İnsanlar yalnızca yaşamın amacının mutluluk olmadığını düşünmeye başlayınca, mutluluğa ulaşabilir. -George Orwell |
|
||||||||||
|
İşte ne olduysa o anda oldu, herkes de benimle sustu. Işıklar, gürültülü bütün evler, sokağımdaki o hazin çığlıklar bile. Kendini renklere gizlemiş bütün insanlar rüyalarıma düştü sanki. Karanlık ve bomboştu içim, sadece susmuştum. Geceleri sabahı bekleyen yanımı hep unuturdum. Gece hep aynı istasyondu, terk edilişlerimin sokağında. Ben de hep aynı treni kaçırırdım, bu garip yolculuklarımda. Deli gibi kitap okurdum, deli gibi, bilinçsizce, bomboş... Hep bir şeylerden kaçmaya çalışırmışım gibi, peşimdeki gölgelerle yeniden tanışırmışım gibi. Sözcüklerden korkardım, o alıp ta geri getirmeyen cümlelerden. Anlamlarını düşünmekten korkardım, yüklerini kaldıramayıp düşmekten. Sancılarımı paragraflara dökmekten. En çok ta kendimden korkardım, geçmişimden. Kimseye anlatamadığım çocukluğumdan… Anlatamazdım bütün çıplaklığıyla, sona benzerdi çocukluğum. Bende kalması, beni acıtması gerekirdi aynaya her baktığımda. Oysa aynada çözülmüyor yüzüm. Karanlığın ardından görünmüyor yüzüm… Sustum... İşte ne olduysa o anda oldu, kendime bastım. Bir kez daha ezdim ayakta kalma savaşlarında kazandığım zaferleri, gençliğimi. Bir kez daha ağladım ardımda bıraktıklarıma, sevgilerime. Hiçbir şey olmamış gibi maviye boyadım yüzümü, yağmurdan oldum. Aslında hiç dayanamazdım susuz kalmaya. Gençtim, ayaklarım hızlı hareket ediyordu. Kendini boşluklara sürüklüyordu, durduramadım. Sustum… İşte ne olduysa o anda oldu, sabaha karşı kendimi kovalarken uyandım kâbuslarımdan. Şehirden ürkerdim, o garip masumiyetinden. Kendimi yenince insanları kovalardım, sokak köpeklerini. Sonrada gün bitmeden atılan bütün çöpleri, hani o rüzgârın kaçırdığı çöpleri… Rüzgârı kovalardım, belki de hayat dedikleri o gerçeği. Sokak lambalarının yanından geçen hep o aynı gölgeyi. Kendimi kovalardım, ya da gerçeği yalnızca gerçeği. Oysa geçmişten gelen koşuşturmalara benzetirdim ben her şeyi. Karanlık bir sokakta ayrı yönlere koşardık. Kavuşma arzusuyla daha hızlı koşardım, ben senin peşinden uzaklaşırdım sen de benim. Sonra birden bire kendi peşimde dolaştığımı anlardım. Dönüp sana yetişmeyi düşünürdüm saatlerce ve uzaklığımızı fark ederdim, dönemezdim geriye. Yarım kalırdım. Sustum… İşte ne olduysa o anda oldu, sabaha karşı kendimi kovalarken uyandım kâbuslarımdan. Garip tekrarlara dönüştü ömrüm… Gün biterdi kendimi yakalayamazdım, yorgun düşerdim. Hızlı kaçıyordum sanki kendimden, beni anımsatan her şeyden. Şehrin o garip masumiyet maskesinin ardındaki kirlilikten. İnsanların koşulsuzca kabullendikleri her şeyden delicesine kaçıyordum, ama koştukça kendime düşüyordum… Korkularımın saklambacında aradım sesimi. Çocuk kalmayı istediğimden bile emin değildim. Koştukça kendime düştüğümden, düşündükçe sana düşmekten delirdim… Öyle bir çocuk yanım vardı ki; kuşların nasıl uçtuğunu bir türlü anlamasam da, hep uçmayı hayal ederdim. Kendim gibi değil, onlar gibi uçmak isterdim. Öyle bir çocuk yanım vardı ki; seni oyuncaklarımdan bile çok severdim. Sözler biriktirirdim, sesler biriktirirdim sonra büyüdüm birden bire, işte ben gazoz kapaklarını o zaman terk ettim. Bütün renkli misketlerimi o çocuk yanıma yuvarladım artık dönemem geriye, çocukluğumun dönme dolaplarında kayboldum. Sustum… İşte ne olduysa o anda oldu, çok yarım kaldım. Eve yorgun döndüm, heyecanla kendimi öldürdüm. Yüzümü gizledim, bir tek yüzümü. Aynaları kırdım garip bir telaşla. Taşındım şehrinden, taşındım hayatından. Aynalarda yüzümü öldürdüm. Karanlığını susturmaya çalıştığım her gece başkalarını aradım, başkalarıyla doldurmaya çalıştım seni. Acımadan öldürüp içime gömdüğüm her bir umut için, yıllar sonra mumlar yakıp sabahın ilk ışıklarına dek başında bekledim. Defalarca özür diledim, hatalarıma bastım affetmedim kendimi… Her sabah; işte bu sabah ayrılığı yendim diye kendime yalan söyledim. Yine yalandan gemilerle, yalan adalarımı aradım durdum. Kendimi terk etmelerim yani ayrılıklarım, seni başkalarıyla doldurmak kadar saçmaydı. Süresiz saçmalamalara eğildim, sustum… İşte ne olduysa o anda oldu. Alican Doğar
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Alican Doğar, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |