Tarihten öğreniyoruz ki tarihten hiçbir şey öğrenmiyoruz. -Hegel |
|
||||||||||
|
Odadaki herkes bir an düşman gibi görünüyor gözüme. Elinde mendil gözlerini silen annem, bir eliyle bedenimi güçle ve şefkatle tutup, bir eliyle saçlarımı okşayan babam, yanımda duran Vedat ve bir şeyler anlatan doktor, hepsi. Parçalayan, yıkan bir sesle bağırıyor, haykırıyorum. Biraz sonra bir hemşire koluma hoyrat, duygudan yoksun şekilde bir iğne yapıyor. 9 saat önce Hızla çıktığım ofisten aynı hızla otobüs durağına doğru yürüyorum. Vedat’la orada buluşmaya karar vermiştik. Bir an duraksayıp vitrindeki aynadan kendimi inceliyorum. Yeşil, bedenimi sımsıkı saran elbisem, onunla aynı boyda önünü düğmelemeyerek, elbisemin ve onun altın sarısı kemerinin görünmesine izin verdiğim siyah montum, ince topuklu bilekte biten kısa botlarım, aynı deriden portföy çantam ve özenle yapılmış makyajımla iyi göründüğüm kanısına varıp, karşıya geçiyorum. Etrafıma şöyle bir göz atıyorum, cadde her zamanki gibi işlerine yetişmek için oradan oraya koşuşturan insanlarla dolu. Ben yetişmem gereken yere yetiştiğim için, durup onları, bu koşuşturmalarını izlemek şu anda bana anlamsız bir keyif veriyor. Karşı kaldırımda saçı sakalı birbirine karılmış, yıpranmış giysili bir adam gelip geçenlere tuhaf tuhaf şeyler söylüyor. Normalde bu tip kaçıklardan korkarım ama onun karşıda ve kendi kaldırımındakilerle uğraşıyor olması benim korkmamamı sağlıyor. Kaldırımın başında siyah, gür, kıvır kıvır saçları olan esmer bir kadın beliriyor. Belli ki o da bir yerlere, koşarcasına yürümekte. Kaçık, kadına doğru parmağını kaldırarak: “ Hey sen! Kendini suçlamayı bırak! Ölümleri Tanrı yazar …” Kadın biraz yavaşlayıp çelik gibi sert, soğuk bakışlarla tepeden tırnağa süzüyor adamı. Ama adamın çok da umurunda değil bu soğuk bakışlar. Tam yan yana geldiğinde incecik bir çizgi gibi kıstığı gözlerinin arasından: “Tanrıya kafa tutmak demektir, senin kendini suçlaman” diyor. Kadın biraz duraksıyor, ama sonra büyük hızla uzaklaşıyor. Saatime bakıyorum, tam beş dakika olmuş. Kaldırımda diğerlerine nazaran daha ağır ağır yürüyen bronzlaşmış teniyle, dağınık saçları ve kömür karası gözlerinde yer yer hüznün sezilebileceği bir adam, kaçığın yeni avı oluyor. Spor, koyu renk bir pantolon ve deri bir mont var üzerinde. Kaçık adama teklifsizce yaklaşıp, sanki arkadaşıymış gibi: “ Niye olmuyor biliyor musun? Korkularının kapısı kapatamıyorsun, onlar ise yaşadığın her anı sarıp sarmalayarak bugününü tüketiyor! Pıhtılaşmış alışkılarından arındır içini ve özgüvenli ol artık, gidenler için üzülmeyi bırak bak saate nasıl akıyor ” Adam duruyor ve kısa bir süre kararsızlık yaşıyor, sonra kendine has bir edayla cebinden biraz para çıkarıp, içinden bir yirmilik uzatıyor kaçığa. Geriye doğru iki adım atıp almayacak gibi yapıyor kaçık ama adam itirazını kabul etmeden eskimiş montunun cebine sıkıştırıyor parayı. Daha fazla direnç göstermeyip alıyor. Adam ağır adımlarda uzaklaşırken ardından bağırıyor: “Uykusuzluğunu da takma bu kadar kafana, uyumak için değil zaten hayat!” Adam kafasını çevirip tekrar bakıyor kaçığa. Belli belirsiz bir tebessüm var dudaklarında. Elini hafifçe başına kaldırıp selam verir gibi yapıyor. Sonra geldiğinden daha karışmış,daha usul devam ediyor yoluna. Adamın tavrı beni de yüreklendiriyor. Kaçığa “Hadi bana da bir şeyler söyle!” der gibi bakıyorum. Sonunda istediğim oluyor ve beni fark ediyor. Göz göze geliyoruz. Işık ışık gözlerindeki ışıltı kayboluyor, yüzünde tuhaf bir ifade beliriyor. Gözlerini kısıp bir şeyler izler gibi, bakışlarını yüzüme dikiyor. Geri geri giderek sırtını duvara yaslıyor. Derin bir iç çekişle belli belirsiz bir şeyler söyleyip bulunduğu yerden uzaklaşmaya başlıyor. Öyle merak ediyorum ki dediklerini şayet o anda telefonum çalmamış olsa, bileğine yapışıp “Dur bir dakika” bile diyebilecek gibiyim. Arayan Vedat. Beni lokantada beklediğini söylüyor. Burada buluşacağımızı unutmuş olmalı her halde, deyip bir taksiye biniyorum. Ve en son şoföre adres tarif ettiğimi hatırlıyorum. ….. Kendime geldiğimde karşı kaldırımdaki kaçık geliyor “O biliyordu” diye bağırıyorum,” biliyordu.” Yanımdakiler bacağımın ağrı ve üzüntüsünden ne söylediğimi bilmediğim inancıyla beni sakinleştirme çabasında. Etrafımdaki kalabalığı ikna edemeyeceğimin ayırdına varınca bunun bana nasıl olduğunu sormak aklıma geliyor. Bir terör saldırısı olduğunu öğreniyorum. Cezbe Derketo
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2025 | © Cezbe Derketo, 2025
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |