"Küle değil, ateşe üflemelidir." -Divanü Lügat-it Türk, Savlar |
|
||||||||||
|
Elime kalemi alıp bir yazıya başlamayalı o kadar uzun zaman oldu ki hem kalemi hem kağıdı unutmuş gibiyim.Bu iki nesne Tek başlarına düşünüldüklerinde ne kadarda anlamsızlar.Ama ikisinin bir araya gelişleri insana nasılda yeni dünyalar açıyor. Ya da nasıl da yeni dünyalara yolculuklar başlıyor.Bazen ürperiyor insanoğlu bu yolculuklara çıkmaya.Ama biliyor ki insan olmanın en temel koşulu korkmamak yeni yolculuklara çıkmaktan.Hele bu yolculuklardan biri kendi içine doğru gidiyorsa daha bir gayretkeş olmalı.Hep tersi olur nedense en korkulan yolculuk kendi içine olan yolculuk olur.Korkular,kaygılar, heyecanlar hep bu yolculuk öncesi başlar.Tıpkı şimdi üzerimde oluşan ruh hali gibi;büyük bir sınav öncesindeyim sanki,korkular bir tarafa her yanım titriyor göğüs kafesimin daraldığını hissediyorum. Evet korkuyorum! Evet heyecanlıyım! Evet ürkeğim! Ama ne fayda ki bu yolculuğa çıkmak gerekiyor.Kağıdın ve kalemin valsine katılmak gerekiyor,bu tınıyı hissetmeli insan;elleri uyuşmalı, beyni karıncalanmalı.Cümleler korkunun ve heyecanın etkisiyle nasılda trajik olmaya başladı. Acaba beni bu vals öncesinde korkutan nedir?Yeterince üretememek mi ya da kendimi ifade edememek mi?Sanırım Bu soruların cevaplarını en iyi bulacağımız yer yazının kendisi olacak.Merak ediyorum kalem ve kağıt beni nereye götürecek? Biliyorum bir an önce yazıya geçmeliyim,İçimden bir ses bu girişi ne kadar uzatırsam o kadar rahat olacağımı söylüyor bu yolculuk esnasında.Kolayda değil hani yıllar sonra eline kağıdı kalemi alıp yazı yazmaya çalışmak.Ne garip İstanbul’a gelirken Hedefim tamda buydu.Oysa nasılda savrulmuşum olmak istediğim yörüngeden.Neden böyle bir isteğim vardı bilmiyorum.Belki de içimde büyük bir yazar ruhu vardır!Sanırım sizde satırlar ilerledikçe bu ruhun farkına varmaya başlayacaksınız!Nasılda çaba sarfediyorum yazmak istediğim konuya girmemek için;aslında yazmak istediğim birçok konu var .Bunların arasında uzun zamandır tartıştığımız ve kafamı kurcalayan esas konu ise işte şimdi geliyor. Hayatın bir anlamı var mıdır?Yaşam kendiliğinden akıp giden deli bir nehir midir?Bu akışkanlığın içinde biz neyiz?Akıp giden yaşam bizim mi?Biz mi bir rüyadayız yoksa yaşam mı rüya görüyor?Kısacası yaşamın anlamı nedir? Bu konuya girmeden belirtmek isterim ki bu yazı okuyucuya ulaşana kadar elimde tutmuş olduğum kağıdın ve kalemin efendisi benim.İşte o sebeptendir ki kalemi istediğim gibi kullanıp konuyu istediğim yöne ve yere çekerim.Bu efendiliğim yazı sizlere ulaşıncaya kadar sürecektir.Yazının sizlere ulaştığı andan itibaren efendiliğim biter.İşte o zaman yetkilerimi herkesle paylaşırım. Yaşamın anlamı nedir sorusu belki de çok sonra sormam gereken bir soru.Önce yaşam nedir sorusunu sormak gerekiyor mu?ya da yaşam nasıl başladı?Gibi sorular bu yazıda olmalı mı bilmiyorum.Bence bu soruları fencilere bırakalım sanırım onlar bu sorunu daha kapsamlı inceleyebilir. Biz tekrar yaşam denilen örgütlü ve karmaşık yapının bir anlamı ve amacı olup olmadığına dönelim. Vardır diye düşünüyorum;ya da olmalıdır.En önemli anlamı soygunculuk yapmaktır belki de ya da yüzünü bile görmediğin insanlar için ölmekte yatar bu dev yapının anlamı.Yazı yazmaktır belki de yoksa dans etmek midir.Evet kesinlikle dans etmektir. Sevdiğin bir müzik eşliğinde seni heyecanladıran bir kadınla çılgınlar gibi dans etmektir.Düşünsenize nasıl koparsınız yer ve zaman denilen mevhumlardan,nasıl da ayaklanır içimizde bulunan tüm hücreler,nasıl kayboluruz kendi içimizde. Sahi biz bu yer ve zaman mevhumlarından kopmayı istiyor muyduk?Sanırım hepimiz bunu biraz istedik ve istiyoruz da. İşte o yüzden hayal kurmalarımız,o yüzdendir fallara bakıp dar vakitlerden kaçışlarımız.Zaten burası da olayın bam teli işte.Hangimiz çıkıp da ben bu olgulardan kaçmıyorum diyebilir ki.Kendi yaşamlarımızı öylesine sığlaştırıp gerçekleri yaşanmaz hale getirdik.Oysa biz değil miydik kaçtığımız gerçekleri yaratanlar?Yarattıklarımızdan bu kaçış neden öyleyse?Siz hiç yarattıklarından kaçan bir tanrı duydunuz mu.Eğer duyduysanız o tanrının tanrılığı nerede kaldı.Peki bizim insanlığımız nerede kaldı?Yoksa biz artık sadece yiyip,içip,sevişen içleri kariyer hırsıyla dolu birer hayvan mıyız? Tam da bu noktada hepinizin yüzündeki o trajik gülümsemeyi görür gibiyim.Ne garip şu insanoğlu kendisine böylesine ağır bir itham varken bile gülebiliyor.Siz hiç eşek denilen bir köpeğin güldüğünü gördünüz mü?Göremezsiniz çünkü her yaratık kendi benliğinin farkındadır.Tek bir yaratık benliğinin farkında değildir;biziz işte o yaratıklar.Her yazı da illa ki bir çözümleme ya da bir cevap olmalı mı ben bilmiyorum.Ama bildiğim tek bir şey var o da tanrılaşmanın zamanının geldiği.Bunun tek yolu da insanlaşma sürecine dönmemiz.İnsanlaşmak diyorum duyuyor musunuz beni?Açın artık kulaklarınızı daha da önemlisi yüreklerinizi. Bırakın artık geniş zamanlar beklemeyi bu yüzden tüm vakitleri kaybediyoruz.Atın artık üstünüzden bu ölü toprağını.Daha o kadar çok keşfedilecek şey var ki,deniz bitmedi halen. Biliyorum gülüyorsunuz ama buradan bakınca bir tanrı olarak asıl ben sizlere gülüyorum.Ben yarattığım gerçeklerden korkmuyorum ve gittikçe daha büyük bir tanrı oluyorum.Çünkü daha güzel bir hayat yaratmaya çalışıp daha insancıl gerçekler yaratıyorum.Bu kahrolası yılgınlık çarşafını yırtıp üretmeye başlıyorum. Sahi neydi yaşamı n anlamı? Belki de üretmektir.Evet burada biraz durup bu kavram üzerine düşünmek gerekiyor. ÜRETMEK ! İnsanca üretmek,insanı üretmek.Dergimiz de yazan arkadaşlardan birisi tartışılacak birçok kavram var diyor.Bunların başındaysa ‘dil’ sorununu koyuyor.Oysa tatışılması gereken ilk kavram insan değil midir? İNSAN ! Nedir insan?Bu başlı başına tartışılması gereken bir konu.Sahi biz neyiz? Sevgilerimiz,hayallerimiz,amaçlarımız,paylaşımlarım ve umutlarımız vardı.Farkında mısınız bilmiyorum ama onlar artık” o güzel atlara binip çekip gittiler”biz kaldık geride soysuz ve ne olduğu belli olmayan ucube yaratıklar gibi.En kötüsü umudumuzda yok artık.Nasıl ve nerede kaybettik o güzelim erdemlerimizi? İnsan insanın dayanağıdır.Haydi gelin Hobbes’i yalan çıkaralım ne diyordu insana inanmayan ve güvenmeyen bu düşünür “insan insanın kurdudur” ...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © hüseyin, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |