..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Öküzün rengini dışında, insanın rengini içinde ara. -Mevlânâ
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Modern > Baha Oktav




9 Mayıs 2004
İntihar Öncesi  
Baha Oktav
Hayatın akışının çok çabuk değişebildiğine inanalar var mı acaba?Hergün gördüğümüz yüzlerin bir gün hatta bir saat içinde bambaşka olduklarını fark edebilenler var mı?Kaçışın kurtuluş olduğuna inanlar için...


:BBAC:
İntihar öncesi

Kaybedecek bir şeyi olmadığına karar vermişti.Sahip olduğu tüm kalelerini savaş meydanlarında değil,kumar masalarında vermişti düşmanlarına.Öyle ki kendi hayatı için bile riske girip, kumarhane sahibinden kredi isteyebilirdi.Neyse ki son kredisi de bitince yaka paça attılar adamı kumarhane kapısından.
Sokağın başına gelince kafasını kaldırıp yükselen devasa gökdelenlere,iş merkezlerine,otellere baktı.Hangisinin daha yüksek olduğuna karar vermesi çok uzun bir zaman almamıştı.Yabancılara ait olduğunu bildiği en yüksek binayı gözüne kestirip, kendini o istikamete yönlendirdi.
Atlayacaktı,atlamalıydı,başka çaresi kalmamıştı.
Binanın girişindeki güvenlik onun biçare halinde tekinlik sezmeyerek,kimlik göstermesini istediler.Alelacele cüzdanını aradı.Ama ne yazık ki baba yadigarı has deri cüzdanını da 20 milyona satıp parayı, yeşil kumaş kaplı masada yitirmişti.Ceketinin iç cebinden yıllar öncesinin gülümseyen fotoğraflı nüfus cüzdanını çıkarıp, iri kıyım görevliye uzattı.Karşısında ki adam ilk başta benzetemedi bu biçare adamla fotoğrafta gülümseyen delikanlıyı.Nasıl benzesinler di ki....O zamanlar hayalleri vardı delikanlının hayata dair,sevdiği vardı,ailesi vardı,dostları vardı,vardı oğlu vardı....Öyle ki hayata dair olan bu kuvvetli bağları, içini bu güzellikler bitmeyecekmiş hissiyle dolduruyordu.
Görevli, ne maksatla geldiğini sorduğunda aklına ciddi bir mazeret gelmedi.Aslında doğruyu söyleyip “Ben sizin binanın tepesinden atlamak için buraya geldim!” demesi gerektiğini söylüyordu yüreği ama deli muamelesi görüp, bir de çenesinin kırılması ihtimali çabuk vazgeçirdi onu bu fikrinden.
“-Kardeşim burada çalışıyor da,onu ziyarete gelmiştim.”
“-Hangi departmanda çalışıyor kardeşiniz?”
Cevaplanması gereken bir soru daha gelmişti önüne.Acaba muhasebe falan mı demeliydi yoksa “Kardeşim burada Azrail’e yarenlik görevi yapıyor.”mu demeliydi?Makul olan a şıkkıydı ve cevap vermesi için zamanı daralıyordu.
“-Muhasebede.”
“-İsmi neydi?Kontrol etmemiz gerekiyor da.!”
Bir anda iyice gerildiğini hissetti.Öyle ki neredeyse karşısında bulunan kas yığınına kafa atacak hale gelmişti.Ancak bunu yapacak olursa, kimin kafasının kırılacağı konusunda şüpheli yaklaştı.Herhalde binadan atlayamadan beyin komasından ölürdü yada felç kalırdı.Normal olarak, insan duvara kafa atınca anormal şeyler olur.
“-Ekrem.Ekrem Soygezen.”
“-Teşekkürler.Biz bir kontrol edelim,siz burada bekleyin.”
Ekrem ismi nereden gelivermişti aklına bilinmez ancak bu soy ismini bulması bir hayli şaşırtmıştı kendisini.Soygezen, Tuba’nın soy ismiydi ve yıllar öncesinde tanıdığı bu kızın böyle garip ve ölümcül bir anda bilinçaltından fırlayıvermesi çok garipti doğrusu.Öyle ki bu soy isim berberinde Tuba’ya ait olan her şeyi zihninde canlandırıverdi.Yeşil gözler,dalgalı uzun saçlar ve alabildiğince beyaz bir ten.Ancak daha önemlisi halen yüreğinin bir yerinde taşıdığı kanayan bir yara olmasıydı Tuba’nın.Yıllar öncesinin kaybedilen aşkı...Bir daha ulaşamayacağı büyük ütopyası....
“-Affedersiniz ancak böyle biri, muhasebe departmanında çalışmıyormuş.”
“-Ama nasıl olur.Acaba ben mi yanlış hatırlıyorum.Yeni girdi işe.Tüm personele bakar mısınız?”



Adam bu soru üzerine söylenerek tekrar bilgisayarın başına geçip onlarca departmanda çalışan yüzlerce kişi arasında, nüfusta bile kaydı olmayan birini aramaya başladı.Her departmanda böyle bir isme rastlamıyor oluşu, zaten sinirli olan yüz ifadesini daha bir gergin hale getirmişti.Böyle bir adamın varlığının olmadığını bilse, büyük bir ihtimalle fena bozulurdu.
“-Yok beyefendi.Siz herhalde yanlış şirkete geldiniz ya da...”
“-Ya da ne kardeşim.Yalan mı söylüyoruz yani?Zaten yıllardır yüzünü görememişim kardeşimin,bir de sen canımı sıkma.Telefonda bu şirketin ismini verdi ve burada çalışıyor olmalı.!”
“-Haklı olabilirsiniz ancak bizim kayıtlarımızda böyle bir isim görülmüyor.”
Güvenlik görevlisi verdiği bu cevabın ardından kendisi için ayrılmış beş metrekarelik küçük odasına doğru yöneldi.Haftanın son günüydü ve bu gibi şeylerle keyfini daha fazla kaçırmak istemiyordu.
“-Acaba İsmail Ekrem Soygezen olarak geçmiş olabilir mi kayıtlarınıza?Öyle ya nüfusunda bu şekilde yazılı.”
Adam karşısında ki bu derdin kolay kolay kendini terk etmeyeceğini anlamıştı ve fazla direnmeden tekrar işçi ve memurların kayıtlarının bulunduğu mesai programını açtı.Şifreyi girdi ve tüm departmanlar arasında İsmail Ekrem Soygezen ismini monitördeki ‘ara’ boşluğuna yazdı.Bir süre bir kum saati döndü durdu ekranda.Tekrar olumsuz cevabın gelmesi uzun sürmedi.’Aradığınız kayıt bulunamamıştır.’Güvenlik ,daha karşısında ki adamın bir şey söylemesine izin vermeden ara boşluğuna İsmail Soygezen diye yazdı.Tekrar döndü kum saati.Sanki ekranda değil de yanı başında sesini duyar gibiydiler bu sevimli oyuncağın.
‘İsmail Soygezen.Genel Müdürlük departmanı.Kalite Kontrol Teknisyeni.6. kat,8.bölüm.Yeni arama için yeni bir isim giriniz...!”
“-Kardeşiniz muhasebede değil,Kalite kontrol de çalışıyormuş beyefendi.6. kata çıkın sağdan 4. kapı.”
“-Teşekkürler.Sizi de zahmete koydum.Asansör ne tarafta?”
“-İleri de sola dönünce görürsünüz.İyi günler”
Böyle bir şans olamazdı.Daha doğrusu varsa bile şu anda karşısına çıkmamalıydı.Nerden gelmişti aklına İsmail ismini bulmak?Hem de ilk isim ya da bizim tabirimizle göbek adı olarak.İsmail....Doğru ya,İsmail,okul yıllarında ki en sıkı arkadaşıydı.Soy ismi de Haklıcan’dı galiba.Evet,Evet İsmail Haklıcan.Yıllarca aynı okullara gidip sonunda kötü bir şekilde ayrıldığı en samimi dostuydu onun.Üniversite de son senesiydi ve kardeş kabul ettiği İsmail,kendisine layık olmadığı öyle bir kazık atmıştı ki,o günden bu yana sadece unutmak için uğraşmıştı bu ismi.
Asansöre bindiğinde halen aklında İsmail ile meşguldü.Mavi butonların çıkan ok göstergesi altıyı bulunca açılıverdi kapı.Ancak yanlış yerde indiğini anlamıştı.Buraya ismini beş dakika önce uydurduğu ve tesadüfen tutturduğu birini görmek için gelmemişti.Ölmek vardı onun aklında.Tekrar asansöre döndüğünde,aşağı katlardan çağırıldığını gördü.Acaba görmeli miydi bu İsmail denen adamı.Görse de pek bir şey değişmeyecekti ama merak ediyordu şimdi de.
Koridor boyunca yürüdü ve tarif edilen 4.kapı önünde durdu.Kapıya vurmak için koluna kaldırdığında,bu adama ne diyebileceği sorusu ile karşı karşıya kaldı.Doğru ya,adamcağız hiçbir şeyden habersiz içeride çalışmaktaydı ve muhakkak çok işi vardı.Bir yandan rezil olabilirdi,öte yandan bir insanın çalışma saatinden çalıyor olacaktı.Dayanamadı,kapıya hafifçe iki kere vurdu.
Kapı ikinci vuruşunda kendiliğinden açıldı.İçeride kimse yok gibi görünüyordu.Kapının kolunu tutarak hafifçe içeri doğru eğildi.Gerçekten içeride kimse yoktu.Siyah lake kaplı masanın üzeri ağzına kadar dolu bir kül tablası,henüz bitmediği üzerinde ki dumandan anlaşılan bir fincan kahve ve envai çeşit kağıtla doluydu.Ve birkaç resim çerçevesi vardı,kendisinden ters tarafa bakan.
İçeri girip girmemekte tereddüt etmişti.Burası hiç tanımadığı bir insana aitti ve bir iş yeriydi.Kim bilir ne kadar özel evrak bu odada barındırılıyordu.Ancak masanın üzerinde ki fotoğrafları da merak etmişti.En azından belki adamın kendisi de vardır diye düşündü fotoğraflarda.İçeri bir adım daha attı ve fiilen tamamen odanın içinde buldu kendini.Öyle şaşırtıcıydı ki,aklında ne intihar ne de kumar masalarında kaybettiği hayatı kalmıştı.Tek isteği bu adamın nasıl biri olduğunu öğrenebilmekti.Odanın içerisinde birkaç ürkek adım attıktan sonra sol tarafta biraz önce görmemiş olduğu bilgisayarı fark etti.Bilgisayarın ekranın da henüz bir yaşına bile girmediği belli olan bir kız çocuğunun resmi vardı.Ve öyle tatlı gülümsemişti bu çocuk, muhakkak dünyadaki sayılı meleklerden biri olmalıydı.
Çalışma masasının önüne geldiğinde,kül tablasında ki bitmeden söndürülmüş monte carlo sigaraları dikkatini çekti.Adam sanki bilerek hep yarım içmişti sigaraları.Kül tablasının yanındaki fincanda kopkoyu bir kahve vardı.Masanın üzerinde ki geri kalan yığın ise bilmediği bir dilde teknik olduğu anlaşılan bir sürü raporla doluydu.Çizelgeler,grafikler ve daha anlayamadığı bir sürü evrak.Çerçevelerden küçük olanına gözlerini dikti.Biraz önce bilgisayarın ekranında gördüğü tatlı kızın aynı resmi bu sefer kağıt üzerinde ki haliyle gözlerinin önündeydi.Diğer çerçeve ise masanın tam köşesindeydi.Uzanıp almak istedi ama yetişemedi.Bir iki adım atarak diğer tarafa geçti.
Mutlu bir aile tablosuydu bu.Baba,anne ve iki güzel çocuktan oluşan sıradan bir mutluluğun fotoğrafıydı.Her nedense böyle yorumlamasına karşın,hiçbir zaman böyle bir mutluluğa sahip olamamıştı ya da sahip olmak için hiçbir şey sarf etmemişti.Adam kara kuru bir şeydi.Ve ilginci böylesine zayıf bir adamın kocaman elleri, fotoğrafta hemen kendisini belli ediyordu.Kadın ise sarı ve dalgalı saçlarıyla,sanki mutlu bir aile pozu değil de katalog çekimlerinde rastlanan bir edayla poz vermişti.Yemyeşil gözleri vardı kadının.Ve bir yerlerden tanıyordu bu gözleri.Sanki uzun yıllar önce, koca bir sandığa hapsettiği hatıralarında böyle bir insan vardı aynı yeşil gözleri taşıyan.Hafızasını zorladı ama bir türlü hatırlayamadı.
Odayı terk etmesi gerektiği geldi aklına.Eğer bu şekilde burada yakalanacak olursa,yaşadığı tüm olumsuzlukların üstüne bir de hırsızlık gibi bir şeyle itham edilebilirdi.İçinde bulunduğu uyuşukluktan sıyrılıp,odanın kapısına doğru yürüdü.Tam kapıyı açıp dışarı çıkacak iken birden aklına geliverdi yeşil gözlerin sahibi.Gül’ün gözleriydi onlar.Kaybettiği onlarca insandan biri olan Gül’ün yeşil gözleriydi.
Tuba’dan sonra tanığı bu güzel kız,belki de hayatının bu noktaya gelmesine sebepti.Sevmişti ve en anlamlısı sevilmişti de.Ancak Gül ile beraber her şeyini de kaybetmişti.Şimdi ise bir zamanlar hayatına girmiş olan bu insanı da kumar sayesinde unuttuğu onlarca insan arasında kabul etmişti.Ve şimdi bu gözlerle böyle bir yerde tekrar karşılaşmak iyice kafasını karıştırıyordu.Acaba gerçekten Gül olabilir miydi diye tekrar fotoğrafa bakmak istedi.Bu yapmak istediğinin neye fayda getireceğini bilmiyordu ancak bakmalıydı.Ölüme gitmeden önce en azında bu gözleri tekrar görmeliydi.Masaya doğru yürüdü ve bir kez daha çerçeveyi eline aldı.Evet,kesinlikle Gül’dü bu.Saçlarını sarıya boyatmış ve çok da güzel olmuştu.Gülümsemesi her şeyin açıklayıcısı gibiydi.Çünkü hiç değişmemişti bu gülümseme.
Kapının açıldığını duydu.Arkasını döndüğünde uzun boylu,koca ellerin sahibi adam karşısında ona bakıyordu.
“-Affedersiniz,yardımcı olabilir miyim?”
Olmasından korktuğu şey başına gelmişti.Ne gibi bir yalanla bu durumun içinden sıyrılabilirdi ki?
“-Merhaba.İsmail Bey olmalısınız.Ben eşinizin üniversiteden arkadaşıyım.Uzun zamandır görememiştim kendisini.Buralara işim düştü ve kendisini ziyaret etmek istedim.Evinizi bilmiyorum ama sizin burada çalıştığınızı söylemişti.”
Karşısında ki adam şaşkın bir yüz ifadesi içinde ne gibi bir cevap vermesi gerektiğini düşünmeye çalışıyordu.
“-Öyle mi?Hoş geldiniz.Buyurun oturun lütfen.”
Şimdi son yarım saattir üretmiş olduğu yalanlar zincirinin en doğru halkasında olduğunu hissediyor gibiydi.Gerçekten Gül’ü üniversiteden tanıyordu ve evli olduğunu da geçen sene haber almıştı.
“-Kendimi tanıtayım.Ben Ahmet.Okul yıllarında Gül ile çok yakın arkadaştık,hatta kardeş bile diyebiliriz.Onun sayesinde bitirdim okulu.Anlayacağınız büyük vefa borcum var kendisine.”
Adam bir andan karşısında ki bu berduş tipli kişinin üniversite mezunu olabileceğinden kuşku duydu.Ve yaşamış olduğu acı sınavı tekrar hatırladı.
“-En son ne zaman görüştünüz eşimle?Bu arada şaşkınlığımı mazur görün!Ne içersiniz?”
“-Soğuk bir şeyler varsa alabilirim.”
Kalite kontrol teknisyeni İsmail Bey,telefonla bir soğuk meşrubatla bir kahve söyledi.Ardından tekrar gözlerini karşısında ki hayatından bezmiş görünen adama dikti.Bir soru sormuştu ve cevabını bekliyordu.
“-En son ne zaman konuştuğumuzu pek anımsayamıyorum ancak epey bir zaman geçti aradan.”
“-Demek ki haber almadınız?”
“-Hangi haberi?”
Teknisyen kapının vurulmasıyla beraber içeri giren personelin servisi yapıp çıkması için bir müddet bekledi.Ve ardından boğazını temizlemek için bir bardak suyu bir dikişte içti.
“-Madem eşimi bu kadar yakından tanıyorsunuz ve buralara kadar kendisini ziyaret etmek için gelmişsiniz,size bunu söylemem gerekiyor.Eşim geçen ay trafik kazasında hayatını kaybetti.”
“-Nasıl yani?İnanmıyorum....Olamaz....”
Normal bir insanın böyle bir durumda verebileceği gibi tepkiydi bu.Ancak sesinin renginde sanki bir sahtekarlık hissetti İsmail.
“-Maalesef.Ben de iki küçük çocukla beraber hayatta yapayalnız kaldım.”
Bunları söylerken bir yandan da beraber çekilmiş oldukları fotoğrafı eline aldı adam.Uzun uzun baktı.Öylesine çok özlemişti ki eşini,onun bu hayatta olması için kendi hayatından bir parçayı gözü kapalı feda edebilirdi.
“-Başınız sağ olsun İsmail Bey.İnanın ki çok üzüldüm.Gerçekten böyle bir şeyin olması ihtimali hiç aklıma gelmezdi.Demek ki ömür dediğimiz bu kadar kısaymış.!”
Bu son cümlesi kendi hayatına aitmiş gibiydi sanki.Az sonra intihar etmeyi düşünen bir insan için söylenmesi en saçma laftı belki ,ancak böyle bir ölüm böyle bir izahat gerektiriyordu.Ve ölüm dediğimizde bir olaydı,herkes eninde sonunda bunu yaşayacaktı.
Uzun uzun kaza hakkında konuştular.Bir müddet sonra üniversite yıllarının sohbetleri başladı.Ahmet,Gül’ü bir zamanlar nasıl sevdiğini söylememişti belki fakat sözlerinden ona ne kadar değer verdiği belliydi.
“-İsmail Bey,fotoğrafta da gördüm,Gül de bahsetmişti ve inan ki tüm içtenliğimle söylüyorum çok güzel iki evlada sahipsiniz.”
“-Onlar bu kadar güzel oldukları için kopmadım zaten hayattan .Öyle tatlılar ki,her şeyleriyle annelerinin varlığını bana hissettiriyorlar.Klasik laflarla annelerinin bir gün geri geleceğini anlatıp duruyorum onlara.Bakalım ne zamana kadar bu yalanlara devam edebileceğiz?”
“-Doğrusu yakından görmek isterdim bu yumurcakları.”
Ahmet bunu söylerken içinde bulunduğu ruh halinin ne kadar karmaşık bir duruma geldiğini anladı.Ölmek için buraya gelmişti.Bir zamanlar sevdiği kızın evlendiğini,iki tane dünya tatlısı çocuğu dünyaya getirdiğini ve zamansız bu alemi terk ettiğini öğrenmişti.Şu anda ise yaralı bir eşin duygularına ortak olmaya çalışıyordu.Tüm dertlerini unutmuştu sanki.Ne loş ışıklar altında kaybettiği serveti ne de bir parti poker için masaya sürdüğü şerefi kalmıştı zihninde.Şu anda sadece bu ofiste duyduklarıydı tüm düşünceleri.
“-Eğer vaktiniz müsait olursa akşam beraber yemek yiyelim.Hem çocukları da görmüş olursunuz.”
“-Mümkün olursa gerçekten çok sevinirim.Şimdilik bana müsaade,daha fazla vaktinizi bölmeyeyim.,Akşam altı gibi tekrar uğrarım.”
“-Memnuniyetle.Hoş çakalın...”
Çok uzun zamandan yaşamamış olduğu garip bir duyguyla odadan ayrıldı.Asansöre doğru ilerlerken içinde taşıdığı tüm hüzünler ve kederler bir anda kaybolmuş gibiydi.İntihar etmek için bile çok gördüğü kendi gururunu bu sefer daha bir ağırlıkla taşıdı omuzlarında.Bir zamanlar canından çok sevdiği insanın ölümü ve kendi geleceği arasında bir paralellik kurmaya çalıştı.Tek mantıklı nokta,yıllar önce ayrılmış olan yolları halen ayrıydı ve halen bu kızı sevdiğini hissediyordu.Ancak destansı bir aşk değildi bu. Sadece masum iki çocuğun fotoğraf karesine yansıyan gülümseyişleri gibi bir şeydi.
Artık ölmek istemiyordu.Tesadüflere inanmak olmalıydı yaşam sebebi.Her şeyi düzeltebilirdi.Bir gün ölecekse en azından arkasından üzülecek birkaç iyi dost edinebilmeliydi.Otuz iki yaşında tekrar doğmalıydı.İlk nefesini ağlayarak almamalıydı bu kez.Yavaş yavaş ve severek büyümeliydi.Kötü olan her şey üzerine koca bir örü atıp,yakmalıydı onları.
Yaşayabilirdi,yaşamalıydı,yaşayacaktı...
Zaman, akreple yelkovanın bir birini kovalaması gibi gözükse de,asıl olan şey zamanın kendi çizdiği yön değil de bizim zaman ile birlikte aldığımız yöndür.Ölüm için yaptığı girişimi yine ölüm ile kendiliğinden yok olmuştu.Birkaç saat öncesinin ruhsuz adamı,birkaç saat sonrasının yaşayan efsanesi gibiydi şimdi.Onu değiştiren tesadüflerdi belki.Belki de kader hanesinde yaşaması gerekenleri yaşamıştı.Ancak var olan oydu ve yaşayacaktı...


09/04/04 BAHA OKTAV





Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın modern kümesinde bulunan diğer yazıları...
Nedime
Alkol Gecesinin Acısı

Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Marşandiz Otel

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Yalnızlık... [Şiir]
Gülkurusu Akşamlar [Şiir]
Dedik Ya... [Şiir]
Sığınırım Canımın İçine [Şiir]
Zil Çalıyor! [Şiir]
Hayalin Senin Yerine Vazifeyi Yapıyor... [Şiir]
Olaylar ve Suçlar! [Şiir]
Aklım Uykuda [Şiir]
Tövbe... [Şiir]
Gel Değinceye Kadar Gelme! [Şiir]


Baha Oktav kimdir?

Uzun bir yola çıkıyor gibi hissediyorum kendimi. . . .

Etkilendiği Yazarlar:
Jean Cristopher Grance,Amin Maalouf ve Bekir Yıldız en çok okuduğum yazarlar.Onları okudukça bu işin gerçekten çok çetin olduğuna daha çok inanıyorum.Şiir konusunda ise etkilenmemeye çalışmakla birlikte Küçük İskender'e büyük ilgim var.


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Baha Oktav, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.