Herkes aynı notayı söylediğinde uyum elde edilmiş olunmuyor. -Doug Floyd |
|
||||||||||
|
Boşverdi. Denize devirdi gözlerini. Ferahlığını, ifadelendirdiklerini severdi denizin. Aslında denizi severdi. Ufak bir adımla yaklaştı betonla suyun bitiştiği yere. Uzun zaman durduğu bir zaman aralığını hatırlattı deniz ona. Kaç yıl, kaç ay, kaç gün sürmüştü? Hatırlamıyordu. Belki sandığından kısa, belki de hakikaten uzundu? Ne önemi vardı ki? Durmuştu ya! Ufak bir cümle yaktı içinde ışıklarını. Tüm uçurumların kenarında manzara öyle güzeldir ki! Nerede duruduğunu unutturur insana. Öyle güzeldi ki! Unutmuştu... Beyaz bir tül uçuştu gözlerinin önünde. Onu ilk gördüğü anı hatırladı. Yere ilk kez basmıştı sanki! İlk kez bu kadar belirgindi ayaklarının üstünde duruşu. Kafasının yerden yüksekliği ilk kez böyle geniş bir ufuk sağlıyordu sanki! Oysa, şu andaki kadar basıyordu ayakları yere ve İstanbul aynı şu anki kadar fettandı. Sadece o başka bir yerde duruyordu. Daha önce hiç bilmediği, hikayesine ikirciklendiği, dönüp baktığında başının döndüğü, midesinin allak bullak olduğu, manzaranın en güzel, büyüleyeci olduğu, o yerde. Beyaz kanatlarında bir martı indi denizine. Tam da gagasında hafızasına kurşun gibi saplanmış bir anıyla. Onun söylediğini, bir martıyı asla sevmemesi gerektiğini, martıların müthiş ısırdığını hatırladı. O günden sonra hiç bir martıya elini uzatmamıştı. Bembeyaz tüyleri ne kadar sevilmeyi, ellerini tüylerinin içinde dolaştırmayı çağrıştırsa da. Bir martıyı sevmişti. Sevmemesi gereken bir şeyi... İçinde küfür gibi boğuldu iskeleti. Ne kadar kalabalıktı bu lanet dünya! Yaşamak için ne çok sebebi vardı herkesin. İyi de! Neden hepsi aynı yerde tutunmuştu bu sebebe? Bir nefes daha. Sakinledi kemik, kas, kan mabedi. Gözleriyle seyretti karşı yakayı. Güzeldi. Tanıdık, alıştığı bir gizem gibi uzanıyordu bildiği yerinde. Kaçıp gitmek, herşeye yeniden başlamak hayali belirdi aklında. İyi de kimden ve neden? Yüzlerce kez sormuştu bu soruyu kendine. Ezberlediği yanıtı yineledi. Kendinden lanet olası. Kendinden. Yani hiç kaçamayacağın tek aidiyetinden. Martı yeniden açtı kanatlarını. Uçtu. Gitti. Baktı ardından. Uzun uzun. Gözleri ne çok dalıyordu şu sıralar. Hayat yavaşlamış, alıştığı temposunun dışına çıkmıştı sanki. Oysa hala aynı koşturmacanın içinde uyuşturulmuş insan rolünü oynuyordu. Tek bir farkla, kendini önemli, dünya onsuz olsa, sanki dönmeyecekmiş sananlardan değildi artık. Yani rolünü elinde tutuğu metinden okuyabiliyordu. Dünyanın ne olursa olsun döndüğünü bilmek ne acıydı! Tekrar uyuşturulmuş olmayı ne kadar isterdi! Sabah olsa diye geçirdi içinden. Biraz ışık, biraz serinlik düşşe yeşil yaprakların üzerine. Aydınlığın umuduna tutunmak kolaylaştırırdı belki yaşamanın çaresizliğini. Sonra aydınlık bir göğe daha az düşerdi martı gölgeleri. Düşsüz bir uyku kadar huzurlu yorgunluk diledi kendine. Kendi için dilediği hiçbirşey olmamış olmasına rağmen. Güzel bir kadın yüzü takıldı gözbebeklerine. Güzelliği kadar hüzünlüydü yüzü. Hüzün... ne kadar büyük harflerle yazılmıştı hayatına. Bazılarının böyle olurdu. Büyük puntolarla hüzün, hayatın üstüne gerince kanatlarını, hiç sırası değildi ya hüznün! memleketine kurban, bir kuyrukta bile sırada duramayan insanların soyundandı genleri. Yalancı sonbaharının sarı yapraklarına bıraktı kendini. Herkesin hayattan intikam alış şekilleri vardı. O kendine göre bir metod geliştirememişti. İntikamdan öyle uzaktı ki; ne canını yakandan, ne de hayattan uzak kalabiliyordu. Kendini ağlatandan yana bile ağlayabilirdi, ağlamak çözmese de düğümleri. Su yolu gibi sakin içine kaydırmak acıları, geride hiçbir iz bırakmadan, suskun ve tek bir damla yaş süzülmeden yanaklarından. Adam gibi hıçkırmayalı, ağlamanın da hakkını vermeyeli epey olmuştu. Herkesin ölümü özlediği anlar olur hayat dizgisinde. Bir sene içinde belki bin defa istemişti nihayeti. Nihayet yaşça uzak olsa da fikirce hayli yakınındaydı. Bir koca adım geriye çekildi. Deniz çekildi. Martı sesleri sustu. Sigarası elinden düştü. Kız kulesi kırptı gözünü. Devam dedi... Devam... Ferman yazdıracak kadar kara gözlerinin uğruna devam! Devam etti... Yoluna... Uğruna... Bir şarkının sözleri döküldü dudaklarından belli belirsiz: Sonuna kadar geldim aşkın...* *Ferda Anıl Yarkın
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Elif Erman, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |