Yaşam kısa, sanat uzun, fırsat aceleci, deney aldatıcıdır. -Hippokrates |
|
||||||||||
|
Ama o bunları görmezdi, belki de hazır bir yemek gibiydim onun için, ve yemeğin nasıl hazırlandığı ya da lezzeti onun için önemli değildi sadece karnı doyuyordu, önemli olanda buydu. Sabahları bir saat daha erken kalkardım, ona kahvaltı hazırlamak, giysilerini ütüleyip onu işe hazır hale getirmek ve güler yüzle uyandırmak ilk görevimdi. Görev olarak ta görmezdim zaten bunu, isteyerek ve zevk alarak yapardım tüm bunları. Gülen gözleri benim için yeterliydi, en büyük mutluluk kaynağım olurdu… Akşam iş dönüşü onun için bir şeyler yapma çabasıyla evi ve kendimi en güzel hale getirip coşkuyla beklerdim. O ise bunları görevim olarak görürdü. Ve ben bunu çok sonraları anladım… Anladığımda yüreğimde bir yangın başladı, yeşermiş sevdamı, her kelimesi ağır ve güçlü bir ateşle yakıyordu. Sevdamı kurtarma telaşıyla elimden gelen tüm gayreti göstererek, ona sevgi sözcükleri sunuyordum. Ama nafile… Yalnızlığın tam ortasında bir kuyunun dipsiz karanlığına bakar buldum kendimi, artık elimden tutacak kimse olmadığını görüyordum, hepsi bir bir gitmişti zaten, tanıdığım bildiğim değer verdiğim hiçbir şey yoktu. Onun uğruna kaybettiklerim… Şimdi son bir kelimeyi bekliyordum beni dipsiz karanlığa itecek olan. Artık yaptığım hiçbir şeyi beğenmiyor, giydiklerimi sürekli eleştiriyor, arkadaşlarımı sevmiyor hatta onlarla tanışmak bile istemiyordu. İpler kopmuştu ve onunla aramızda büyük bir dağ oluşmaya başlamıştı, sevgime geçit vermeyen… O beni seviyor muydu? Bu soruyu defalarca sordum kendime. Seviyor diye avutuyordum ve güzel günleri düşünüyordum teselli etmek istediğim anlarda kendimi. Parkta beni ilk öpüşü geliyordu aklıma, nasılda titremiştim kollarında. Şimdi o kollar beni kucaklamıyor, bense onların özlemiyle ve bir çift tatlı bakış görebilmek ümidiyle çırpınıyordum. Yaşamanın ne anlamı vardı, sevdam beni gözlerimin önünde terk eylemişti. Derdimi diyecek bir dost yoktu, göz yaşlarım akmaktan kurumuş, yüreğimdeki yangın bir damla bırakmamıştı. O gün son verecektim artık, yüreğimin çığlıklarına… Hayatıma başka bir yön çizmeliydim. Onun bana ihtiyacı kalmamıştı ve bir yerlerde mutlaka bana ihtiyacı olan ya da değer verecek insanlar olmalıydı. Belki küçük bir çocuk bekliyordu sıcak bir kucağı ya da sevgiye susamış bir gönül vardı bilmediğim uzaklarda… Ve sevdamı kurban etmeliydim, aramızda saygısızlık olmadan ve değerlerimizi yitirmeden kendi dünyalarımıza yelken açmalıydık. Zaten farklı denizlerde yüzüyorduk, öyleyse ben yelkenlerimi rüzgara göre ayarlamalıydım, onu kendi deniziyle baş başa bırakarak. Bunu ona anlattığımda; beni dinledi sessizce ve “nasıl istersen” dedi. Bu bitişin onu sarsacağını sanırdım ama, o da farkındaydı demek ki gizli sonun. Sonra bir yemeğe çıktık beraber aylardan sonra ilk defa, baş başa… Elveda yemeği… Oysa ki biz yeni tanışmış liseli gençler gibiydik o gece… Gülüp, konuşuyor, paylaşamadığımız bir çok şeyi anlatıyorduk. Gözleri gitme kal diyordu… Gitme diyemiyordu, deseydi gider miydim bilmiyorum, çok geçti artık, gemim limandan çıkmıştı bir kere, geri dönmemek üzere…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © İlknur Oğuzlar, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |