Yalnızca sevgiyi öğret, çünkü sen osun. -Anonim |
|
||||||||||
|
alef mem tav Sözleri okumayı bitiren Celaleddin Efendi’nin mezara eğilerek, elindeki kitabı cansız bedenin başının altına koymasıyla, mezarının göz açıp kapayıncaya kadar kısa bir sürede yeniden toprakla dolduğuna şahit olan Hayyat Efendi’nin bilincini yitirerek düşüp bayılmasına müteakiben, Celaleddin Efendi, alef mem tav harflerini yeniden mırıldanarak Hayyat Efendi’yi uyandırdı ve Fırat Nehri’ne götürdü. Hayyat Efendi bilinçsiz bir halde nehri seyretmekte iken, Celaleddin Efendi ona yaşam ile ölüm hakkındaki düşüncelerini anlatmaya başladı. Ona göre yaşamak bir çemberin etrafında dönmek gibiydi. Etrafında dönülen bu çemberin alanında ise yine kendi etrafında dönüp duran binlerce çember vardı. Biz çemberin etrafında ilerlerken, görüş alanımızdaki çemberlerin bize dönük olan yüzeylerinden üzerlerimize dikler inerdi. İnen binlerce dik doğru parçası yaşıyor olduklarımızı meydana getirirdi. Ölüm denen hadise ise iki pi adlı sayıya gelindiğinde gerçekleşmekteydi. İnsan evladı iki pi adlı sayıya ayak bastığında çember etrafındaki dönüşünü tamamlardı ve başladığı noktaya geri dönerdi. Hipnoz yöntemini kullanarak çeşitli kimselerin önceki yaşamlarını kendi ağızlarından dinleyebilmiş olan Celaleddin Efendi’ye göre insan evladı, iki pi değerinden sıfır değerine olan geçişi, kendisinden başka bir bedene sahip olarak tamamlardı ve çember üzerinde yeniden yürümeye başlardı. Bu hadiseye Arabi dilinde tenasüh denmekteydi. Ne var ki bu hadise Celaleddin Efendi’ye göre yaşanması sakıncalı olan bir hadise idi. İnsan denen varlık dünyevi yaşantısı boyunca yalnızca tek bir beden kullanmalıydı, insan ölünce bu beden kıyamete kadar kendini kabirde saklamalı ve kıyametin kopması ile ahiret hayatına başlamalıydı. Çünkü mühim olan dünya hayatı değil, ahiret hayatıydı. Celaleddin Efendi tenasüh hadisesini yok edebilmenin bir yolunu bulamamıştı, ne var ki kıyamet gerçekleşirse tenasüh hadisesi son bulacak ve insanlar ahiret hayatına başlayabileceklerdi. Bunun içindir ki Celaleddin Efendi’nin kıyamet alametlerini gerçekleştirmek için kolları sıvadığı rivayet edilmiştir. Rivayet edilen meselenin devamı ise şu şekildedir; Celaleddin Efendi, İslami kaynaklarca, kıyametin küçük alametlerinden biri olduğu varsayılan Fırat Nehri’nin yatağından altın çıkması vakasını husule getirmek için Mısır iline gitmiş, iki omzunda ceman yekûn kırk iki adet kartalla dolaşmakta olan ve çeşitli maddeleri altına dönüştürebildiği bilinen Simyacı’yı bulmuştur. Arabistan alimlerinin ısrarla Zulkarneyn Aleyhisselam’ın ta kendisi olduğunu iddia ettikleri bu esrarengiz kimseye yaşam ve ölüm hakkındaki düşüncelerini anlatan Celaleddin Efendi, bin altı yüz yetmiş yaşında olduğu söylenen Simyacı’yı, Fırat Nehri’nin yatağını altınla doldurması için ikna etmiştir. Bir dönemler Salem ülkesinin krallığını yaptığı da rivayet edilen Simyacı, yaklaşık olarak beş sene içinde Fırat Nehri yatağını altınla doldurmuştur. Celaleddin Efendi Hayyat’a, yaşam ile ölüm hakkındaki düşüncelerini anlatmayı bitirdiğinde, Hayyat’ın Fırat Nehri’ni donuk bakışlarla süzüyor olduğunu gözlemledi. Dünya üzerinde bir kişinin dahi bilmediğinden emin olduğu, ne hikmetse esrarının ta yüzyıllar öncesinde yaşamış olan Bezalel Efendi’den kendisine geçtiğini hissettiği büyüyü yaparak, Hayyat’ın sağ elinin üzerine alef mem tav harflerini yazdı. Bu harfler doğruluk anlamına gelmekte olan İbranice emet kelimesini oluşturmaktaydı. Bezalel’e göre yirmi beş senenin sonunda emet kelimesinin başındaki alef harfi silinecek ve doğruluk anlamına gelen emet sözcüğü, ölüm anlamına gelen met sözcüğüne dönüşecekti. Celaleddin Efendi, bundan böyle düşünmesini ve sorgulamasını bilemeyecek, sadece doğruluk yolunda neferlik yapacak olan Hayyat’a, üç yüz üç ay boyunca her yirmi beş saniyede bir fısıldanması gereken sözleri söyledi ve bir karınca sürüsüne Hayyat’ın iki ayağı arasında gidip gelmeleri için emir verdi. Kıyamete bir adım yaklaşacak olmanın verdiği heyecanla Celaleddin Efendi’nin dudaklarında bir gülümseme belirdi. Tam o sırada uykusundan uyanan Hayyat Efendi, Fırat Nehri kenarında bir kayanın üzerinde oturduğunu duyumsadı ve ne anlama geldiğini bilemediği emet sözcüğüne bakmasına müteakiben yirmi beş yıl sürecek olan kıyamet tellallığına başladı. . . . Rivayet olunan mesele şu haldedir ki; bundan tam bin iki yüz doksan dokuz sene evvelinde, Lut kavminin livata cürmü sebebiyle büyük bir boran kopartılarak helak edilmesinden iki bin sekiz yüz kırk sene sonrasında ve de yetmiş adet isminden biri Yevmü’l Hulud olan Kıyamet hadisesinin ilk alametinin rasadından hemen hemen üç ay kadar öncesinde, Aziriz kenti sakinlerinin pek muhterem bildiği lakin yine aynı kentin sakinleri tarafından pek mecnun bir şahıs olduğu söyleneduran Hayyat adlı zat, Kitab-ül Burhan Fi Alameti-il Mehdiyy-il Ahir Zaman adlı eserin yirmi sekizinci sahifesinde geçtiği bilinen, hergün takriben yirmi beş saniyede bir tekrar ettiği cümleyi belki milyonuncu defa zikretmiştir: Fırat Nehri altın bir dağ üzerinden açılmadıkça kıyamet kopmayacaktır Bu cümle yaklaşık beş saniye içinde Hayyat adlı şahsın dudakları arasından bir fısıltı halinde çıkmış, toprak üzerinde Hayyat adlı şahsın sağ ayağı ile sol ayağı arasında ilerlemekte olan karınca kafilesi, geçen beş saniyeden yirmi bir saniye sonra yeniden aynı sözün zikredilmeye başlanmamasına hayret etmiş, aniden hareketlenerek, on beş adım kadar ötede duran, Frenk gezginlerinin Euphrates adını vermiş oldukları nehrin kenarına, göz açıp kapayıncaya kadar kısa bir süre içinde varmıştır. Nehrin kenarına ilerleyen altı yüz altmış altı adet karıncadan müteşekkil bu kafile, ardında yedi kelimeden oluşan bir iz bırakmıştır: Fırat Nehri bir altın dağını açığa çıkarır Mevzuubahis cümleyi heceleyerek ancak üç ayda okuyabilen Hayyat adlı şahsın yüzünü nehirden yana çevirmesine müteakiben son nefesini verdiği Aziriz kenti sakinleri tarafından rivayet olunmuştur. Efsunlu ve menhus olduğuna inanılan Hayyat adlı şahsın cansız bedenine yetmiş yedi çeşit leş yiyici hayvan aleminin dahi dokunamadığı, kendi kendine çürümeye terk edilen kokuşmuş bedenin, Hayyat adlı şahsın torunu olduğu söylenen yedi yaşında bir oğlan çocuğu tarafından alınarak toprağa gömüldüğü hikayesi yüzyıllar boyunca ağızdan ağıza dolaşmıştır. Yedi gün içerisinde Hayyat adlı şahsın cansız bedeninin gömülü olduğu toprağın altından bir kavak ağacının kök saldığı, otuz iki gün sonunda boyu altmış dört kulaç uzunluğa ulaşan bu kavak ağacının tepesindeki dallarından birinin güneye bakan kolunda altın cisminden bir yaprağın filiz verdiği rivayet edilen hususun devamı niteliğindedir.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Alparslan Nas, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |