüyorum seni, gördüğünde görüyorum kendimi. “Bulmak istediğin gibi bırak “diyor, “Bıraktığın gibi bul beni.”
Donup kalıyorum. Gözlerimde aynalar kırılıyor. Her kırıkta bir çocuk ağlıyor. Çeviriyorum yüzümü çocukluğumun kırılganlığına ve kuytu köşelerinde doğurup büyüttüğü hüznün sözcüklerine dokunuyorum. Yaşadıkça sızmış besbelli yarınlarına. Garanti belgesi olmayan bir hayat sunuyorum usulca alnından öperek. Sen, diyorum çocukluğumun solgun yüzü. Bulmak istediğin gibi bırak kendini. Telif hakkı alınmamış umutlar dik toprağına ve kırıklarını eteklerimde topla.
Nedir eteklerimde sürüklediğim uğursuzluk
Arkama dönüp baksam hep kasvet, huzursuzluk
Hangi sözcüğün eteğini kaldırsam çırılçıplak bir hüzün
İçimde hiçbir yerden alışılmadık kuşlar
Soluksuz, mecalsiz dokunuşlar
Çünkü, diyor bir yıldız. Sen insansın
Adem ile Havva’sın.
Yıldızım diyorum ne de düşüksün
Üstünü ört geceleri, üstünü ört, üşürsün.

Biliyor musunuz ben yazarken acıyı dilimde susturmak istiyorum.”Dilin kemiği yok.” diyorsunuz. Olsaydı diyorum, olsaydı da kırsaydım.
“Eksik kaldı öykün” diyorsunuz. Bırakın diyorum, eksik kalsın öykülerim. Münker ve Nekir yazsın.
“Tekrar etme kendini.” diyorsunuz. Tarih tekerrürden ibaret değil mi, diyorum. Kendime bir tarih düşürüyorum, tekerrür eden.
“Ele veriyorsun kendini.” diyorsunuz. Ben bana yetmiyorum ki diyorum, kendimi size vereyim.
İşte, sözüm burada bitiyor. Susuyorum, taşlıyorsunuz beni…
Sustu öykücü. Bütün kalabalıklığıyla beraber sustu. Sustu bütün okuyucular. Yüzüne yayılan aydınlık ve dudaklarındaki tebessüm ancak üzerindeki taşlar kaldırıldığında fark edildi.



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın bireysel kümesinde bulunan diğer yazıları...
İzdüşümü
Sol Yanım Ebabil Yükü

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Fahişenin Ölümü [Şiir]
Yalnızlık Söylencesi [Şiir]
Mesela Diyorum [Şiir]
ve Aşk... [Şiir]


CAHİDE GÜÇLÜ kimdir?

?


yazardan son gelenler

yazarın kütüphaneleri



 

 

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © CAHİDE GÜÇLÜ, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.