..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Kötü insan korkuya itaat eder, iyi insan sevgiye. -Aristoteles
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Soyut > Oğuzhan Erdurak




7 Mayıs 2004
Alessabah ile Barudi  
"Varoluşun İlk Altı Ayı"

Oğuzhan Erdurak


Varoluşun ilk altı ayında iki insanın iç durumları, birbirleriyle ilişkileri ve hakikati arama çabaları...


:BHBH:
Güneşi ilk farkeden yerlerin birinde Alessabah adında bir bedevînin çöle ve güneşe, dile ve yazıya, aşka ve akla, dahası bütünü oluşturan, kapsayan arşa ve arza yansıyan ruhundaki esintileri, kuzeyin kutbundaki Barûdi isimli bir kar adamına anlatımıyla başlar, doğu insinin geçmişi ve geleceği...
Alessabah güneşin ilk dokunuşuyla vücud bularak, önsel aşkı, doğayı, dili ve aklı kullanmayı öğrenmiş, daha sonraları bununla yetinmesinin tatminsizliği nefreti, şehveti, sarhoşluğu ve karanlığı getiren geceyle buluşmuş bir bedevidir. Bu düalist yapının içinde oluşturduğu çelişkileri akla ve yüreğine dayanak çözümlemesinin sonrasında anlatma ve paylaşma hislerinin ateşlenmesiyle aramaya başlamıştır kendi neslini öncesini ve sonrasını.
Barûdi yalın bir geceyle pekişmiş soğuk tininin getirisi olan korunaklaşmış kar evinin içinde bunun çıkış noktasını arayan, buzul hayvanlarının kanıyla beslenen, aslolan sıkıntının sebebine akılcıl nedenler üretmeye çalışan, ama her geçen gün bulduğu nedenlerin çöküşüne tanıklık eden kendine ve çevresine öfkeler duyan, lanetler yağdıran bir kar adamıydı.
Alessabah zaman gecikdikce; zamanı anlamayı, çölde savrulan kum tanelerinin, büyük taş parçalarının içinde barındırdığı kuntun bir simgesi olduğunu, güneşin varlığıyla gölgeyi, gölge ile zamanı anlatmayı ve çevresindeki türlerle iletişim kurmayı öğrenmişti. Kendi türünden yoksun olması hakikati aramaya sebep olmuştu. Kendine benzeyen bir çok canlı gözlemlemişti, ama rahatlamak adına, içsel huzurunun damarlarında dolaştığını sanma adına, bu canlılara hiçbir zaman kendi türü gibi yaklaşmamıştı. Güneş kadar bir hakikati aramaya çalışıyordu kendinden yansıyan. Kendini tanıması, ellerinin ve ayaklarının, topraktaki gizemini kavraması bir çok canlıdan ayırıldığını, daha ötesi bastığı yeryüzünde üstün bir varlık olduğunu farketmesi, onu cesaret ve onur devinimine ulaştırmıştır. Anlamıştı Alessabah, durağan bir yeryüzünde olmadığını ve kendisinin de hakikati aramak adına gitmesi gerektiğini. Ama nerden başlamalı? Ya da nerden bitmeli ? Başlangıcı ve sonu var mıydı? Beyninin kıvramlarında hızla hareket ederken bu sorgulamalar, gözlerine yansımıştı. Gökyüzünü ve yeryüzünü hızla tırmalarken gözleri, bulmuştu gecenin içindeki en parlak yıldızın bir rehber olduğunu. Ve sözlü kültürün kapılarını araladı şu sözlerle:
“Ey! Gün ve Gece
Zıtlığınız bedenimde çizgilidir.
Ey! Arş ve Arz
Sunaklarınız beynimde gizlidir.”
Ve ağladı, çağlar aktı birdenbire ruhundan kayan gözlerine...
     Gözlerini toparladı ayalarında ve rehberini alarak gözlerine yürümeye başladı.
     Barûdi ise bu sıralarda kaldığı yerin önemini kavrayamadan yenilmişti, beynindeki yankıların mitlerine. Karanlığın boğduğu ve tırmaladığı bir et yığını olmuştu. Merakını ve anlamlandırma kabileyetini yitiriyordu, gecenin soğuk nefesinde kalakalmış koca bir buzul gibi. Bazan bir bozayı gibi yıkıyordu tuali tabiat olan çevresini, bazen yatağından kopan büyük bir çığ kütlesi gibi kapaklanıyordu yere. Bu anlık davranışları süslüyordu geceyi ve örtüyordu Barûdinin nefesini. Artık duyarlılıktan yoksun, kendi bedenine isyan eden ve yalnızca diriliğinin sürekliliğine köle bir varlık olmuştu Barûdi. Anlamlandıramadığı herşey onu sıkıyor ve onu sıkan herşeyi tepkisel bir güçle yokluğa göndermek istiyordu. Hatta bir keresinde Barûdi yüzünde uzayan saçaklara anlam verememiş ve hınçla yolmaya başlamıştı. Aldırmaksızın ve kanatırcasına yoluyordu yüzündeki saçakları ve bu son nokta olmuştu. Karanlıkta kaybetmişti Barûdi usundaki aynayı, içindeki tapınaklara kilitlemişti, anahtarı ise zamansız bir buzul gölüne savurmuştu. İskendere güç veren ve eğlendiren yavuklusu Tais gibi olmuştu doğası. Tabiata hükmettiğini sanarken esir düşürülmüştü tabiat tarafından! “Kendine bile aciz bir varlık nasıl olurda çevresine hükmedebilsindi...
     Barûdi bir güç arayışına, Alessabah ise bir hakikat arayışına girmişti.
     Barûdi yıkıntılarının altından kalkmak adına, Alessabah ise şeylerin varolma ereğini kavramak adına zamana hız vermişti. Alessabah koşuyordu rüzgarı arkasına alarak, Barûdi ise çöküyordu zamanın arkasında kalarak.
     Alessabah kuzeyin kutbuna gelene kadar çok şey öğrenmiş ve anlamıştı. Heyecanı ve konuşma arzusu rüzgarı olmuştu onun.
     Barûdi bütün sıkıntılarına son vermek adına bedenini bir kar yığınına gömmeye karar verdi bütün acı ve güç dolu vücuduna karşı. Sadece baş kısmı dışarda kalacak bir şekilde girdi kar mezarının içine. Alessabah bu zaman diliminde kuzeyin kutbunu gezmeye başlamıştı. yeni yeni keşfettiklerinin sürüklemesiyle gözlerini hızla dolandırmaktaydı çevresine. Ve Barûdi’nin başını farketti az ileride. Hızla yanına vardığında gözleri birbirini yakmaktaydı. Olabilir miydi? Burda kendisine eş bir tür... İkiside yeni uyanan insin rüyasının etkisi altında kalması gibi durdurmuştu gözlerini ve konaklamıştı birbirinin gözlerindeki rahimde.
Kırılmıştı zamanın zincirleri, kar mezarı erimişti, Barûdi’nin vücudunda dolaşan kaynayan kanıyla. Yıldızlar ürkek bir şekilde titremeye başlamıştı, ay kızıla bürünmüş, bütün doğa varlıkları seslenmeye koyulmuştu.Yakıcı bir korkunun içinde sevgiyi barındırır olmuştu yeryüzü. İkisinin derin derin soluklanmaları yankılanıyordu gökyüzünde.
     Barûdi şaşkın ve korkunç görünümüyle algılamaya çalışıyordu tebessüm dolu Alessabah’ın seslerini. Alessabah’ın sesleri bir çöl rüzgarının ılımlı teniyle dokunuyordu Barûdi’nin kulaklarına. Ona zarar vermeyeceğini anlamıştı ama neler olduğunu algılayamıyordu. Alessabah bütün yalınlığıyla kavradı Barûdi’yi ve çöl sıcaklığını taşıyan yüreğini koydu Barûdinin karanlıkta hapsolmuş soğuktan titreyen zihnine. Özgür bıraktı yaşlarını Barûdinin ayalarına... Ve Barûdi suratına çarptı avuçlarında biriktirdiği çağ taşıran yaşları ve siyahi yaşlar akıttı, geceden kayan. Alessabah’ın okyanus dalgalarına taşıdığı, kum fırtınalarına savurduğu sözlerini öğrendi. Ve siyahi kustu zamanı...
     Alessabah anlatımlarında hep güneşi kullanıyor Barûdinin buna kayıtsız olduğunu görüyordu. Ve seslendi Barûdi’ye :
     “Ey İns! Burası karanlık ve soğuk ruhunda yuva yapan kara kargalar misali. Benim geldiğim yer aydınlık ve sıcaktı sözlerimin anlamında yansıyan güç gibi. Orada kum taneleri çarpardı suratlarımıza burada kar taneleri, orada ağaç dallarından korunaklarımızı yapardık, burda buzullardan... Ama fark bu değil! (Ayı işaret ederek) Geldiğim yerde buna benzeyen, tenimin yakıcılığının sebebi, gözlerimi alınganlaştıran parlak bir yıldız vardı.”
Barûdi imgelem dünyasında hayal etmeye çalışıyordu ama karanlığın içinde kalmışlığın verdiği sıkıntı belirginleşiyordu aniden. Alessabah’ın kendi türünden olduğuna inancı zayıflıyordu ve bir dinamit gibi patlıyordu gözleri. Çaresizliği Alessabah’ıda endişelendirmişti, ve anlatıklarına inat bir türlü bulamıyordu güneşi kuzeyin kutbunda. Onun da içini, karanlığın kokusuna pusulanmış bir şüphe örtüyordu zaman gecikdikçe. Kaybetmiş miydi güneşi ve sıcaklığını ? Bitmiş miydi türdeşini bulmasıyla herşey ? Dokunuşlarını yitiriyordu sözlerinin, bilemeye başlıyordu savaşa hazırlanan jûlide bir savaşçı gibi, ve kulağını yarıyordu karşılık bulamayan, yankılanan sözleri.
     Kaybolmaya yüz tutmuşken usları ve yürekleri, büyük bir sessizlik kaplamıştı etraflarını. Yan yana oturmuş gözlerini gökyüzüne çivilemişlerdi. Susar olmuşlardı, çevrelerindeki kaya gibi sert buzullar arasından onlarda farkedilemiyordu. Donmuşlardı sanki...
     Ve o an ve andır ki, bir kadının doğum sancıları gibi şafağın yırtılışındaki ses güneşi aralıyordu. Bütün kızıllığı yüzlerinde duruyordu. Yarılırcası herşey ses veriyordu, gün doğuyordu gökyüzünün rahminde. Doğuma şahit olan Barûdi ve Alessabah bu kızıllığa kayıtsız kalamıyor, göz akları kan sunağına dönüşüyordu.
     Ve baktılar birbirlerine, yanaklarında uzanan çizgilerle
     Ve seslendiler :
     “Ey Güneş! Yansıyandır sendeki hakikat, hakikattir ervreni yansıtan”
     Dökülen sözleri çivilemeye başladılar, konakladıkları heryerde kendi kardeşlerini aradıkları yeryüzünde...
     İns sıkıntıyı doğuran bilgisizlik ve şüpheye gebe bilgi arasındaki yitik coğrafyada çoğaldı. Ve Ecinniler ve efsunlanmış gözler ve tanrılar...
     Zaman yuvarlanan bir kar topu gibi gittikçe hızlandı ve büyüdü.
     Güneşi ilk fark eden yere geldiler kardeşleriyle beraber...
     Ve çömeldi Alessabah elinde tuttuğu kadehle birlikte
     Seslendi :
     “ Ey Ecinniler! Tanrıların çarğışmasından savrulan damlaların toplandığı bu kadehi dökerken resmetseydiniz beni.
     Her şeyi kendi zevkleriniz aıdna çarpıtmakta o kadar arzulu ve hırslısınız ki, fırça darbeleriniz o kadar hünerli ki, tüm barûdi gözleri alıkoymakta hakikatten.
     Ey Göz! Yansıması sende gizli olanla bak gözlerime ve dinle gözlerimdeki ecinnilerin hayal kırıklığının seslerini ve izle kırıklarının onlara nasıl battığını – kanattığını”




Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.


Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Firavun Ruhlu Rahibe [Şiir]
Nene - Annem [Şiir]


Oğuzhan Erdurak kimdir?

Dünyada herşey belirgin bir şekilde; çerçevesiyle çizilmiştir. Bu durum insanın en özgür olduğu alana; sanata dahi yansımıştır. Her ne olursa olsun bu çizgiler üzerinde yürümek istemiyorum.

Etkilendiği Yazarlar:
...


yazardan son gelenler

yazarın kütüphaneleri



 

 

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Oğuzhan Erdurak, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.