İnsan bir küçük dünyadır. (Mibres Kosmos) -Demokritos |
|
||||||||||
|
-Hiç kimse’ye- “Hiçbir şey hayat kadar şaşırtıcı olamaz. Yazı hariç.” İbn-i Zerhâni Alper SEÇİLİR Günümüz modern dünyasının temel edimlerinden biri olan yazmak meselesi belirli bir önem dünyasına hakim olmasıyla birlikte içinde muhtelif sorunları da ciddi anlamda tartışma sahasına sokmuştur. Temeli “fi” tarihinde başlayan “sanat için mi; yoksa toplum için mi yazmalı?” anlayışının varyasyonları şeklen değişip nitelik olarak aynı kalarak halen entelektüel kirlilik oluşturmaktadır. Bu mülahazaların çözümü pek mümkün gözükmemekte ve daha da ötesinde bir tefekkür mülahazasından öteye geçmeye muvaffak olamayacağı izlenimi oluşturmaktadır. Çünkü yazmak, tamamiyle, ne sanat içindir; ne de toplum için. Yazmak bir tarafıyla sanat için olanla; toplum için olanı birleştirmektir. Peki günümüzde kaç yazar bunu başarabiliyor? Tabii ki, bu soruya cevap bulmak eleştirmenlerin başlıca görevidir. Bu bağlamda, biz de bir bütün olarak düşünülebilecek bu sorunun bir parçasını yanıtlayabilmek adına, kitapları çok satan bir yazarımız olarak Halit Ertuğrul’un “Kendini Arayan Adam” adlı kitabından hareketle, bu konuda dikkatimizi celbeden sorunları dillendirmeye çalışacağız. Üzüm Yemek mi; Bağcıyı Dövmek mi? Halit Ertuğrul her ne kadar “Ben sanat kaygısıyla yazmıyorum. Amacım: İnsanlara bir şeyler anlatmak.” dese de, bu hiçbir şekilde Halit Ertuğrul’un bir yazar olduğu gerçeğini değiştirmez. Eğer kitaplarınız bu ülke de ve başka ülkelerde baskı üstüne baskı yapıyorsa, insanlar sizi okuyorsa bu durum sorgulanmalıdır. Bunun kaçarı yoktur. Şimdiye kadar belki de Halit Bey’in ben sanat için yazmıyorum tavrından dolayı ya da belirli bir kitleye hitabeden yazması sebebiyle bu iş ihmal edilmiştir. Ama artık yeter, bazı müte-nasirlerin Türk dilini işlemeden; sokakta insanların meramı anlatacak kadar sınırlı bir kelime kadrosuyla kitaplar yazarak “Hizmet Ediyoruz Kardeşim.” edasıyla para ve şöhret kazanmasını yadırgıyoruz. Yazar olan kimse tezini desteklemek için de olsa kitap yazmanın kriterlerine riayet etmek zorundadır. Saldım Çayıra Mevlam Kayıra: “Kendini Arayan Adam” İlk intibâlar: Bir çoğumuzun tarzı olduğu üzere, ilk önce kitabın arka kapağını okuyarak kitap hakkında fikir sahibi olmak istiyoruz: “Bir sonbahar günü Kayseri’de otobüse binmişti. Bir ideoloji uğruna geçen altmış yıllık hayatı, otobüs yolculuğunda tanıştığı genç öğretmenin anlattıklarıyla birden alt üst oldu. Bir yolcuyla yaptığı sohbetin hayatını bu kadar kökten değiştireceğini nerden bilebilirdi? Sabaha kadar devam eden sohbetin sonunda o artık bambaşka bir insandı. Neler konuştular, bir insanı bu kadar derinden etkileyecek konular nelerdi? Bu gerçek hayat hikayesinin sonu nereye vardı? Halit Ertuğrul’un 300.000 satan ve altı dile tercüme edilen kitabı, sizin de hayatınızda yeni sayfalar açacak.” (Arka Kapak) Oldukça heybetli gözüken bu arka sayfa tanıtımı kitabın görüntüsüyle tezat oluşturuyor. İncecik( tebriklerle birlikte 141 sayfa); alelâde basılmış bir kitabın bu tanıtım yazısıyla ne kadar alakalı olduğunu insan sorgulamadan edemiyor. İnsanların hayatını değiştirme amacı güden kitabın bu çelimsiz görüntüsünü yadırgamamak elde değil. Kitabın ilk kısımlarını inceliyoruz: Kitabın kaçıncı basılışı olduğunu ve hangi basımevleri tarafından basıldığını bildiren bilgiler yok. Böyle bir kitap için ne talihsiz bir üşengeçlik. Sayfaları çevirip kitabın dünyasına girdikçe düşüncelerimizde pek de haksız olmadığımızı gördük. Kitapta yazım, cümle, mantık ve roman tekniği açısından tespit edebildiğimiz kusurları, düşüncelerimizi desteklemesi açısından örneklerle göstermeye çalışacağız. Cümle hataları: “Komünizmin yıkılışını hazırlayan en önemli sebeplerden birisi, ömrünü bu uğura adamış milyonlarca insanın ve özellikle de dünya çapındaki ünlü komünistlerin, bu rejimi bir bir terk ederek, bu davalarından vazgeçmiş olmalarıdır.” (s. 7) buraya kadar sorun yok; ama bu cümle çerçevesinde hemen alt paragraftaki şu hataya bakar mısınız: “Bunun sayısı dünya çapında o kadar fazla olmuş ki,…” düşünebiliyor musunuz? Çokluktan bahsediliyor, önceki cümle, gerektiği gibi çokluk ekiyle bitiyor; ama alt paragrafta, yani üst paragrafta bulunan cümleyle organik bağı olması gereken cümle “bunun” ifadesiyle başlıyor. Böyle bir durumda, bu ifade “bunların” olmalıydı. Hemen akabinde bir başka cümle: “Türkiye’de, komünist aydınlar arasında bu durum yaşandı.”(s. 7) bu şekilde. Bizce ; “Türkiye’deki komünist aydınlar arasında da bu durum yaşandı.” Şeklinde olmalıydı. Bir cümle hatası daha: “Aynı zamanda; boşlukta anlamsız bir hayat süren insanlara bir kurtuluş reçetesi sunuyor.” (s. 8). Burada ikinci bir gramatikal kirlilik yapmıştır. “Çok acımıştık. Hemen köylüyle bir araya gelerek boş bir evi tamir ettik, içini döşeyip kendisine teslim ettik. Her gün birimiz (kendisini) akşamları misafir alır olduk.” (s. 16). “Birazını da bize vermekten kızmadın değil mi?” (s. 22) cümlesi “Birazını da bize verdiğin için kızmadın değil mi?” şeklinde olmalıdır. 18. sayfanın ilk paragrafı: “Milletin kucağında büyütüp onun ekmeğiyle beslenen bir insanın, en çok saygı duyması lazım geldiği bir yere ihanet etmesine karşı, içimde büyük bir nefret doğmuştu.” Bu cümle bizce şu şekilde olmalı: “Milletin kucağında büyüyüp onun ekmeğiyle beslenen bir insanın, en çok saygı duyması gereken yere ihanet etmesinden dolayı, içimde kendisine karşı büyük bir nefret doğmuştu.” Ayrıca “Kucakta büyümek” deyiminin bu tip bir kullanıma uygun olmadığını da belirtmeliyiz. “‘Amcamdan mektup geldi, hanımı çok hastaymış da, onun bakması için oraya gönderdim’ diye cevap vermiş.” (s. 19). Onun mu yoksa ona mı? Ayrıca oraya kelimesini gereksiz kullanmanın alemi nedir? “Adam ön tarafa doğru ilerlerken, bütün yolcuların dikkatli bakışlarına hedef olu(yordu). Şöförün yanına geldiğinde, siyah gözlüklerini çıkarıp sıcak bir tebessümle bizlere dönü(yor) ve nazik tavırlarının yanı sıra insana saygı telkin eden olgunluğuyla, yolcuların sempatisini bir anda üzerine toplu(yor).” (s. 29) yordu, yor, yor ve yor-umsuz. “Yüz ifadesinden istifade ettiğini anlıyor ve için için seviniyordum.” (s. 70). Bu cümlede dolaylı tümleç eksikliğinden kaynaklanan bir anlatım bozukluğu vardır. Şöyle olmalıydı: “Yüz ifadesinden söylediklerimden istifade ettiğini anlıyor ve için için seviniyordum.” 115. sayfada “Avrupa Yakası”nın Selin’ini aratmayacak bir dil kullanımıyla karşı karşıyayız: “Kendi davama bizzat ben,…” burada gereksiz kelime kullanımından kaynaklanan bir cümle hatası vardır. Bi’z –zat kelimesi Arapça “ben” anlamına gelmektedir. Bunun yanına bir de Türkçe “ben” kelimesi eklenerek gereksiz tekrara düşülmüştür. Yine aynı sayfada “bütün zerratımız,…” kullanımı yanlıştır. Doğrusu Arapça bir isim olan zerre kelimesine gelen Arapça –at çokluk ekiyle yapılan zerreat olmalıdır. 126. sayfada “Öyle ki, milyonlarca suçsuz insanlara yaptığımız …” Türkiye’nin en çok okunan yazarlarından Halit Bey’in hatasını görüyor muyuz?: Altı koyu-italik kelime insan şeklinde olursa bu anlatım hatası da düzelmiş olur. 130. sayfada “Hâlâ, oğlundan bir cevap bekliyordu. Kapkara geçmişini, nurlarla aydınlatan o müstesna insanın karanlık hatıraları gün ışığına çıkar ve birçok merak konusu olan noktalar da aydınlatılmış olur, ümidimi muhafaza ediyorum.” Bu paragrafta Halit Bey, şimdiki zaman çerçevesinde bir şeyler anlatmak istiyor; ama ilk cümlede bilinen geçmiş zaman kullanımı mevcut. Yazımla ilgili sorunlar: Halit Ertuğrul’un yazım konusundaki hata anlamında dillendirilebilecek en önemli kusuru; gereksiz tırnak (“) kullanımı ya da açılan gerekli tırnak işaretlerinin kapatılmamasıdır. Şimdi bu durumu örneklerle görmeye çalışalım: Sayfa 11’de (“) açılarak başlanan paragrafların hiçbirinde tırnaklar kapatılmamış; 13. sayfada 3. paragrafta ; 16. sayfanın ilk paragrafında; 17. sayfanın 4. paragrafında; 18. sayfanın 3. paragrafında ve 5. paragraflarında; 19. sayfanın ilk 8. paragrafında; 20. sayfanın 1., 3., 5. ve 21. sayfaya taşan 6. paragrafında; 21 sayfanın 5. ve 6. paragraflarında, 55. sayfanın son iki paragrafında; 66. sayfada 5. ve 6. paragraflarda; 67. sayfada 1. paragrafta; 68. sayfada başlayıp 69. sayfaya taşan paragrafta; 69. sayfanın tüm paragraflarında; 71. sayfanın 6. paragrafında; 71. sayfada başlayıp 72. sayfaya taşan paragrafta; 72. sayfada 5., 6., 7. inci paragraflarda; 73. sayfada 1. ve 2. paragraflarda; 78. sayfada 2. ve 3. paragraflarda; 79. sayfada 1., 2., 3. üncü paragraflarda; 81. sayfada 4., 5., 6., ve 8. paragraflarda; 84. sayfada 3., 4., 5. paragraflarda; 87 de başlayıp 88 e taşan paragrafta; 93. sayfada ilk paragrafta; 94. sayfada 1. ve 2. paragraflarda da açılan tırnak işaretleri kapatılamamıştır. Bu bir yazar açısından çok talihsiz bir savrukluktur. Bunun haricinde; 93. sayfada 1., 2., ve 3. paragraflarda konması gereken konuşma çizgileri konmamış. Yine aynı sayfada eser adı tırnak içine alınması gerekirken alınmamıştır: “Haşir Risalesi”. Aynı sayfada son paragrafta başka bir kimsenin görüşünü tırnak içinde verirken “d(D)aha nasıl itiraz edelim, bu kitap âdeta ahiretin sokaklarını çizmiş(.)” burada büyük harfle başlanmalı ve sonunda da nokta konulmalıydı. 94. sayfada son iki paragraf aslında tek bir paragraf olmalıdır. Gereksiz iki ayrı paragraf haline getirilmiştir. Yine 110. sayfanın tamamı bir paragraf olması gerekirken birden çok paragraf vardır. 85. sayfanın 5. paragrafında da gereksiz tırnak açılmıştır. Bunların haricinde daha birçok yazım hatası mevcuttur; ama biz tezimizi desteklemek açısından, bu kadarını yeterli görüyoruz. Mantıksal Tutarsızlıklar: Öncelikle; kitaptaki şu muğlak ifadeye dikkatleri çekmek istiyoruz: “böylesine kapasiteli bir kişinin….” (s. 8) Burada ne anlatılmak isteniyor; Neye göre kapasiteli; insanın kapasitesi neye göre ölçülendiriliyor, hangi konuda kapasiteli? Bir de, şu olaya bakalım: “İhtiyar Muhtarın Acıları” kısmında birden bire bir köye çıkagelen bir öğretmen vardır. “Fakirim dedi. Kimseciklerim yok. Babamı annemi çok küçük yaşta kaybettim. Beni bir hayır sahibi okuttu. Bir ay önce onu da kaybettim. Dünyada yapayalnız kaldım. Ben de valizimi alarak sizlere sığındım. Eğer kabul ederseniz. Bundan sonra sizleri ana baba kabul etmek istiyorum.” (s. 15). Böyle bir şey olabilir mi? Hani tezli romanında kendi içinde bir mantık çerçevesi olur. Tanımadığımız biri bir gün çıkageldi “Ben sizin çocuklarınıza öğretmen olmak istiyorum, siz de benim ana- babam olun.” dedi. Bizde her ne kadar gönlü saf Anadolu köylüsü olsak da bunu yuttuk; hemen kabul ettik. Unutulmamalıdır ki; Halit Bey’in kitapları, arka kapakta belirtildiği üzere başka dillere de çevrilmektedir. Yani biz insanımızın enayi olmadığını biliyoruz, ya onlar! Bizce Sayın Ertuğrul, bir şeyler anlatabilmek için kurguyu bu kadar bayağılaştırmamalı. “Zehirlemekten Lezzet Alanlar” bölümündeyiz: Bu bölümde bir önceki bölümde olumsuz bir tip olarak tanıtılan komünist öğretmenle ilgili değerlendirmeler nasıl bir çelişkiyi barındırıyor, görmeye çalışalım: “Geleceğin garantisi olarak, ‘öğretmensin’ diye köye gönderileceksin…(25) “Bu da nesi!” dememek elde değil. Bu öğretmen kendisi köye gelip “Ben sizin çocuklarınızı okutmak istiyorum.” dememiş miydi? Şimdi de gönderilmekten bahsediliyor. Kim göndermiş; hadi gönderdiyseler niçin kendisi gelmiş gibi tanıtıldı? ( Belki gizli anlamda gönderilmiş olabilir; ama burada kastedilenin o olmadığı aşikardır.) Bu kadar çok yazarsa bir yazar haliyle dönüp de yazdığını okuma zahmetine katlanmaz. Yayınevi editörü de zaten satıştan gayrısıyla engin dimağını meşgul etmez. Nihayetinde de Türk edebiyatında müte-nasirler türer. Neyse biz devam edelim. “O Adam” bölümünde de Halit Bey’in ne kadar çok Amerikan filmi seyrettiğini görmemiz mümkün: “- ‘Sayın yolcularımız’ diye sesleniyor. “bağışlayın, ama size bir teklifte bulunacağım. Çalacak kasetimiz kalmadı. İçinizden iyi şarkı veya türkü söylemesini bilip de, söylemek isteyen varsa, buyursun mikrofona gelsin. Hem bizleri eğelendirmiş olur, hem de vakit geçer. Yoksa bu uzun yol başka türlü bitmez.” (s. 27) Türkiye’de yurt içinde otobüsle yolculuk yapan kimseler içinde böyle bir olaya şahit olan tek bir insan var mıdır? Denilebilir ki; “Ya kardeşim, bu tezli roman; kurgu yapılmış”. Böyle bir durumda ancak şu denilebilir: “Kurgusu batsın”. Bu kurgudan ziyade kurgusuzluk, kurgu üretememe. Ben de 15 günde bir kitap yazsam herhalde kurgu murgu aramazdım. Nasıl olsa okunuyorum, kitlem mevcut. Kurguyla niye uğraşayım ki? Niye sıkıntı çekip yazamamaktan, yazı dilini geliştirememekten kahrolayım ki? Şimdi de kitapları yüz binler satan büyük yazarımızın bitmeyen ilginçliklerinden bir devasal ilginçlik daha: 28. sayfadayız, “Tebessümlü bekleyişler sürerken, arka koltuklardan gür bir ses yükseldi:” şimdi fazla değil, 18 satır sonraki cümleye bakalım: “bir koltuk arkamda oturan ‘o adam’ın,..” gördünüz mü? arka koltuklar, bir anda, bir koltuk arkamda oldu. Bu da mı, kurgu? 113. sayfadaki şu cümleye bakalım: “Onu okuyup derin derin tefekkür etmekten başka bir şey yapmıyorum, düşünemiyorum.” Düşünemeyen bir insan acaba nasıl tefekkür edebilir. Roman Tekniği Açısından “Kendini Arayan Adam” Mademki, Ertuğrul, kitabını roman olarak tanımlamıştır. Bu demektir ki bu kitabın bir de roman tekniği açısından değerlendirilmesi gerekmektedir. Ön sözü okumaya başlıyoruz: “insanlığa huzur ve mutluluk getirileceği iddia edilen ve bu uğurda bir çok ülkeyi felaketin eşiğine getiren, milyonlarca insanın da hayatına mal olan komünizmin; 1990 yılından sonra bir ‘çığ’ gibi yıkılışına şahit olduk. Komünizmin yıkılışını hazırlayan en önemli sebeplerden birisi, ömrünü bu uğurda adamış milyonlarca insanın ve özellikle de dünya çapındaki ünlü komünistlerin, bu rejimi bir bir terk ederek, bu davalarından vazgeçmiş olmalarıdır. Bunun sayısı dünya çapında o kadar fazla olmuştu ki, ünlü Rus yazar Aleksandr Soljenitsin’in ifadesiyle ‘Komünizmin kafa ve yürek kadroları kalmadı. Çünkü komünizm; yetmiş yıllık uygulamalarıyla insanlara huzur değil, korku ve gözyaşı getirdi.’ diyecek kadar, komünizmden bir kopuş olmuştu.” (s. 7). Bu ifadelerden anlıyoruz ki; artık bir tezli romanla karşı karşıyayız. Bu tezde komünizmin insanları yıllarca avuttuktan sonra; onlara mutsuzluktan başka bir şey vermemesi. Tezli romanın tanımını yaparak değerlendirmelerimizin omurga aralığını doldurmaya çalışalım: “Tez unsurunun belirgin olduğu, romancının belli bir düşünceyi ve iletiyi okuyucuya benimsetmek için olay ve kişilerin olduğu gibi değil; olması gerektiği gibi yer aldığı ve tezin belirgin bir biçimde hissedildiği romanlara ‘tezli roman’ denir.” (Çetin 2005: 124-125). Şimdi de romanın genelinde, yazar, bu teze ne derece sadık kalabilmiştir, bunu görmeye çalışalım: Roman bir ana olay ve bir de yan olaydan oluşuyor. Yan olay “İhtiyar Muhtarın Acıları” bölümüdür. Bu bölümde, komünist bir öğretmen ele alınmış ve bulunduğu köyde insanlara yapmış olduğu kötülükler komünizm çerçevesinde anlatılmıştır. Okurun nazarında lanet edilecek, komünist öğretmen tipi çizilmiştir. Bu kısımda tez öğesi iyi kullanılmış. Ana olaya, yani yazar ile Salih Gökkaya arasındaki diyaloglar çerçevesinde Salih Gökkaya’nın komünizmden dönerek Müslümanlıkla şereflenmesine, baktığımızda: “O Adam” bölümünden başlayarak romanın sonuna kadar tek mesele Salih Bey ve onun mensubu olduğu Komünizmdir. Roman boyunca bu mesele tez ekseninde vurgulanmış ve gereken mesajlar da verilmiştir. Yani tezli bir roman olarak tezin vurgulanması ve istenilen tesiri bırakması açısından roman başarılıdır. Şimdi de romanın kişilerine bakalım: Romanın merkezi kişisi konumundaki Salih Gökkaya, “Kendisi oldukça gösterişli. İri yarı bir vücut yapısına sahip. Lacivert bir elbise ve gözünde siyah bir gözlük…saçları itinayla taranmış, kendinden emin ve ağırbaşlı bir hali var. Bıyığı yok. Yeni traş olmuş siması pırıl pırıl…yaşı altmış civarında. Yüzünden çenesine doğru inen iki derin çizgi, çok önemli hatıralar saklıyor gibi kuytu, sessiz. (s. 28); görünüşte çok ciddi ve ağır görünen ‘o adam’ın, konuşurken son derece sempatik, nazik ve pürüzsüz bir ifade gücüne sahip olduğunu fark ediyordum. (s. 29); ‘adam’ın kullandığı metot son derece cazipti. Ve eminim bu buluş da kendisine aitti. Bütün konuşmalarında, kendi felsefesine bir ekol getirebilecek kadar kültürlü, zeki ve bilinçli olduğu açıkça görülüyordu.” (s. 35). Romanda bu ve buna benzer ifadelerle güçlü bir düşünce adamı olarak gösterilmişse de roman çerçevesinde çizilen karakter yapısıyla bu güçlülük yansıtılamamıştır. Salih Gökkaya, dinleyici olmaktan belki de bir anlamda yazara fikirlerini rahatlıkla anlatmasını sağlamaktan başka bir şey yapamamıştır. Yine, Salih Gökkaya, ilkeleri olan ağırbaşlı bir kimse olmasına rağmen, yazarın anlatımıyla: “- ‘Sayın kaptanım’ dedi. ‘benim gibi işe yaramaz bir ihtiyara, böylesine temiz ve sağduyulu insanlarla birlikte olma fırsatı verdiğiniz için, size yürekten teşekkürlerimi arz etmek istiyorum. Kabul buyurursanız, şu ihtiyar kalbimi sevindireceksiniz.” birden bire yapmacık bir tevazu içerisine girer. Böylesine abartılmış bir tevazu basit insanlara mahsustur. Halit Bey de iyi bilir ki ilkeleri olan insanların tevazuları da ölçülüdür. Romanın merkezi kişisini sunmak bakımından Halit Bey oldukça başarısızdır. Romanın diğer önemli kişi olan yazara bakalım: İdealist bir öğretmen ve anlaşıldığı kadarıyla kendisi de Salih Bey gibi bir dava adamı. Romanda yazarın kendinden bahsettiği yerler azdır. Bunları görelim: 53. sayfada Salih Gökkaya’nın ağzından “Ama kullandığınız iletişim tekniği, son derece etkiliydi.” İfadesi yazarın kendi kendine yaptığı bir övgüdür. Kitabın “Asrın Mektubu” bölümünde Salih Gökkaya Halit Bey’e mektup yazmıştır. Ama kitabın bir kısmında (bu kısım “Hayret Dolu Tebessüm Başlığıyla” adlandırılmıştır.) “1979 yılının güz ayında, Adana’ya gitmek üzere Kayseri’den otobüse binmiştim.(….) ama bir genç âdeta yerinde duramıyor, ititrazlarını belirtmek için fırsat aradığı her hâlinden belli oluyordu.(…) (s. 116). Salih Bey, Halit Bey’le birlikte yaşadıkları hadiseyi tekrardan Halit Bey’e özel bir mektupta, sanki herkese iletmek istercesine, Halit Bey’i bırakıp genele sesleniyor. Böyle bir şey olabilir mi? 117. sayfada “Kendini Öven Adam” yine devrede “Karşımdaki nurâni simalı genç,..”(…) “ Sıradan bir insan olmadığını anlamıştım gencin.” Salih beyin ağzından Halit Bey kitabında kendini bu ve buna benzer ifadelerle övmekten geri durmuyor. Şunu hemen belirtmeliyiz ki; Halit Ertuğrul, belki de bu övgülerin tamamına layıktır; kendisini tanıman; ama kendi ifadesiyle, bir “hizmet insanı”nın kendini bu şekilde övmesi açıkçası bize ilginç geldi. Bu aşamada şunu da belirtmeliyiz ki; Roman kişileri tip olma özelliği gösteriyor. Bu da tezli romanın başka bir özelliğidir. Tip tanım olarak,“Bazı romancılar, benimsemiş oldukları ideolojik düşüncelerini toplum geneline yaymak için romanı bir vasıta olarak görürler. Bu tür metinlerde tek doğrultular ve slogana dayalı bir dil geliştirilir. Kamplaşmalar sağlanır. Kişiler, bizden olanlar ve bize karşı olanlar diye bölünür. Dost ve düşman kesimleri üretilir. Hazır düşünce kalıpları yapıştırma usulüyle bol bol eklenir. Bu durumda roman, sanatsal bir metin olmaktan çıkar; kullanmalık bir metin haline gelir.” (Çetin 2005: 101) şeklinde bir anlam ihtiva etmektedir. Romanda kişiler bu çerçevede değerlendirilirse romanın duyumsama aralığı daha net olarak algılanabilir. Ayrıca yine roman tekniği açısından dikkatimizi çeken bir meselede tasvirlerdeki güçsüzlüktür. Çok az olan tasvirlerden birine bakalım: “Güzel bir okul…yanında yeni lojman…etrafında iyi tanzim edilmiş bahçe …yemyeşil ağaçlar, pırıl pırıl çayırlar…minicik öğrencilerin cıvıl cıvıl sesleri.” (s. 13) vs…vs… Tasvir bu şekilde devam ediyor. Ne dersiniz, böylesine bayağı bir tasvir 150 yıl öncesinin Tanzimat romancılarında bile görülmüş müydü? Romanın üslubuna baktığımızda: Yazar “Risale-i Nur”dan alıntılamadığı yerlerde vasat bir okurun anlayabileceği bir dil kullanmayı tercih etmiştir: Cümleler kısa; ama bazı yerlerde yazar kültür adamlığına kişiliğini ön plana çıkararak yıldızlardan, gezegenlerden, maddeden, tabiattan ayrıntılı olarak uzun uzun bahsetmiştir. Bir anlamda “Karadavut Tefrikacılığı” yapılarak okur sıkılmıştır. Üslup konusunda yazar pek istikrar gösterememiş kimi yerlerde akıcılığı sağlamış kimi yerlerde ise bunu başaramamış ve vasat bir görüntü çizmiştir. Sonuç Olarak Bu eleştiri denememizde günümüz Türkiye’sinin en çok okunan yazarlarından olan Halit Ertuğrul’un, “Kendini Arayan Adam” romanını çeşitli yönlerden inceleyerek, tarafımızca hatalı gözüken yönlerini belirli kaynaklar ışığında irdelemeye çalıştık. Tezli bir roman olarak istediğini veren; ama bunu yaparken Türk Dili ve Edebiyatı açısından herhangi bir varlık gösteremeyen “Kendini Arayan Adam” da özellikle, savruk bir yazım stilinin benimsenmesi, dikkatsizlikten ve acelecilikten yapıldığı aşikar olan mantık ve cümle hataları sağlıklı bir okumayı etkilemekte; belli kültür seviyesine sahip kimseleri bu kitaba karşı önyargılı olmaya kışkırtmaktadır. Ayrıca, şunu da açıkça söyleyebiliriz ki; Halit Ertuğrul, arabesk edebiyatı yapmaktadır. Yalnızca insanların duygularına bilhassa da dini duygularına hitap ederek “suya sabuna dokunmadan”, “arada yeyip sırada gezmektedir”. Bu aslında bir anlamda sömürüdür. Her ne kadar kendisi bunu art niyetle yapmıyor olsa bile, yapılan işin mahiyeti ortadadır. Belki kısa vadede tezin işlevi açısından başarı sağlanabilir; ama ileriye dönük olarak; eleştiri, unutulmak, kendine ve yazı diline saygısızlık, 150 yıldır gelişim gösteren bir tür olarak romana zarar vermek gibi yan etkileri içinde barındırmaktadır. Bu anlamda Ertuğrul, bu kadar çok kitap yazacağına, az ve öz yazsın ki; hem bu yan etkileri bloke etsin hem de bundan fazla değil; 30 yıl sonrada ismi anılsın, kendini bu tüketim çılgınlığı içinde tükettirmesin. Yararlanılan Kaynaklar: Halit Ertuğrul, 2005, Kendini Arayan Adam, Nesil Yayınları, İstanbul. Nurullah Çetin, 2005, Roman Çözümleme Yöntemi, Öncü Kitap, Ankara. Zeynep Korkmaz, 2003, Türkiye Türkçesi Grameri ( Şekil Bilgisi), TDK Yayınları, Ankara.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © alper seçilir, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |