İnsan kendini bilmeli. Gerçeği keşfetmeye yaramasa da, yaşamayı öğretiyor. Ve bundan daha güzel birşey yok. -Pascal |
|
||||||||||
|
Soğuk, soğuk ve yağmur… Soğuğa da alışamadım bir türlü, ezilmiş çimen kokusu, kelebek sesleri ılık bir hava bunları tercih ettim hep. İlkbahar evet ilkbaharı sevdim en çok… Kaktüse benzetmiştim kendimi de hiç itirazsız kabul etmiştin, sinsi bir gülümseme sezinlemiştim o an gözlerinde, nede yakışıklı olmuştun. Bire bir çıkıştığımızda hep böyle güzelleşirdik biz, hoş bir tebessümle dolaşırdık yollarda, kimse anlamazdı yüzümüzün bu halini, somurtarak yürümeye alışmışlardı onlar… Şimdilerde erik ağacına benzetiyorum kendimi, durmadan bir şeylere benzetiyorum zaten kendimi. Kendime ne zaman benzerim onu bilmiyorum. Bir erik ağacı vardı kırmızı ekşi erikleri olan bir ağaç! Bir gün o ağacın altında “eskiden bütün meyvelere erik deniyormuş” tartışmasına girmiştik ama en çok şubatın ortasında yalancı güneşlerle çiçeklenişine gülerdik erik ağacının, acımıyor da değildik ama çocukluk işte… İşte böyle her yalancı güneşle çiçekleniyor ve kaybediyorum kendimden bir şeyleri. Kendinle uğraşmaktan bir türlü bıkmadın diyor, duyabiliyorum. Hep söylerdi o böyle şeyleri ama olduğum gibide kabul ederdi beni, hiç yönlendirmeye çalışmadı. Somurtkanlığıma, bazen uzun süre konuşmamama bile katlandı. Beraber bir şiir okumuştuk ve çok beğenmiştik bir mısrasını “Ben mutlu olmasam, kimseyi mutlu edemem ki” Çoğu zaman kendimi dalgın, hiçbir şeyle uğraşmaz bir halde yakalıyorum, başım ellerimin arasında irkiliyorum ve soruyorum kendime, acaba uğraşacak bir şeyler bulsaydım yinede böyle mi olurdum? Büyüdükçe düşünen adam heykelini neden Bakırköy’ün ortasına diktiklerinin ayrımına varıyorum galiba… Kendine bir amaç bulmalısın demişti, evet evet çok iyi hatırlıyorum, Ahmet amca’nın ağaçlarından armut araklarken söylemişti bunu, az daha yakalanıyorduk öyle önemli şeyler ağacın üstündeyken söylenir mi? Neyi ne zaman söyleyeceğini hiç belli değildi, aklına geldi mi patdadanak… Bütün sevgimi, bebeklerimi, bisikletimi benim için çok değerli onun için hiç değerli kurutulmuş çınar yapraklarımı bile vermiştim de bana bir amaç vermemişti. Ne kadarda kızmıştım “Demek amaç denen şey benden değerli” diye bile düşünmüştüm. Ne kadar aptalmışım, bir amaç uğruna vazgeçilir mi öyle güzel şeylerden. Hala bir amacım yok. O zamandan beri şirret yüzü rengarenk yalanlarla dolu amaçtan nefret ettim, içten içe bir amacım olsun istemedim değil ama bazı şeyleri küçük senaryolarla geçiştirip bitirmeyi severdim, halada öyledir. Bir sürü amacım var şimdi ama şüphelerim var, amaç denen şeyden şüphe edilmezmiş ama benim amaç yağlı tencere gibi geliyor bana. benzetmelerimde bir acayipleşti. Şimdi o olsa “şakın” derdi bana, tamam kabul şaşkınım ama böyle olmalı öyle hayatın acımasızlığından falan dem vurmayacağım, hiç hırslı olmadım, olmayacağımda içimden bağırmak geliyor “bırakın bildiğim bir şeyi sürdüreyim bu sefer” diye… Yinede yaşam sürüyor, sokaklarda dolaşıyorum, tiyatrolara sinemalara gidiyorum, bir sürü söz verip kendime tutmuyorum, çam kokusu ve denizi özledim, özledim işte ama garip bir özleyiş, garip çok garip… Dinginlik sezinliyorum hava dinginlik kokuyor. Herkesin hayal bir sevgilisi vardır. Onunla konuşurken mutlu oluyorum, sanki hep yanımdaymış gibi, bazen yoldan geçenleri ona benzetiyorum. Onu hiç görmedim yine de benzetiyorum. Onu gibi konuşan, onun gibi düşünen birinin bulunma olasılığının imkansıza yakın bir şey olduğunu sezinlediğimden beridir böyle sürüyor bu. Herkes her şey değişiyor o neden hep aynı? Ben bile değişiyorum, o yine aynı, şey gibi, yaşamıyormuş gibi… Herkesin içinde gezdirdiği, şekillendirdiği, eline fırçayı alıp bir güzel boyadığı, dünyasal sevgilisinden ayrılıp ona geri döndüğünde bile hiç kızmayan, ara sıra sohbet ettiği her zaman içtenlikle karşılayan bir sevgilisi vardır. Değişmeyen: Yağmur yağmaya ve her zamanki mahmurluğu ile ondan korkanları korkutmaya, onu sevenleri ise tatlı ılık ıslatmaya devam ediyor. Değişen: Tüm güneşler bile gelse erik ağacını çiçeklendiremez artık, iyi ısı vereceğini düşünüp kesmişler, kolay mı o kadar güneş yuttu.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © didem, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |