"Usun ve deneyimin aksaçlılarınki gibi, ama yüreğin masum çocuklarınki gibi olsun." -Schiller |
|
||||||||||
|
Uzaklarda bir yerlerde bir şehir vardı, adı ağlayan şehir idi. Aslında uzaklarda değildi ama herkes öyle zannederdi. İsmiyle tezat olarak bu şehirdeki herkes çok mutluydu. Hava olması gerektiği gibi mavi, su olması gerektiği gibi berraktı. Ağaçlar her daim yeşil olur üstünden kuşlar eksik olmazdı. Sokaklarında müzikler yankılanır çocukların neşeli cıvıltıları herkesi eğlendirirdi. O zaman soracaksınız, neden burasının adı ağlayan şehir idi? Cevap çok basit. Şehir ilk kurulduğunda kral burasının adının dünyaca bilinmesini istemişti. Ağlayan şehir başkent olacaktı muhteşem krallığın muhteşem başkenti. İnşa sırasında şehre bir yüz siması verildi ve gözlerin olması gereken yerlere de iki kocaman şelale yaptırıldı. Sular aktığında tepeden bir noktadan bakarsanız şehrin ağladığını görürdünüz. Krallıkla beraber ağlayan şehrin adı tüm dünyaya yayıldı, binlerce turist gelir gider olmuştu. Bu tablo fırsatçıların gözünden elbette ki kaçmadı. Krallığın çöküş dönemiyle birlikte şehir birçok açıdan saldırıya maruz kaldı. Hırsızlar, yağmacılar, misyonerler, köle tüccarları. Artık şehirde huzur kalmamıştı insanlar akın akın başka yerlere göç ediyor, ağlayan şehri ağlayarak arkalarında bırakıyorlardı. İşte hikâyemiz bu noktada başlıyor Ağlayan şehrin Hikayesi. Genç adam yavaş ve sakin adımlarla kaldırımdan ilerliyordu. Kapanan dükkanların önünden geçerken kalbi bir hüzün sağanağıyla doldu. Eskiden diye iç geçirdi Buralarda adım atacak yer zor bulunurdu, birde şimdi bak. Koca cadde bomboştu, kendisinden hariç kaldırımdan yürüyen birde köpek vardı. Anlamlı anlamlı gözlerini Jadele dikmişti, Genç adam yavaşça eğildi köpeği korkutmak istemiyordu. İşte dedi şehrini yalnız bırakmayan bir yoldaş. Köpek çok hoşuna gitmişti Jadel’in, zaten artık ona arkadaşlık edecek kimse kalmamıştı. O da köpekte teselli bulduğunu düşünüyordu. Her zamanki gibi şelalelerin oraya gidiyordu, orada garip bir huzur buluyordu, boş kaldığı her anda oraya çekildiğini hissediyordu ve bugün yanında bir arkadaşı vardı. Hızlı adımlarla köpekle beraber şelalelerin yanına gitti. Şelaleler beş ayak çapında, yaklaşık yirmi ayak yüksekliğindeydi. İkisi de yekpare beyaz kayalardan oyulmuştu. Üzerleri kralın sözleriyle kaplıydı en tepede ise kralın kabartma figürü yer alıyordu. Jadel şelalelerden birine yaklaştı ve okumaya başladı. “Halkımın kralı oldum, halkım için yaptım ve bundan onur duyuyorum.” Bu kısım jadel’in en sevdiği kısımdı. Kralları her zaman halkı gözetmiş, onları ezmemiş ve mutlulukları için uğraşmıştı. Şatafattan hoşlanmaz halktan biri gibi yaşardı, bu yüzden herkes kralı sever ve saygı duyardı. Ölümüyle yerine geçen oğlu ise kralın aynadaki yansımasıydı, her şeyiyle ters. Bütün krallığı dört senede yerle bir etmeyi başarmıştı ve şimdi işler bu haldeydi. İki hafta önce suikastçı bir kadın tarafından öldürülmeden önce Ağlayan Şehir’den alından vergileri yüzde yüz arttırmıştı. Kimse ölümünün ardından ağıt yakmadı, bunu hak etmişti. Köpek jadel’in ayaklarının dibin uzandı, sanki “hadi buradan gidelim” demek ister gibi bakıyordu. Usulca köpeğin kulaklarını kaşıdı. “Tamam evlat birazdan gideceğiz.” Şelalelerin etrafına daire oluşturacak şekilde dizilmiş mermer oturaklardan birinin üstüne oturdu, köpek de arkasından ayaklarının üstüne oturdu. “Evet, şirin köpek sana bir ad bulmamız lazım.” “Senin bir önerin varmı” cevap bekler gibi köpeği süzdü “Demek yok o halde işi bana bırakıyorsun demektir.” “Senin adın Mar-Akel (Kızgın ruh)olsun. Ama ben sana kısaca Akel diyeceğim bundan gücenmezsin değimli?” “Deliriyorum galiba ama boş ver bu iyi bir delilik.” Anlamlı anlamlı sırıttı. Ayağa kalktı hava kararmak üzereydi, geldiği boş yoldan boş evine gitmek için parke taşı döşeli kırmızı kaldırımlardan ilerlemeye başladı loş caddede. Yürürken içine bir sızı çöreklendi, ihtiyatla eli kılıcına gitti, kabzayı kavramak anlık da olsa bir rahatlık sağlamıştı Jadele. Elini kılıcında çekmedi, boş kalan elinde bir ıslaklık hissetti, başını aniden çevirdi, akel burnunu parmaklarına dayamış kokluyordu. Yüreğindeki tüm korkular özgür güvercinler misali uçup gitti gecenin karanlığına. Köpeğin yumuşak boynunu okşadı, eğildi ve kulaklarına bir şeyler fısıldadı, karşılığında ise bir havlama aldı sadece. “Hadi gidelim” der gibi köpek önden yürümeye başladı, evinin olduğu sokağa gelince jadel ihtiyatla etrafa göz gezdirdi, bu günler tehlikeli günlerdi evinde bile olsan. Etrafta herhangi bir şüpheli durumla karşılaşmayınca bahçe kapısında içeri girdi, ev bir zamanlar zengin bir deri tüccarının eviydi, ikinci krallık döneminde sahibi, olacakları erken görmüş ve ağlayan şehri terk etmişti, o günden beride ev Jadel’in kullanımına açılmıştı. Doğruca evin kilerine yöneldi, hiç aç değildi ama aldığı eğitim gereği vücudunu beslemesi gerekliydi, üstelik köpekte vardı. Hafif bir atıştırmadan sonra yeniden bahçeye yöneldi, aklında bir sürü sorun vardı ve çok azının cevabı aynı yerdeydi. “Hayat, bazen zor şartlarda zor görevleri yerine getirmektir” derdi eğitmeni, o zamanlar bu cümleden bir şey anlamazdı jadel, artık anlıyordu. Kocaman bir çınar ağacının altına yerden fazla yüksek olmayan sade, güzel bir divan vardı. Minderlerle kaplanmış, yazın güneşi gölgeleyen kışın yağmura geçit vermeyen kocaman bu çınar ağacının altına itinayla yerleştirilmişti. Bağlı uzun saçlarını açan jadel divana her zaman yatığı gibi sırt üstü uzandı. Yıldızları izlemeyi severdi, ama hatıralar bu gün ona rahat vermiyordu. Fazla uzun olmayan ince yapılı bir adam geldi gözlerine, iki elinde iki kılıç önündeki çocuğa nasıl kılıç savurması gerektiğini öğretiyordu. Çocuk hareketi her yanlış yaptığında kılıcın yanıyla bir ödüle maruz kalıyordu, jadelin yüzüne bir gülümseme geldi. Keskini şahin gibi bakan iki göz gözlerine kenetlendi, “pes etmeyeceksin jadel” emir sert ve açıktı, onbir sene boyunca neredeyse bu sözü duymadığı bir gün bile yoktu, artık gülümseme iyice yayılmıştı ince hatlı suratına. “Mar-Alkaja usta, senin eğitiminle iyi bir silah ustası oldum.” “Beni burada bırakmanın amacını anlamıyorum ama seni hayal kırıklığına uğratmayacağıma emin olabilirsin.” Kılıcını divanın yanına, acil durumlarda kolayca ulaşabileceği bir yere koydu, hayallere dalmadan önce akelin kulaklarını hafifçe çekiştirdi ve gözlerini uçsuz bucaksız rüyalar ormanına kapadı. Küçük bacaklar elbette koşmak için elverişli değildi ama o daha altı yaşındaydı ve peşindekiler ise sekiz. Bu adil bir kavga değildi ama bu günlerde adil olan ne kalmıştı ki. Küçük çocuk parkın çitlerinde durmak zorunda kaldı, atlayamayacağı kadar yüksektiler, hemen iki metre ötesine diğer üç çocuk durdu. Bakışları pek dost canlısı değildi, “beni rahat bırakın” diye bağırdı ince sesiyle, karşılığında ise dahada vahşileşen sırıtışlar almıştı. Sarı saçlı çocuk ani hareket ederek jadelin yüzüne bir yumruk patlattı, sersemleyen ve ne olduğunu anlayamayan jadel karnına gelen ikinci yumrukla nefesi kesilerek yere yığıldı. “ Ne o sersem bizimle alay ederken bu kadar aciz görünmüyordun.” Yanındakileri dürttü ve hepsi birden bir kahkaha patlattı. Jadel fazla sinirlenmemişti, yaptığı hareketin sonuncu biliyordu, zaten bu yüzden yapmıştı. Yerde fazla uzun olmayan düz bir dal gördü, fazla acele etmemeliydi, dalı almadan görülürse çok fena dayak yerdi, alamasa da yiyecekti ama alırsa bir şansı olabilirdi. Çocuklar birbirine bakıp gülerken jadel şimşek gibi fırlayarak dalı aldı ve ayağa kalktı, şımarık veletler bir dala baktılar bir jadele ama hiç etkilenmemişlerdi ve kahkalarının dozajı iki kat daha arttı. İlerde, parkın kenarında iki keskin göz onları izliyordu, çocuğun dal parçasını alışı dikkatini çekmişti. Çocukların bilmediği bir şey vardı, jadel daha önce kılıçla kavga eden çok adam görmüştü ve oldukça zekiydi. Yine sarışın çocuk öne atıldı sert bir yumruk atma niyetindeydi, tam jadelin burnuna vurmak üzereyken ayaklarındaki acıyla yere kapaklandı, jadel ayağa kalktı kafasına bir sopa darbesi daha indirdi şimdi diğeri der gibi çocuklara baktı. Yaşıtlarına göre iri yarı olan çocuk bir adım öne attı, cüssesine güvendiği açıkça ortadaydı, jadel muzipçe sırıttı bu tipler pek akıllı olmazdı. İri çocukta arkadaşı gibi ileri fırladı küçücük bir çocuğun değneğinden ne olabilirdi ki. Yumruk atacakken sertçe durdu ve jadele alttan bir tekme savurdu, hazırlıksız yakalanan ufaklık acıyla yere savruldu. Zorba çocuk yerde yatan sarışın oğlana bakarak sırıttı, jadel hemen ayağa kalktı, sopayı kavgalarda gördüğü adamlar gibi yanında hafif öne doğru tutuyordu. Diğer çocuk “yinemi” dergibi bakıyordu jadele, ufaklığın iyice sersemlediğini düşünüyordu haksızda sayılmazdı. Jadel ayakta dahi zor duruyordu, aldığı darbeler minik cüssesini sarsmıştı ama pes etmeyecekti. İri çocuk ilerledi jadelin önünde durdu, sağ elini yumruk yaptı sıska veledin suratına son bir darbe indirecekti. Güçlü bir el elini yakaladı, “ Bu kavga pek adil görünmüyor ha” çocuk ince ama emredici sese döndü ve şahin gibi keski iki gözle karşılaştı, ses emretti “şimdi defolun buradan.” Jadel kurtulduğuna inanamazmış gibi adama baka kaldı, bugün onun hayallerinin gerçekleşme günüydü.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Meaglin Ancalime, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |