Dünyada insandan çok aptal var. -Heinrich Heine |
|
||||||||||
|
Boşluğa asılı duran bir insan figürüyüm o günden beri. Biri benim yerime aşk oyunları oynuyor birilerine, kızıyor, kıskanıyor, içerliyor güya söylenen sözlere. İnsanların arasına karışıyor, esprilere gülüyor, dikkatleri üzerine toplamaya çalışıyor kalabalıklar içinde. Hedefler belirliyor, bu hedeflere ulaşmak için çalışıyor. Hiç tanımadığım birine bakar gibi bakıyorum, benim kılığıma girmiş bu iki yüzlü ucubeye. Kendim olduğum zamanlarda küçük oyunlar oynuyorum oyalanmak için. Ama zevk aldığım şeyler de değişti senden sonra. Hatırlar mısın apartmanların dışındaki zillere basıp kaçmayı çok sevdiğimden bahsetmiştim, çocukluğumu anlatmamı istediğinde. Sen gittikten sonra bıraktım zillere basmayı. Birilerini dayanılmaz bir özlemle bekleyen birinin ziline denk gelmekten korkuyorum. Ben oradan uzaklaşırken, hiç gelmeyecek bir sevgilinin merdivenlerden çıkmasını bekleyen biri olabileceğini düşünmek kahrediyor beni. Artık zevk almıyorum. Kartpostallar topluyorum şimdilerde, arkalarını da yazıyorum, zarflara koyup kapaklarını kapatmadan önce. Kimi zaman hiç tanımadığım bir kadına kırmızı bir gül resmi, kimi zamansa bir erkeğe “love story” melodili ışıklı bir kart denk geliyor. Posta kutularından okuyorum isimleri, aceleyle yazıp zarfı, kimseye görünmeden kutuya atıp uzaklaşıyorum oradan. Herkesin, bir gün posta kutusunda kartını bulmayı beklediği bir yarım yaşanmışlığı vardır. Gönderen ismi koymuyorum bu yüzden kartlara. Herkes kendisi bulsun yüreğini yoklayıp, “Kimi isimsiz kartlar gönderecek kadar yarım bıraktım, kim bu posta kutuma gelecek kadar beni sevmiş, zile basma cesaretini bulamayacak kadar sevilmemiş olan?” İçleri sızlasın buna cevap bulabilenlerin. Kim bilir belki bir gün senin posta kutuna da rastlarım bilmediğim bir kentin, bilmediğim bir caddesinde, birlikte kurduğumuz hayallerdeki gibi balkonundan deniz seyredilebilen bir apartmanın girişinde. Hafızanı çok fazla zorlaman gerekmez, yazımdan tanırsın belki. Hani şu “i” harflerinin üzerine nokta yerine koyduğum küçük kalpler vardı ya, koymuyorum gerçi artık. Ama senin ismini yine o küçük kalplerle yazarım zarfa. O kadın bulur belki kartı, gözleri tıpatıp sana benzeyen kızınızı okul servisine bindirmek için aşağı indiğinde. Belki açıp bakar sana vermeden önce, belki hiç açmadan sana getirir. -Bana kızardın sana ait özel şeyleri okuduğumda, ona da kızıyor musun?- Balkonunda kahvaltı ediyor olursun o sırada, denizi seyrederek. Kadın zarfı uzatır, “sana gelmiş” der, bardağındaki soğumuş çayın son yudumunu içerken. Açıklama bekleyerek bakar, bardağı yeniden doldururken. “Bilmiyorum” dersin, dudak bükerek, “isim yok altında”. Kadın tatmin olmaz bu cevapla. Kırgın biçimde devam eder kahvaltıya. Konuşmaya çalışırsın havayı yumuşatmak için, tek kelimelik cevaplarla geçiştirir sorularını. Kalkıp yanına gider, elinden tutup içeri götürürsün, yanına oturtup başını göğsüne bastırırsın. Düşüncelerin, vicdanın benimle birlikteyken, inandırmaya çalışırsın onu, kartın kimden geldiğini bilmediğine ve hayatın boyunca tek sevdiğinin o olduğuna. Hatta daha da ileri gidip öpmeye başlarsın boynundan, benim öğrettiğim gibi seversin onu. Affeder seni, inanır söylediklerine. İnanmayı seçer en azından, içindeki kuşkunun ağırlığını yaşamaktansa, seni yalanının ağırlığıyla yaşamaya bırakır. Oysa ben terk edenin vicdan yükünü sana taşıtmaktansa, terk edilenin içindeki boşluğu taşımayı seçtim. Ne kolay olurdu, avazım çıktığı kadar bağırarak suçlamak seni, kişiliğine saldırmak, küfretmek hatta, seni daha da önemlisi bunu yaparken kendimi, aşkımı hak etmediğine inandırmak. İşte o zaman, sana söylenecek sözüm kalmadığında, alırdım yüreğimi geri. Oysa özlem büyütüyorum boşluğunda şimdi, alıp gittiğin yüreğimin. Büyüttüğüm özlemlerin kokusunu başka kokularla bastırıyorum zifiri şehvet gecelerinde. Yaşadığım her bedenin bende bıraktığı, biraz daha özlemin, biraz daha gözlerin, pişmanlıkla uyanılan sabahlarda. Bir mektup daha çoğaldı sana sessiz haykırışlarım. Bir mektup daha bıraktım yapayalnız öleceğim bu eve, kim bilir kaç hafta sonra yokluğumu fark edip kapıyı kırarak girecek olanlara. Her bir mektubu başka bir kitabın arasına koyuyorum. Eskicilere satacaklardır kitaplarımı, hayatımı üzerine kurduğum kitaplarımın kilosu kaç paradan gidecek kim bilir, eskici de sahafa satacak sonra onları, üç kuruş daha ekleyip üzerine. Sahaf henüz yerleştiriyorken kitapları, içeri meltem esintisi gibi bir kız girecek. Narin vücudunu ve incecik boynunu saklayan boğazlı kazağı ve bol kesim pantolonuyla. Bu haliyle bile gizleyemediği güzelliğine hayranlıkla bakan sahafa aldırmadan kitaplarımın yanına gidecek. En üstteki “Dünya Şiiri”ne uzanacak, Charles Baudelaire’in “Hüzün ve Serseri” şiirinin olduğu sayfa açılacak önce, arasında mektup olduğu için. “Ah o yeşil cenneti, çocuksu sevdaların, O koşuşlar, şarkılar, o demetler, buseler, İnildeyen kemanlar arkasında sırtların, Akşam, korkuluklarda şarap dolu kaseler, - Ah o yeşil cenneti çocuksu sevdaların!” Sonra mektubu açacak, aceleyle okuyacak ilk birkaç paragrafı. Sonra diğer kitapları karıştırmaya başlayacak merakla. Arasında mektup olan bütün kitapları ayırıp, sahafın şaşkın bakışlarını fark etmeden, boş bir koli isteyecek seçtiklerini koymak için. Aceleyle parayı ödeyip bir taksinin bagajına koyacak koliyi. Sabırsız bir telaşla adresi söyleyecek nereye gideceklerini soran şöföre. Bütün gün ve gece çalan telefonlara bile aldırmadan mektupları okuyacak, tarih sırasına dizecek onları. Her mektubun üzerine, onu hangi kitabın hangi sayfasında bulduğunu not ederek. Güneş doğmak üzereyken son mektubu okuyacak, sonra zarfa yorgun gözlerini kırpıştırarak şunları yazacak: “… Belki bana verdiği son acıdır bu acı Belki son şiirdir bu yazdığım şiir ona.” Pablo Neruda O uykuya dalarken sen uyanacaksın yatağında huzursuzca. Dünyanın bir yerlerinde hiç tanımadığın bir kadının sana duyduğu nefreti hissedeceksin, huzursuzluğunun nedenini bilmeden. İşte o zaman, her biri, bir önceki cesedimin üzerine düşen, geceler boyu süren intiharlarımın bedelini ödemiş olacaksın. Benim yüreğimin üretemediği ama yazdıklarımla başka bir yürekte üremesini sağladığım nefretimle.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Feraye, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |