Tanrı insanı yarattı, insan da sanat yapıtını. -Oscar Wilde |
|
||||||||||
|
Yağmur yağacak.. Sonbahardan elini eteğini çekmeye başlayan gri gökyüzü, kışa yağmurlu ve soğuk bir merhabaya hazırlanıyor. İşte, yağmura gebe bu gökyüzü altında kentin uzak, eski ve sessiz mahallelerinde dolaşmak istiyor yine yüreğim. Dış cepheleri solgun sarı ve küskün beyazla sıvanıp boyanmış, dar sokaklarında kendisine emanet edilen yalnızlığı bekleyen, yine bu sokaklarda bir hayalet gibi dolanan ıssızlığın doğurup terk ederek kapı önlerine bıraktığı hüzünleriyle, duvar diplerine sinmiş ve kendi gölgeleriyle oynayan kedileri bile yalnız olan eski mahalleler..Yo hayır, kalabalık, gürültülü, önceleri derme çatma barakalarıyla utangaç, sonraları üstlerine kat çıkılarak apartmanlara öykünüp kente meydan okuyan gecekondu mahallelerinden bahsetmiyorum. O kenti doğuran ama sonraları ihtiyarlayıp minicik kalan yaşlı teyzelerle, onun boyunu kat be kat aşan evlatları gibi, asıl kentin bir köşesinde ayakta kalmaya çalışan, ihtiyar semtlerden, yaşlı mahallerden, kentin tarihini omuzlarına yüklemiş o eski evlerin olduğu, başında hep eski sıfatı olan yerlerden bahsedeceğim. Tarihi olduğu için imar izni verilmemesi nedeniyle ya da şehre uzak ve rant olarak pek değerli olmadığı için kalabalık ve uyanık bir ahalinin rağbet etmediği yerlerdir, bu yüzden sokaklarında eski insanlar ve tek tük çocuklar görebilirsiniz. İlkin, sokağa bakan pencerelerini perdeleriyle sıkı sıkı örtmüş bir eve rastlarsınız. Göz kapaklarıdır perdeler bu evlerin, gözlerini kapayıp uykuya daldıran. Biraz yaklaşınca uyumadığını anlarsınız bu evin, duvarının çatıya yakın tarafından dışarı çıkartılmış bir borudan havaya salınan ince bir dumanı fark ederek. Belki küsmüştür yaşama,belki de sadece gözlerini dinlendiriyordur bu ev. Belki de kapısını çalacak dost bir yüz, bir tanrı misafirine hasrettir,öylece bekler. Avuntusudur beklemek, avunduğunun kanıtıdır o dışarı savrulan ince duman. Hiç postacı uğruyor mudur, mektup bırakıyor mudur diye düşünürsünüz o eve. Bir zamanlar içinde barındırdığı,sonra onları kente,başka kentlere,çok katlı bloklara kaptırdığı insanları vardır mutlaka,bu yüzden küskündür,yalnızdır dersiniz. Önüne kadar gelip çalmak istersiniz kapısını,sırf yalnız değilsin demek için ama biranda geri çekilir,saygı göstermeniz gerektiğini hissedersiniz bu yalnızlığa,uyandırmamanız gerektiğini düşünürsünüz onu bu avuntudan. Belki de korktuğunuz için çalmazsınız kapıyı,evin yalnızlığının,avuntusunun yüreğinizdeki kendi yalnızlık ve avuntunuzla benzer olmasından dolayı korkuya kapılarak. Yüzleşmekten ürkersiniz kendi yalnızlığınızla. Kapıyı açanın siz olmanızdan,zaman geçtikçe böyle bir eve benzediğinizden,yıllardır kapınızın çalınmasını beklediğinizin o an farkına varır ve bundan dolayı korkarsınız. Uyumak istersiniz birkaç basamaklı merdiveninde kıvrılarak,sadece uyumak ve unutmak,bu evi,bu yalnızlığı,bu küskün avuntuyu. Birbirine benzeyen ve gittikçe gölgelerinin belirsizleştiği bu evler,sokaklar,insanlar,çocuklar,kediler geride kalmaya başlar her attığınız adımda. Yavaş yavaş akşam karanlığına gömülen sokaklar,kasvetli gri gökyüzü,yağmur sıkıntısı,sarhoş etmeye başlar her yerinizi.. Biran önce buradan çıkmalı,sevmediğiniz o kentte ulaşmalısınız yeniden. Bu ıssız,hüzünlü,küskün evlere bağlanıp kalmaktan,bir duvar dibine çöküp sızmaktan korkarsınız. Çok sevdiğiniz ama aşık olmaktan korktuğunuz insandan kaçar gibi,uzaklaşmaya başlar bedeniniz. Yine de ruhunuz ardında bıraktığı evlere bakar. Önünden hızla geçtiğiniz her ev,her insan için,biraz önceki gibi öyküler kurgulamaya devam edersiniz ama artık o öyküler gittikçe bulanıklaşmaya,birbirine karışmaya başlar. Gölgenizin bile size ait olduğuna inanmaz,yabancılaşırsınız. Ve her adımda gölgeniz,evlerin,insanların gölgelerine birer parça bırakır sanki,kendinizden bir şey bırakma,bir armağan verip onları avutma isteğiyle. Parçalanırsınız,gölgelere dağıttığınız gölgenizle. Onlarda karşılıksız bırakmaz bu hediyenizi. Bir anlık görüntülerini bırakırlar yüreğinize ve bir dahaki gelişinize kadar emanet ederler onları size! Suskun pencereler,dökük bacalar,ince bir duman,solgun sarı,çengelli iğnedeki nazar boncuğu,mavi kazaklı çocuklar,ihtiyar adam,ihtiyar kadın,karafakiden rakı,muhayyer faslı,bilyeler,çalınmayı bekleyen kapılar,kediler,duvar dipleri,su birikintileri,saksısına saklanmış çiçek,yaşlı teyzeler,gümüş şekerlik, bonbon şekeri, seksek, bisikletli çocuk, yağmur, soğuk vs. Orada gördüğünüz ya da görmeyip de kurguladığınız onlarca görüntü, ses, duygu, tını doluşur beyninize. Kaçmalı artık bu her parçalanışında gittikçe yekpare olan anıdan, görüntülerden, seslerden... Kaçmalı çünkü peşinizden koşarak gelir herşey, ağlayan ve sizi çok seven,sizinde çok sevdiğiniz minik bir çocuk gibi...Gir artık evine minik çocuk, üşüyeceksin bak! Hadi artık! Yağmur yağacak...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Fırat Y., 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |