"...Ve hepimiz az ya da çok rüyacı değil miyiz!" -Dostoyevski |
|
||||||||||
|
Sabah uyandığımda başım çatlayacak gibi ağrıyordu. Kollarımı oynatmak istedim ama nafile! Yorganın altından başımı çıkardım, çıkarmamla beraber tekrar içeri soktum. Odanın bu denli soğuk olmasına bir anlam verememiştim. Bir daha çıkardım başımı. Bu kez de çevremi göremiyorum, gözlerim açılmıyor. Ne kadar içtim akşam ben? diye düşünmeye başladım. Bir gözüm açılıır açılmaz yatağın içinde hopladım. Nerdeyim ben? Neresi burası? Lojmana benzeyen tuhaf bir odada uyandım. Yanımda bir etajer, bir boş bardak üstünde. Tam karşımda bir yatak daha. Bir adam uyuyor. Kıvırcık saçlı, koca kafalı, bıyıklı. Dün akşamki olayları ağır ağır anımsamaya başladım. Didemle buluşacaktık, yemeğe davet etmiştim, konuşup nişan tarihini kararlaştıracaktık. Sonra cebimi aradı, ben gelmiyorum dedi. Nişan mişan yok, dedi.Sesi çok öfkeliydi. Biri beni fena halde gammazladı, diye düşündüm. Ama nasıl düzeltecektim aramızı. Ayaklarımı sürüye sürüye yer ayırttığım restorana girdim. Uzatmayayım, bir güzel içtim..içtim. Galiba çok içtim. Film, burada kopuyordu ve sabah, buz gibi bir odada uyanmıştım. Karşımdaki adama bakınca gülmek ile ağlamak arasında bir yerde kaldım. - Arkadaşım ! Arkadaşım ! Adam, ağır bir uykuda sürükleniyor olmalıydı, hafif horlamasına bakılırsa belki de düş görüyordu. Bir daha bu kez daha yüksekten seslendim. Uyanır gibi oldu, başını bana doğru çevirdi, yarı kapalı gözleriyle cevap verdi. - Ne var ! O kadar rahat bir tipe benziyordu ki bu cevabı beni şaşırtmakla kalmadı dilim tutulur gibi oldu, adetâ kekeledim. - Ne.. ner.. nerdeyiz biz? - Şimdi yat, daha çok erken, sonra anlatırım. Yataktan öylesine fırlamıştımki adam da yarı beline kadar doğrulmak zorunda kaldı. - Yaa kardeşim kalksana ! - Yat dedim sana. Hem nereye gideceğizki..bugün cumartesi. - Ne demek istiyorsunuz ? Nerdeyiz biz ? Adamı yumuşatmak için son sorumda siz diye hitap etmiştim. Evet, gece çok içmiştim ama bu adamla bir tanışıklığım, ir ilişkim yoktuki... Beni kaçırıp fidye isteyecek birine benzemiyordu, benim gibi bir bürokrata benziyordu. Terörist olamazdı çünkü ne yatağının başında ne de odada silah benzeri birşey görünmüyordu. Aklıma kötü şeyler geldi, hemen koştum tuvaletteki aynaya baktım, tertemizdi yüzüm. Elim ayağım da tutuyordu. Demek ki kaza filan da geçirmemiştim. Odaya döndüm. Dikildim adamın karşısına tekrar. Bana pencereyi işaret etti. Yeni yeni ayılıyordum, pencere buz tutmuştu ve dışarısı görünmüyordu. - Şimdi nerede olduğunu anladın mı ? - Neler söylüyorsunuz? Birşey anlamadım. - İstanbuldan 205 km. doğuda Bolu dağlarındasın. - Neee !!! - Burası bir şantiye ben de Mühendis Maruf. Otursan iyi edersin çünkü hikayemiz biraz uzun. - Desene akşam başına bela oldum, gecen nasıl geçti kim bilir ? Başımın ağrısından pay biçerek mühendise hak vermeye başlamıştım, restoranda dubleleri peş peşe yuvarladığımı da anımsamaya başlamıştım. Didemi de anımsadım. Niye böyle birşeye başvurmuştu? Kim ne demişti de beni bu denli sarhoş etmişti? - Bu restoranı iyi bilirim. Her gelişimde tandır yerim sadece, dedi mühendis. Sonra devam etti konuşmasına. - Geldiğimde sen içiyordun ve söyleniyordun..sonra kendi kendine şarkıya başladın.. Ben de yemeğimi sipariş etmiş bekliyordum. Ben yemeğimi bitiririyordumki pat ! diye bir ses duyuldu. Sen, küt yerdesin. Hani şu kuru temizliyicilerin ütü tahtası var ya..aynı onun gibi. - İyi güzel de burada ne işim var onu açıklar mısın ? - Bak canım kardeşim. Önce hastaneye götüreyim dedim çünkü çok içmiştin. Bunun alkol koması var, serumu var, ifadesi var var oğlu var. Olmaz dedim. Garsona sordum tanıyor da nerde oturduğunu bilmiyor tabii. Cebin geldi aklıma aradık bulamadık. Sahi hangi, cehenneme soktun onu? - Ya olamaz! İç cebimdeydi. - Neyse... karakola teslim etmek de geçti aklımdan ama en kötüsü buydu. - İyi de neden burası ??? - Bak kardeşim! Ben, İstanbula acele işle geldim. Yukarda şantiyede benim getireceğim yedek parçaları bekleyen bir grayder bir de vinç operötörü var. Senin ayılmanı bekleymezdim, aklıma bu pratik önlem geldi. Ne yani çok mu zor, atlarsın bi arabaya 2 saatte gidersin İstanbula. (Devam edecek )
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Gürcan Erbaş, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |