Hiçbir şey insan kadar yükselemez ve alçalamaz. -Hölderlin |
|
||||||||||
|
Uzun zamandan sonra ilk kez dışarıya bakmak için cesaretimi topladım. Öylesine garip bir görüntü var, karla kaplı düzlükler ya da çimenleri saklamış sisler…hepsi bir arada karşımda resim gibi dururken düzlükleri biraz indiğimde karşılaşacağım manzara da belki de sıcak bir çöl kumu olabilir. Hatta bundan eminim bile denebilir. Garip bir toprak üzerinde yaşıyorum anlayacağınız. Garip ve şaşırtıcı. Belki de tanrıların o yaratıcılığının en üst noktası. Her şeyi bir arada görmek değil asıl hayret içinde kalacağınız. Burada sizi her zaman şaşırtacak olan bu güzelliğin ve düzenin hiç bozulmadan uzun zamanlardır bir ressamın elinden çıkma gibi durması. Çok fazla kişinin uğramadığı bir yer olması bunu mümkün kılan sebeplerden biri ama kutsandığımızı düşündüren tek şey de bu süreklilik değil sanırım. Evimin biraz aşağısında; birbirinden uzak evlerde yaşayanların ortak noktası olan “Kırgın” var. Orası içip, kafa dağıtacağınız hatta biraz dans edebileceğiniz ve belki bir kadın bulabileceğiniz o nadir yerlerden biri. Garip olansa bizlerin görmediği onca insanın orda nasıl beliriyor olması. Geçerken uğrayanlar mı? Hiç sanmıyorum. Asıl olan bu olamaz. Belki de büyücülerin de ortak noktası…ama orada tanıştığım hiç bir kadının büyücüye benzer bir yanlarının olmadığını söylemem gerek. Sanki bu ortamda yaşamaya nasıl alışmış olduğunu merak ettikleri erkekleri seyretmeye ya da tanımaya özellikle geliyorlarmış gibi. Ama bunun böyle olmadığına da kesinlikle eminim. Yine de düşününce belki de çok şey değişmiş olabilirdi bu 17 yıl içinde. Oraya gitmeyeli tam bu kadar olmuş. Dünü saymazsam ve inanın farklılığı gözlemeye çabalayacak kadar kendimde değildim. Bu içime kapanıklığımın sebebini anlatmak gerek belki de. Acımasız davranmak olabilir…beni böyle nitelendirebilirsiniz ama karımın ölümü bile beni bu kadar kapamamıştı. Ona alışabilmiştim. İlginç olan eğer ona aşkımın bittiğini anlamam için bu gerekseydi…gerekmiş olabilir miydi? Hayır hayır yine de ben bile bu kadar acımasız olamam. Onun ölmesini isteyeceğimi ya da istediğimi hiç sanmıyorum. Sıcaklığı hoşuma giderdi, deli gibi devam eden aşkıma gerek yoktu. Beni içime kapayan şey oğlumun ölümüydü. İşte ona olan bağlılığımın sınırı yoktu. Hayatımda kimsenin benim içindeki yerinin bu kadar büyük olabileceğini düşünmemiştim. Gölge… bana bu acıyı neden yaşattığını anlamam mümkün değil ama onun içinde annesinin ölümünün bu derece etkileyici olabileceğini düşünmemiştim. Beni terk edebilecek kadar! Gölge, kazayla ya da birinin kiniyle ölmemişti. O intihar etmişti. Aslına bakınca ben de ölünce yakın olabileceğimiz o yerin varlığını hatırlamak da rahatlatıcı olabiliyor ama yine de insan kendi oğlunu ateşler içinde görmek konusunda kararsız kalıyor. Cehennem bize ne kadar davetkar olursa olsun, benim huzur bulabileceğimi düşündüğüm gibi, Gölge’nin de huzur bulmak için orayı tercih edeceğini pek sanmıyorum. Yazık ki annesinin kemikleri de benimki gibi cehennem ateşinde ovulmadı. Bu onu benden uzaklaştıran temel sebeplerden biri olabilir. Belki de oğlumun bile tercih nedeni olabilir. Beni terk edişinin aslı! Garip olan şeyler var hayatta; anlaşılmayan ve hayatınızı beklediğinizden farklı yönde çizen şeyler. Tutkular… istekler…arzular ve şehvet. Benim yaratıldığım yerde bunlar yaşamı bize katlanılır kılan nadir şeyler ama yeryüzünde bu garipsediğim resmin içinde bu kelimelerin anlamları tek bir kelimeye eşleniyor; Günah. Ben bu çevrede günahkârlıkla suçlanan tek şeyim aslında. Tabii benimle beraber olduğu için lanetlendiğini düşündükleri karıma sadece acıdıkları düşünülürse. Onunla tanıştığımı hatırlıyorum; bu en hoş zamanlardan biriydi ve benim için fazla huzurluydu. Onun bedenine takılı kaldığımı hatırlıyorum. İnanılmazdı. Üzerinde günaha iten o canlı kan kırmızısı bir elbise vardı. Bacaklarını ve sırtını tüm pürüzsüzlüğüyle görebiliyordum. O uzun nefes bıraktırıcı hareketleri ve beni bir anda düşüncelerimden soyutlayan bir sesi vardı. Benimle konuşmamak için bütün gece ısrar etmişti ama ben azimli bir iblisim… bu konuda kesinlikle pes edecek iradem yoktu. Kadınlar benim uzmanlık alanımdı. Ama daha önce hiç biri bana bu uzmanlık konuları dışındaki o garip gülümsemeleri yaptırmamıştı. Onunla sohbet ederken gecenin nasıl sonlanacağını ya da teninin geri kalanının bana neler verebileceğini düşünmemiştim ve bir kadınlar konuşurken bu bana ilk kez olmuştu. Sonunda kimsenin etrafta kalmadığını o fark etti ve kalktığında elindeki şarabın yarısını bile bitirmemiş olduğunu fark ettim. Hayret verici olan bunun içkiyi sevmediğinin kanıtı değil, tüm zaman boyunca sadece onun konuştuğunun kanıtı olmasıydı ve ben tek bir saniyesinde bile sıkıldığımı hatırlamıyordum. Kadınları dinlemeyi fazla sevmezdim, o zamana dek. Aslında ben kimsenin fazla konuşmasından hoşlanmam. Ama onun konuşmasına bayılırdım. Öldüğü ana kadar da bu fikrim asla değişmedi. Bana dokunmadı bile. Sadece gülümsedi ve sohbet için teşekkür edip gitti. Bunu nasıl yapabilmişti hala inanamıyorum. Hiçbir kandının beni arzulamaması ya da dokunma isteklerine bu derece karşı koyabilmesi mümkün olamazdı. Benim özelliğim buydu. Size kadınlar uzmanlık alanım dediğim de, ukalalık yapmıyordum, cehennemde yaratılış nedenim olan tutku ve şehvetin günahkar çekiciliği yüzünden inmiştim yer yüzüne. Ama ilk kez ne karşımdaki kadını arzuyla istediğimi düşünmüş, ne de dokunması için ona kendimi çekici kılabilmiştim. Şehvet iblisi ilk kez bir melekle masada sessizce oturmayı kabullenmişti! Ondan sonraki gece benim onun rüyalarına girmem gerekirken, o benimkilere gelmişti. Sürekli uyanıp, onu nasıl istediğimi düşünmekten kendimi alı koyamıyordum ama bu iradesizliğe düşmesi gereken ben değildim. Günaha itilmesi gereken oydu, ama etkisi benim üzerimde tartışılmaz olmuştu. Sonra gecenin sabaha merhaba demeye hazırlandığı o noktada kalkıp üzerime geçirdiğim bir ceketle kendimi dışarı atmıştım. Çöl kumuyla, denizin buluştuğu, kar düzlüklerinin aşağısında kalan o yerde, üzerindeki saten gecelikle oturduğunu gördüğümde, neler hissettiğimi düşündükçe hala oradakinin ben olduğuma inanasım gelmiyor. Ayakları denizin serinliğini hissederken, elleri kuma gömülü öylece oturuyordu. O an hiç olmasını düşünemeyeceğim bir şekilde bana her rengin üzerinde günaha iten bir çekiciliği olduğuna inandırdı. Beyaz satenin bile. Belki de en çok da onun! Simsiyah saçlarının uçlarındaki mor rengin doğallığı, rüzgarın dans ettirişinde o kadar muhteşem görünüyordu ki. Bronz teninin serinliği, bal rengi gözlerinin sesliliği…öylesine ki onun cehennemde yaratılmadığını anlamak hiç de zor değil. Sadece şehvetle uğraşmamın sebebi olan bende ki ustaca çizgiler o ateşlerin arasından çıkan tek iyi şey. Yürümüştüm yavaşça. Ona eşlik etmek için yanına oturmuştum. Bana sadece bakıp gülümsemişti, o ruh dolu dolgun dudaklarıyla. O andan sonra ben de kopanlarla, onun izin verdikleri ve içinde yüzdüğüm eşsiz zevk…bir daha eşi benzeri olmayan bir aşk kokusuydu. Üzerimde gölgeyle büyüyen lacivertliğin ve yavaş yavaş aydınlanan toprağın gök yüzüyle birliğini seyretmeyi, o kollarımdayken yapmıştım. Bir kadına sıcaklığımla ve aşkla sarıldığımı hatırlamıyorum daha önce. Öylece uyuya kalmıştı, üzerine ceketimi örtmüştüm ve açıkta kalan bacaklarını üzerime almıştım, anne karnındaki bir bebek gibi uyuyordu ve benim o gözlerinin açtığında sorduğum ilk şey “benimle evlenir misin?” olmuştu. İşte asıl anlamıyla tutku buydu. Her şeyinizi bir anda kaybettiren ve diğer her şeyinizi bulduran tatlılık. O kadın benim cehennemde son buluşumun sebebi olmuştu. Bana yasak olanı yapmış ve bir kadınla bağlılığı kabul ettiğim için, görevlerimi de tepmiştim. Artık yer yüzünde benden başka bir şehvet iblisi dolaşmaya başlayacaktı. Yine de hala neden beni yok etmediğini anlayamıyordum, çünkü bir iblisin, cehennem efendisine karşı koyması demek, yer yüzünde biri işten çıkmak gibi değildir. Cezası yok ediliştir ama bana bunu yapmamıştı. Sebebinin aile kurmaya çalışan zavallı bir cehennem yaratığı olduğumu düşünmesi olduğunu da hiç sanmıyorum. Bir planı vardı ve ben anlayamamıştım. Ta ki şimdi pencereden bakarken, fark ettiklerime kadar. Ama ben onu lanetlemiştim ve o zamana dek aşkımın sona erdiği gün öleceğini bilemedim. Aşkım son noktada tükendiğinde onun da ruhu bu yeryüzünden kaçacaktı. Onu ancak benim arzum tutuyordu bu topraklar üzerinde. Bir sabah uyandığımda yanımda soğuk bedeni duruyordu. O kusursuz teni, bacakları sanki üşümüş gibiydi; bembeyaz ve kaskatı. Bronz teni nasıl olmuştu da o halde kalabilmişti anlamak zordu. Dudaklarında ki renklilik morlaşmış, saçlarındaki ışıltı sondaydı. Gözlerini açmış ve ruhunun terk etmesine kendi izin vermiş gibiydi. Onda canlı kalan tek şeyde en son ana kadar göz kapakları ardında sıcak kalan bal rengi gözleri olmuştu. Bu canımı acıtmıştı. Öldüğünü görmek canımı çok yakmıştı, beni her şeyden vazgeçirten ve garip bir şekilde ne olduğumu anımsamamı uzun zaman engelleyen kadın gitmişti, üstelikte bana aşkımın sona geldiğini anlatırcasına kızgın ve öfkeli tenini geride bırakarak. Oğlum 17 yaşındaydı. Gölge’nin bunları anlamasını beklemediğim halde hızlı bir şekilde kavramış ve zihninde hüznü kırık bir anı haline getirmişti. En azından ben böyle sanmıştım. Annesinin ölümüne, babasının sebep olduğunu bilmek hiç bir çocuğu mutlu etmezdi ama hiçbir baba da bunun olmasını istemediğini açıklamak için doğru bir yol bulamazdı. Bir ay hiç konuşmadık. Ben her şeyim dediğim kadını kaybettikten sonra çabuk atlattığım o hüzne rağmen, oğlumun gözlerim önünde benden kopuşunu izliyordum. Canımı ikinci acıtan şeyde bul olmuştu. Ona benim kızıl gözlerim geçmişti. Hafif çekik yapısı da bana benzediği düşünülürse, saçlarının rengi ve duruşundaki hoşluk dışında yüzündeki bütün ifadeleri benden almıştı. Koyu kızıl dalgalar halinde, alnına düşen saçları ardındaki aynı renkteki gözleri benimkiler kadar öfkeli bakabilirdi. Gölge, bir gece sinirle evden çıktı. Geri gelmediğinde onu aramaya çıktım ve “Kırgın” da bir oda kiraladığını duydum. Gittiğimde kanı odanın tüm duvarlarına sıçramıştı ve yerde yatan bedeninde sanki hiç kan kalmamış gibi bir donukluk vardı. Kendini onlarca kez bıçaklamıştı. Bunu yapmasının sebebinin dayanamadığı hüzün olduğunu düşünmüştüm ama bana kızgın efendimin aklıyla oynadığının sonucuna varmam için uzun zaman geçmesi gerekmedi. İşte en başta o sahilde olan da buydu. Bedenine, denizin kokusuyla o gecenin sabahında doyamamıştım kadınımın. Gölge’nin o andan beri bizimle olması güzeldi ama bu güzellik bana intikam için ne kadar zaman beklediğinin önemli olmadığı efendimin gücünü unutmama sebep olmuştu. İkinci yarıda da her şeyini kaybeden bir iblis olarak artık tam anlamıyla lanetlenmiş, ne cehenneme kabul edilmeyecek ne de cennette yerinin olması imkansız bir ruha dönüşmüştüm. Bir de bunun üzerine kendimin yarattığı bu garip yer yüzü dünyamdan da edilmiştim. Onun ben de ki bağlılığını o sahilden beri bilen cehennemin efendisi şimdi oğlumu benden kendi yerine çekerek almıştı. İntihar onu o yapının tedirgin edici ısısında bir hücrenin içine lanetiyle beraber sokmuştu. Kovulan şehvet iblisi yerine geçebilecek, intikamla dolu mahkum bir insan iblis bana verebileceği en büyük yok ediliş cezasıydı. Onun yöntemlerini anlamaya çalışmadığım için kendimle gurur duymuyordum, asla direk yok oluşun ceza olmadığını bildiğini bilmem gerekirdi. Ama ben hem aşkımı tüketmiştim ve o başlangıç olan kadını kendi ellerimle kaybetmiştim, hem de oğlumun ölümüyle, yeni varlığının sebebi olmuştum. Yani kendi yok oluşumu kendi kendime infaza itmiştim. Evet…Uzun zamandan sonra ilk kez dışarıya bakmak için cesaretimi topladım. Öylesine garip bir görüntü var, karla kaplı düzlükler ya da çimenleri saklamış sisler… hepsi bir arada…ve ben bu hikayeyi neden anımsadım…iblis olmanız gerekmez bir cehennem intikamından etkilenmeniz için. Ne olduğuna dikkat etmeli insan… ve olduğu şeyin etkilerine! Çok fazla kişinin uğramadığı bir yer burası, şu an ayaklarımı bastığım evin baktığı pencereye karşı duran….ama kutsandığınızı düşündüren tek şey de bu süreklilik değil, kaybetmeye göze alamayacaklarınız! Tutku anlaşılması zor değil. Anlşılması zor olan insanın tutkuya bağımlılığı...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Zümrüt Tanrıöven, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |