..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Kendinden daha uyanık insanları işe aldığın zaman, senin onlardan daha uyanık olduğunu kanıtlamış oluyorsun. -R. H. Grant
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Şiir > Başkaldırı > cankor sönmez (CEMİL CEVİZ)




13 Ağustos 2001
sakıncalı(!) dizeler  
cankor sönmez (CEMİL CEVİZ)

:DBAD:
(KARANTİNALIK ŞİİRLER)

CEMİL CEVİZ
1990-2000

SAHNEDE NAZIM

Demir rengindedir tahta ranzalar
Güneşsiz/yalnız ve loş
Ve demir rengindedir tahta parmaklık...
Tavan arasındadır zaman
Daraldıkça daralan
Ve tüm acıların dolduğu
Bir göğüs kafesi
Bir sahnedir mekan...

Süleymaniyeli Şoför Ahmet’tir
Afyona silah yetiştirir.
Kağnılar geçer ay ışığında
Ay ışığında kadınlar
Ayakları yara
Sırtlarında bebeler ve
Çoğu süttedir bebelerin
Ve zaferi emeceklerdir...

Arhavili İsmaildir kimi
Karadeniz de dalgalar
Su bir iner bir çıkar.
Derdi İsmilin,Makinalısını korumktır
Nemden hainden!..

Kuvai Milliyecelerin postalları kocaman
Kocatepede Mustafa Kemaldir her biri
“...ince uzunbacakları üstünde yaylanarak
ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
Kocatepeden Afyon Ovasına atlayacaktır...

Demir rengindedir tahta ranzalar
Demir renginde tahta parmaklık
Aydın Karaburunda
Şeyh Bedrettinin
Mülhit yoldaşıdır zaman
Daraldıkça daralan
Ve tüm umutların dolduğu
Baştan ayağa hasret
Uçtan uca memlekettir mekan...

Bir yürek vurur sahnede
Yürekte yürektir hani
Nazımın Yüreğidir
Genco Erkalin göksünde
Çırpınıp duran
Yadırgamadan...

1995 / MALATYA




GÖRÜŞGÜNÜ

Ellerim değil avuçlarında vuran
Yüreğimdir(!) sıkı tut!
Ömrümdür damarlarında duyduğun
Ilgıt ılgıt akan.
Doğuracaksın Güneşi bir gün
Yılların arkasından...

Sevginin zırhına zincirli yüreğim
Yarı Açık Tutukevidir.
Durma! Kapısından gir...
Bu yıldızlar bizim
Şu mermi gibi
Kayıp giden Dilek Taşları
Ve aynı ay ışığı sıvanacak üstümüze
Sıkı dur!...
Güneşin toprakla sevişmesi kadar doğal
Güpegündüz öpüş benimle...

Taş avluda akşam sefaları voltadadır
Bu yaz Yediverenler firarda!
Kent rüzgarları
Susam kokar demiştin
Mazotlu akşamlarınla
Saçlarımı dağıt!
Konuş benimle...

Bugün öngünü şölenimizin
Görüş yarına kaldı.
Aldırma(!) tel örgülerin sırnaştığına
Gelin duvağı say!
Öyle sar beni...
Korkma acımaz yaralarım.
Özgürlüğün izleridir bu
Sen öptükçe açar her görüş günü,
Sen sardıkça kanar!
Besler içimde ki hüznü...

1995 MALATYA




SEVGİYE MİLİTAN

Bu havalar!
Biliyorum, bu havalar
Öldürecek bizi!
Bu kömür işçilerinin
Kara öksürükleri...

Halepçe de ölmediysek
“Hardal Gazıyla”
Ve Tienenmann Meydanında
Kurşuna dizilmediysek çocuklarla;
Bu havalar öldürecek bizi –iki gözüm-
Bu havalar(!) ülkemin sokaklarında...

Bu havalarda, seninle
Seyrana çıkmak boşuna!
Boşuna umut devşirmek
Samanyolunda yıldız kümelerinden...

Ay ışığına sıvanmamız boşuna!
Bunca kirli(!) savaşlara inat
Durmamız(!) ölümün alnacına silahsız
Biz seninle, Sevgiye Militanız!...

1995 MALATYA



MAVİ ÖLÜM VALSİ

Çıvgın değil bu iki gözüm
Kordoba ritminde bir tangonun
Islak kahrı!
Bir çigan çığlığı Buda-Peşte
Sokaklarından taşan
Ve Belgrad Tren İstasyonundan
Bıçakbıçağa çıkan
Üleşilmesi değil sevginin;
Umudun aramızda ezilen sesi!...

Karla karışık bu sulusepken
Bu yüzümüze sıvanan acı,
Bu yasaklar arenasında boynuzlanan
Bir matadorun ölüm dansı!
Bu yapış yapış(!)
Ellerimize bulaşan kan,
Neretva Irmağından akan
Sarayovalı Nina Vidoviçi’n
Mostar Köprüsünden atılan
Bir Mavi Ölüm Valsi...

1995 MALATYA




EBEYİM OYUNUNUZDA ÇOCUKLAR

Ah ben ne yapayım!?
Havalar karlı / havalar yaslı;
Sularım yanık kokar/sularım kanlı!...
Ah ben saçlarımı yolayım!
Saçlarımı; sırma sırma
Ak perçem saçlarımı!...
Göz görmez/ Yol bulunmaz geçmeye
Yollarım dikenli
Yollarım acı döşeli...

Ah ben ne çekeyim!?
Ne çekeyim dert yerine?
Çocuklar vurulmuş düş siperlerinde!
Çocuklar umuda kavruk
Çocuklar kara sevdalı...
Siz asmamda koruk/ tarlamda göğekin
Siz ölmeyi nerden bileceksiniz(?)
Hadi söyleyin!..,

Ah çocuklar! Vah çocuklar!..
Oyunlarınızda ebe olayım.
Belki ebeleri vurmazlar!..
Şiirler bırakayım
Çelik-çomak çukurlarınıza.
Yada Güneş doldurayım
Silme Güneş;
Her bahar doğsunlar ölüme karşı...

Bilemediniz oynamayı bizimle ah!
Koşmayı/ uçmayı
Uçurtmaların kanadında.
Ve kanatlarım ıslanır göz yaşlarınızla
Ah ben daha ne söylesem
“kör talihim kör gözüne(!)”
bu geğirtili / bu osuruklu düzenin
bilvesile(!) sömürüsüne katık
Bir sancılı ozanıyım...


HAYDİ BRE

Yazacaksak yazalım şiirlerimizi!
Baka baka gözlerine korkunun!
Vurulacaksak vurulalım birlikte!
Kör kurşunlara gelelim!..
Gelmesin çocuklar
Gömütlüklerimize...

Geçeceksek geçelim karanlıkları,
Tutukevleri/ duvar zincirleri
İşkence! Zulüm!
Öleceksek ölelim özgür kelebekler gibi
Ellerin ellerimde gülüm...

Çocuklar yazsın
Sevdayı / sevgiyi şiirlere,
İyiye güzele dair ne bırakmışsak geriye.
Bizim için yazılsın
Ölüm türküleri!
Yeter ki Onlar
Kör kurşunlarla vurulmasınlar...

1995 MALATYA




BOMBA

Bir bomba patlar usumda;
Beynim paramparça!
Damarlarım yırtılır bin yerinden...
Bir namlu parıldar Güneşe karşı
Bir gül açar
Herşeyden habersiz!
Bir bülbül susar dalımda;
Tekmil papatyalarda
Kan telaşı!...
Bir karınca boğulur göletinde acının
Bir ağustos böceği
Yarıda bırakır şarkıyı
Ve yıldızlar üşüşür
Samanyolu diye
Kan birikintilerine!..
Bir bomba patlar usumda;
Beynim paramparça!
Düşlerim yıkılır temelinden...
Bir kara delik açılır toprağın bağrında,
Yıkıntılarda çocuk sesleri!..
Bir kadın bebeğini arar
Lunaparklarda
Ve atlı karıncalarda
Gülücüklerin donuk sabahı.
Ben, seni bulurum
Kollarında yitikliklerin;
Aşkımızda kan çiçekleri...
Bir bomba patlar usumda;
Masamda, beynim paramparça!
Şiirlere siner vahşeti savaşın;
İmgelerimde barış çığlıkları!..
Ve bir şampanya patlar
Yan masada;
Beynim paramparça!
Yeniklerin kanı buğulanır bardaklarda...


KAHRAMANLARIN TÜRKÜSÜ

Ülkeyi kurtarmaya soyunduk
Soyluyduk/ aşıktık / şairdik
Yüreklerimizde ateşler yaktık
Yoksulduk /yolsuzduk/umuttuk;
Umudu kanattık
Yüreklerine halkımın
Ve ağıtlarıyla biledik
Kılıçlarımızı!...

Yedi düvele karşı
Samsun’a çıkanlardık.
Zulüm esnafı/ işkence uzmanları
Ve işbirlikçi mutagallibe
Ve kan emicilerin karşı safında birdik.
Beş olduk/ onduk
On bin olduk!
Bir dereden ırmağa;
Irmaklardan denize dolduk...

Sevda içtik su yerine
Ekmek yerine umut böldük aramızda;
Özgürlük bir uzak pınar,
Devrim tutkuydu tümden.
Türküydük/ coşkuyduk
Ve delikanlılığın baharında
Ülkeyi kurtarmaya soyunduk...

Saltanat artıkları/ hilafet sayrıları
Din bezirganları
Ve kul köle olanlar ağaya /paşaya!
Saf saf durdular karşımızda.
Yılmadık/ çoğaldık
Ölümden öte!?..
Ant içtik Devrim üstüne:
“Hakça ve adil
paylaşılmadıkça ülkemin ekmeği
korunmadıkça çalışanın emeği
ve özgür doğmadıkça Güneş!”

Vurulduk!
Mustafa Kemallere sıkılan kurşunlarla!
Asıldık! Baharlara inat!
Ama
Toprağını Ülkemin gebe bıraktık...
O toprak ki bir gün;
Doğuracaktır Devrimi
Ve ağrısını çekmektedir hala.
Biz bu günlere inanan kahramanlardık...

27 - HAZİRAN- MALATYA






AYDINLIK

Gökyüzü,
Bir bulanık su/ bulutlar hüzün yüklü.
Bir kara ışığın barışıklığı
Aydınlıkla(!)
Öyle gülüyorsun!
Gülüşün, yüzünde alışılmamış korku!..
Sokaklar kahır karası
Sevginin dumuru yüreklerde!
Ama ellerin kocaman
Ve akara uzanmış ellerin;
Ve kapatmış gözlerini aydınlık(!)
Yarınlar ziftleniyor karanlıkçadan!...

Yine de gülümse(!)
Bir ışık hüzmesi girer belki;
Bir umudun çırpınışına çare...
Ama düşlerin sende kalsın;
Kan emicilerin ağzında kanasın!...

Ey zindanları ışıtan aydınlık!
Ey kara cellatların korkulu maskı;
Uyandır artık.
Bin yıldır uyuyan aşkı
Ve kızıl sabahların sağrısı terli atlarını
               Ve atlılarını Devrim Ordularının...

Ey zincirleri kıran aydınlık!
Ey bir balyoz gibi
Parçalayan karanlıkları!..
Çöz incecik bileklerinden
İncecik kızların
Çöz! Yeşil Renkli Yılanları!..
Ve çocukları ülkemin
Özgür doğsun, özgür yaşasın yarınları...

1993 malatya





ZOR VE KOLAY

Anlatabilmek sevgiyi zor!
Ve dizelere yükleyebilmek sevdayı...
Sözcüklerin yürekdaşlığında beynin
“Aşk Giruslarına” girebilmek seninle.
Ve doruklanabilmek ve kalabilmek zirvesinde
Çıkarsız kavganın...

Anlatabilmek acıyı zor!
Ve derinine yürüyebilmek ağrının...
Sancının dehlizlerinden onuru
Çekip alabilmek seninle;
Göksünde mitralyöz yarası bir kadın
Taşıyabilir mi gebeliğini süngü deşikliği içinde
Ve vahşetin süt gibi emzirildiği
Çocuksu sabahların bitimine?...

Anlatabilmek sevinci zor!
Ve mutlulukları yaşayabilmek korkusuzca...
İletilerin karanlık dudağından öpüşü
Koklayabilmek seninle;
Yolların olmazlığını bile bile bir ayrılığın
Paylaşılabilmesi yatağında aşkları
Ve dirilebilmek ve diriltebilmek devrimi
Küllerinden dev yürekli devrimcilerin.
Ellerin kan içinde!..


Diyebilmek, öylesine kolay ve öylesine sabırla;
“bu topraklar bereketli kardeşim
bu ormanlar geniş
ve pırıl pırıl makinelerle işlense bir
bir sulansa
bir girse Güneşin sonsuz ışıkları
toprağın koynuna...”

Ama bir damla fazla içtiğin su
Bir lokma fazla yediğin ekmek
Boğazına duruyorsa
Ve haykırabiliyorsan haksızlığın alnacında
Ve topuna / tüfeğine / tankına karşı
Karanlık güçlerin!
Ve tutsağı olmadan artı girdilerin
Ve saltanatına kan emicilerin
Dur diyebiliyorsan
Ve saygı duyabiliyorsan
Emeğe/ beyin terine/ güzelliğe
Ve barış için/ ve özgürlük için
ölebiliyorsan;
Yaşamak kolay be kardeşim
Sevdalanmak sudan ucuz...

1993 MALATYA








İŞKENCE TABLOSU
“Abidin Dino’ya saygılarımla”
               
Bu eller?
Ellerimden ayak bileklerime uzanan
Bu kanlı zincirler!? / Bu paslı düşlerin
Sırıtkan gülüşü!...
Bu gözler gözlerimdi,
İlk sabah ışıklarına hasret!
Bir sonsuz gece / Bu buz tutmuş suyun
Dökülmesi üstüme!...

Bu sözler sözlerimdi;
Bitmez tükenmez tractı acının!?
Bu eski MANYATO
Bu tellerden geçen elektrik
Bu teklemesi yürekte aşkın!?..
Bu husyeler husyelerimdi;
Unutulmaz aşkların mor ve meramlı!
Bu avuçlarında tutarken gülen
Bu kancıklık bu soysuzluk neden!?
Bu esrik bakışlı cellat(!)
Bu sapkın haz dokularında;
Orgazm oluyor gülerken!...

Bu ateşler kirvem,
Bu damarlar boyunca beynime
Çakılan çivi!
Tuz – buz eden düşleri
Bu sancılı sevi(!?)
Ve sonsuz ölümü sevdaların !?
Kimin zulmü!?...

Gün doğar mı artık kirvem
Minicik çiçeklerin çiğlendiği şafaklara!?
Vurur mu bu yürek daha!?...


ŞARTOLSUN

İstiyorum, şartolsun!
En güzel şiirlere katmak istiyorum seni;
Daha ilk dize de
Gözlerin itiyor gözlerimi...
Gözlerin, paragöz senin!
Şiirler de mor binlik gibi
Yazılmaz ki!?
“para, her şey mi a canım!?”
Bir kuru soğan kırsak seninle,
Bir ekmeği bölüşsek hilafsız(!)
Su beleş, nasılsa;
Bastırsak düşlerimizi tuza...
Yok!
İlle varsıllar gibi olmalıyız
En büyük ev/en pahalı araba/en çok para...
Gözlerin, paragöz senin a canım!
Görmemek imkansız...

İstiyorum, şartolsun!
En güzel şiirlere katmak istiyorum seni;
Daha ilk sözcükte
Sözlerin itiyor sözlerimi...
Şöhret düşkünüsün sen!
En çok senin adın geçmeli şiirlerde
En çok senden söz etmeli imge
Ve şiirim para etmeli(!)
Medya/ renkli basın/ yarışma!..
Oysa, bir kelepir kitapçıda
Promosyon diye verilse şiirim –ne çıkar?-
Haytalar okusa/beleşçiler/bıçkınlar(!)
Gözlerinin bıçkın kenarlarıyla...
Sokağa düşmüş güzel kadınlar gibi
Yerden kaldırsalar şiirlerimi...

Bilmiyorsun sen;
En güzel kadınlardan çıkar en güzel fahişeler
Ve en güzel fahişeleri
En bıçkınlar fark eder...
Bırak onların kitaplığında olsun şiirlerim,
Onların dudağında kurusun
Şiirlerimin ruju...

İstiyorum, şartolsun!
En güzel şiirlere yazmak istiyorum seni;
Daha ilk imgede
Düşlerin itiyor düşlerimi...
Sen sevda özürlüsün –iki gözüm-
Yüreğin sevda yoksulu...

Bilmiyorsun sen;
Gözlerin Evreni boyar aslında.
Yıldızların şavkımasında dursak seninle;
Binsek dolu-dizgin Pegasus Atlarına;
Güneşte yaksak cigaramızı;
Şartolsun(!) her şiire koyardım adını...






ÜÇ GÜVERCİN

Siz böyle günlerin yığını altında ezik
Böyle günlerde sancılanan
Ve yüreğimde ki
Zehirli esriklik...
Damarlarımda akan siyah kan
Bencilliğin batağında
Korkunun beslediği yılan!...

Siz sokak ortasında vurulan
Çocuk ağıtı bayramlarda.
Mayıs aylarının
Darağacında ki hüznü...
Siz bir ana gibi
Çaresizliğin emzirdiği türkü;
Durdunuz nedense !?
Şiire bir adım kala...

Sözcüklere prangalanan imge
Gecenin içinde açan karanfil;
Siz sabahın üçünde
Bileklerime vurulan kelepçe;
Durdunuz nedense
Şiire bir adım kala...

Kara gözlük takmıştı” Terazili Yosma(!)”
Ve gecenin rıhtımında bir gemi bekliyordu;
Güneş ufkun ardında ikircikli!
Sordunuz şiire bir adım kala:
İlk dizesini özgürlüğün
Sözcüklerin yüzü yoktu!
Yanıtlarda
Utanmışlık saklanıyordu!..

Üç dize havalandı karanlığın avlusundan.
Üç dize, el ele...
Şiire durdu zaman
Ve üç güvercin darağacından
Kanat vurdu şiire!...
Ülkem, gözlerini kapatıyordu
Utancından!...

6 MAYIS ŞİİRLERİ



MAHSUR

Gönlüm, zirvelerinde gezinir yiğitliğin(!)
Yiğitliğim, kendimedir...
Ayaklarım üzüm bağlarında koruk
Ve korkuluk yüreğim
Korkunun tutukevindedir...

Kardelenler saplanır bir bıçak gibi tenime.
Gül değil kış bahçelerinde
Derdiğimiz seninle.
Ağıtı, morg kapılarında anaların
Sevdalar kışta kalır
Umarlar bahara...

Bir çığlık dolanır bulut bulut başımda.
Bir çıvgın çıkar
Bir sağanak ıslatır saçlarımı;
Ne ellerinden tutabilirim
Ne gözlerim saklanır gözlerinde;
Yiğitliğim korkularda mahsur kalır...

Attığım kurşun, değmez yüreksize
Vurmaz, korkağı / kahpeyi(!)
Döner beni vurur
Devrimcilerin yattığı yerde...






GÜNEŞ ZOR DOĞACAK

Vurmana gerek yok kapımı aralık.
Yakma sönük kalsın istersen;
Yetiyor karşı kaldırımın ışığı
Arada bir giriveren
Damlaları yağmurun.
Bırak serinlik getirsin penceremden...

Hüznüme aldırma sen
Bir kadehte kendine doldur.
Ayakta durma öyle!
İnce geceliğinle üşüyeceksin;
Gel! Yanıma sokul istersen...
Sabaha çok var daha,
Korkma!
Bu gece Güneş zor dağar

Hiç bir şey olmamış gibi
Uzanıver istersen / Bildiğince yanıma;
Elerimde ısınsın ellerin.
Sürüver ayva tüylerini tenime;
Teri kurusun tenimde teninin...



AKREP

Kaldırımları Ankara’nın
Taşı / toprağı...
Kaldırımlar kavuşmuyor kaldırımlara.
Dağ dağa kavuşmaz hesabı...

Ankara Atatürk Bulvarı.
Yılların yeşil
Yağmurun sünepe ve serçelerin
Haytalık zamanları...

Daha el değmemiş memelerine
Bir yaz
Dudakların, Roma Dondurmasınca soğuk.
Okullar henüz kapanmış
Kaldırımlar silme sevda;
Biz ayrı kaldırımlarda
Sen yazlığa/ben staja
Bir çileli yaz!...

Gelecek kışa ısmarlamışız aşkı.
İlk yağan karda
Unutma(!)
Öpeceğim dudaklarını...
İlk yağan karda ve ilk baharda...
Ve uzaklaşıp giden
Birbirinden
Kaldırımlar, kavuşmadı sonra...


Tiyatroları Ankara’nın
Barları / pavyonları...
Bulvarları baştan başa sen
Ve bilsen;
AST’TA Göz gözü görmüyor!
Fuayesindeyiz Astın.
“EŞBER’İN AKREBİ” sokmuş her birimizi!
Alkıştan ellerimiz kızarmış
Göz yaşlarımızla ıslatmışız
Eşber’in görmeyen gözlerini...
Yıl 1997
İçimizda hala o toplumsal sancı.
Bu kez ”Birinci” içmiyoruz;
Sen Malboro belki/ ben Parlament...
Aynı dudakta yakmamışız ki
Hiç cigaralarımızı;
Nereden bileceksin dudaklarımdaki acıyı...

Biliyorum, sen o’sun!
Bir duruş, ancak sende böyle durur.
Bir gülüş böylesine içten...
Ve gözlerin hala
Eski bir devrimcinin bir çift
Tabanca mermisi(!)
Ve namlusunda sevda çiçekleri...
Adını, kızıma ünlüyorum;
Dönüp bakıyorsun.
Evet evet!
Sen o’sun!...
Karşında ki kocan besbelli.
Boyunu geçmiş oğlun boyu
Ve kızımla yaşıt. Doğru...

Kaldırımları Ankara’nın
Sevdaları / ayrılıkları...
“ANKARA hala güzel”diyorum kızıma;
“Dağ dağa kavuşur
kavuşmaz, kaldırım kaldırıma...”gülüyoruz...

1997 /ANKARA


ŞİİR SAĞANAKLARI

Şiir sağanaklarında tutuldum size.
Sırılsıklam dizelenmiştik...
Sözcükler ıslanıyordu saçlarında;
Bıçkın duygu çukurlarında imgelenmiştik...
Az kalsın
Altında kalıyorduk
Şehvet yüklü kamyonların!
Zamansızlık tümseklerine basarak geçtik
İçimizde ki sel sularını...
Gündelik sevda kuytuluyorduk
Saçak altlarında;
Sevdamızı, öpücüklerle avutuyorduk
Ve her öpücük dudaklarımızda
Altı punto çıkıyordu.
Ürpertiliydik! Korkulu!
Ve yarım bırakılmış dizeler gibi
Titriyorduk...

Saygınlığımızı soyunduk önce
Sonra korku kemerlerimizi çözdük belimizden;
Yağmur sularından topladığım
Birkaç kaçak Yıldızı sundum size
Ve neon ışıklarını örtündük üstümüze...
Arkaik bir kadeh gibiydiniz
Topraktan mamul ve sırlı,
Sözcüklerle sırlıyordunuz yasakları
Ve batmıyordu yasaklarınız tenime
Ve o gece
Şiir sağanakları
Durmak bilmiyordu...

1997/ EKİM/ MALATYA



BOŞLUK

Her şey var masamda.
Kağıt / kalem / kitap / koltuk...
Yokluğun geliyor usuma
Her yanım boşluk!...

Odam eşya dolu
Halı / kilim / kanepe/ yolluk...
Acı var /hüzün var duygu / dize sözcük...
Gece var / gündüz var soğuk / ışık / loşluk...
Gözlerin geliyor usuma;
Her yanım boşluk!...

İnsandan geçilmiyor sokaklar.
Eş var / dost var / düşman var
Selam / sabah / hal / hatır...
Sabah var / öğle var / kuşluk
Bir sen yoksun yanımda;
Her yanım boşluk!...

1995 MALATYA





YETER DE ARTAR BANA

Gök gürlemesi! Şimşek!..
Ay / Güneş / Yıldızlar/ Galaksi
Hatta Evren...
Bana ne devinimlerinden
Kuantum Fiziğinden/Kara Deliklerinden Evrenin!
Ben işime bakarım arkadaş
Sevdama / sevgime
Dudakta nar kızılına
Usumun girintisine / çıkıntısına
İlle de göksümde ki
Yürek vuruşuna...

Penceremden giren bir demet ışık
Bir esinti hüzmesi
Bir serinlik alnımda
Dudakların değmiş gibi dudaklarıma;
Bir öpüşün
Yeter de artar bana...

Samanyolu / Jupiter / Pegassus Atları
Kasırga / sel / salgın / din savaşları!
Açlıkmış!binlerce ölüm!
Bana ne Gülüm?
Öyle koca sözcüklerden
Şiirlerime bol gelen devlerden!...
Dizelerimde bir tatlı söz
Bir çift göz gözlerimde
Bir ince karınca yolu/ bir yoncanın gölgesi
Bir fallık papatya
Bir küçük çiğdem soğanı
Taze toprak kokulu bir ince yağmur
Ve çocukluğumdan kalan
Sıradan / sevda dolu
Bir yasak saklambaç oyunu
Yeter de artar bana...




ÖZGÜR ŞAFAKLAR

Tenimizde yolsu cılgalar
Dilimizde sözcük ekimozları
Yüreğimiz tekmil hematomdu!
Gökyüzü, kare kare bölünmüştü
Çizgi çizgi.
Ve gözlerimizde
Demir parmaklık izi...

Ne sevdalar doyurdu bizi
Ne soframızda eksik olmayan umut;
Ölümü bölüştük aramızda yarışırcasına!
Ve ağzımızda
Demir leblebiydi özgürlük...

Acılara aldırmadık
Zemherisinde kavganın.
“Moltof Kokteyl”gibiydi yıldızlar zulamızda...
Yağmurlarla kamufle ettik göz yaşlarımızı,
Gülücüklere sardık da
Öyle büyüttük direnci, tutsaklığa!...
“Filistin Askılarına!”/ coplara!”Manyatolara!”
Ve aşağılamalara!...
Ama aşağılanmadık; aşağılandı
Konserve Beyinli Uşaklık(!)
Cılkıdı işkence / bozuldu zulüm
Ve diz boyu batağında çıkarın
Selama durdu korkaklık!...

Bilemediler!
Bilemediler karanlığın ussal bir esrime olduğunu;
Zincirlere vurmakla Güneşi
Sabahı olmaz bellediler!
Oysa
Günboyu duvarlarımıza çizdiğimiz Güneşti
Ve özgür şafaklardı
Bizi öldükçe dirilten...





23 NİSAN

Bugün, 23 Nisan Dünyanın tüm çocuklarına;
Somali’de /Sudan’da /Ruanda’da
Ve tüm kentlerin Varoşlarında.
Kara derili /ak derili /sarı / çekik gözlü
Ama gülücüklerin,
Gamze gamze açtığı baharlarda...

Bugün 23 Nisan, Dünyanın tüm çocuklarına;
Öksüz / yetim / terkedilmiş
Üç / beş / yedi
On yedi/ kırk yedi / yetmiş yedi
Ama yürekleri çocuk kalmış
Tüm yaşıtlara...

Bugün 23 Nisan, Dünyanın tüm çocuklarına;
Lösemili / hodcginli / kızamıklı
Aç / açık / çıplak!
Savaşların yaktığı yanıklarla
Ama umutların
Şafak şafak
Doğduğu yarınlara...

Bugün 23 Nisan, Dünyanın tüm çocuklarına
Ve özgürlüğün bir ekmek gibi
Bölüşüldüğü tüm zamanlara...

23 Nisan 1995 / C. Atuf Kansu’ya saygı




BONDORELLA

Yağmur çisil çisil, yağsa üstüne SEN’İN;
O yağmur Parisli midir?
Sen,
Paris’in, Moskova’nın kızıllığına düşsen,
Tienenman Meydanında Pekine;
Güneş, ellerinde ki kanı
Sen’demi yıkar?
Yoksa Atlantik de mi/ Pasifik de mi
Bilemezsin...

Seni kollarıma düşüren
Yalancılı gebeliğidir Ay’ın.
Ne kadar geniş olursa olsun yüzü
Ne kadar aksa ak;
Doğurabilir misin Dünyayı
Güneşi yok sayarak?...

Sen’de ki yağmura duayı
Guatemala’da duymak;
Öykünmesi midir Muhammet’e İsa’nın?
Yoksa Torsedor Kadınların,
Puro sararken dizlerinde;
Yığılıp kalması mı Bondorellaların...





AKBABALAR

Bir köy vardı buralarda, uzak olmayan çok.
Bir köy vardı;
Sevdalarla damları sıvalı
Ve
Bağ Bozumlarında sevgiler şıralanırdı...

Bir köy vardı buralarda, suyunda değirmen dönen.
Bir köy vardı;
Süt kokardı memeleri kadınların
Ve
Çocuklar koşardı okul yollarında;
Kızamıktan / boğmacadan/ tifodan başka
Alamadığı ölümlerin...

Bir köy vardı buralarda, acıları düğüm düğüm.
Bir köy vardı;
Korku / ayrılık / ölüm!
Bir köy vardı buralarda, iki gözüm;
Yaktılar akbabalar!
Akbabalara kaldı köyüm...

1990 MALATYA





IRMAK VE ÇOCUK

Bozkırda bir başına bir ırmak,
Gözesi dağ yamacında
Bir kayanın gözünden ırdığı
Yalnızlığın göz yaşlarıydı...

Birkaç yaban nanesi ve birkaç yarpuz yaprağını
Islatarak
İncecik cılgasında
Akar giderdi ırmak...

Gecesi, kendince sessiz / gündüzü ikirciksiz...

Kara kaplumbağası, su içerdi kenarından
Toprak yeşili kertenkelesi
Ve
Sesini dinlerdi onca börtü böcek ve
Ve bir küçük çocuk
Irmağın duru sesini...

Bir sabah duyulmadı ırmağın sesi!
Kara kaplubağası / yeşil kertenkele
Ve yarpuz ve nane;
Çocuğa baktılar birlikte.

Bekleyin dedi çocuk;
Bakar gelirim şimdi.
Kertenkele / kaplumbağa /birkaç çekirge
Ve bir çift ağustos böceği
Yola çıktılar hemen.
Su yolu, yol boyu susuzlukla dolu!
Bir alabalık kanat çırpıyordu son göletinde
Ve binlerce
Kurbağa larvası / şeytan kırbacı / gelin tokası
Can çekişiyordu!..

Onlar da katıldılar çocuğa,
Kaynağına yürüdüler suyun.
Salkım söğüt/ yavru kavak / kuşburnu
El salladılar umutla ardından
Çocuğun...
Çocuk, bekleyin diyordu;
Su getireceğim size...

Güneş, gülüyordu / yağmursuz bulutlar sessiz
Sıcaklık ve erezyon
Bu kafileye dil çıkarıyordu(!...)

Ak bir kayanın gölgesinde,
Islak ve serin
Gözesini buldular derenin.
“Nerede suyun!?” diye, seslendi çocuk.
“...de suyun!?” diye, yansıladı boşluk!

“...Bekleyin, su getireceğim size
Bekleyin, su getireceğim size...”

..?..

Yıllar sonra döndüğünde köyüne;
“Su getirebildim mi?”
Diye
Hep sordu kendi kendine...



GÜNEŞE GÖLGE DÜŞTÜ

68 LERDE oylumlandı yüreklerimiz
O günler de zincirlendik sevdaya
O günlerden kaldı
Bileklerimiz de ki kelepçe yarası!
O günlerde çıktık al yeleli atlarımızla
O günlerde Güneşe yolculuğa...

Bir başka doğdu tan şafaklarda
Bir başka, bin ülkede birden!
On binler birlikte içtik tanı
Birlikte gelincik tarlalarında...
O günlerde çıktık al yeleli atlarımızla
O günlerde Güneşe yolculuğa...

Türkülerimiz yiğitti/ aşklarımız devlere özgü
Kavgalarımız karanfil kızıllığında
Utkularımız, kardelence ak
Ve sığınarak
Ölümün sıcak kollarına;
O günlerde çıktık al yeleli atlarımızla
O günlerde Güneşe yolculuğa...



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.


Yazarın şiir ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
İstanbulu Yaşamak İstanbulsuz
Hayallerim Kederlerim Vebalim
Yine 14 Şubat
Sevgililer Günü
Tut Ki

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Sıradışı Bir Gün [Öykü]


cankor sönmez (CEMİL CEVİZ) kimdir?

sonradan olma Malatyalı, aslen ANKARA\'lıyım. TIP DOKTORU VE genel cerrahım. Yazmaktan arda kalan zamanlarda sayrılarla uğraşıyorum. . .

Etkilendiği Yazarlar:
EZİZ NESİN, E. HEMİNGWAY, ORHAN VE YAŞAR KEMAL, CRONİN, J. KOSİNSKY vs


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © cankor sönmez (CEMİL CEVİZ), 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.