..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
"Moda denilen şey o kadar çirkindir ki onu her altı ayda bir değiştirirler." -Oscar Wilde
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Bireysel > Bekir Karadeniz




27 Haziran 2002
Yaşlı Adam Hikayesi 1  
Bekir Karadeniz
Doğayla içiçe yaşayan yaşlı bir adamın öyküsü.


:DIHF:
Yıllar, çok uzun yıllar önce dağköyünün birinde yaşlı bir adam ve karısı yaşardı. Adam yaşlı olmasına yaşlıydı ama hiçbirşey kurtulmazdı elinden. Sürekli çalışır, hep yapacak iş bulur, bir an bile boş durmazdı. Tarlada ya da bahçede yapacak şey yoksa, köşe bucakta ufak tefek işler yaratırdı kendine. Her zaman onaracak birşey bulurdu. Yine de boş kalırsa, kapı önündeki alçak kütüğe oturur, hava kararıncaya dek kaşık, sepet yapar, gelen geçenle laflardı. Öyle çok kaşık yapardı ki, komşularına armağan olarak verdiklerinin dışında dünya kadar da geriye kalırdı. Onları da başka yerlerdeki akraba ya da tanıdıklarına yollardı.

Ancak ormanlarda dolaşmanın mutluluğu ve keyfini başka hiçbirşey vermezdi ona. Gözüne kestirdiği ağacı devirirdi. Boy boy sepetler yapar, evinin çatısını kaplardı. Bazı zaman bir av hayvanının peşine takılır, bıkmadan, usanmadan, havanın karardığını bile farketmeden saatlerce dolaşır dururdu ormanlarda.

Koca bir kayanın üzerine serpiştirilmiş beş on evden oluşan küçük dağköyünde fazlaca toprak yoktu işlemeye. Biraz buğday ya da arpa, biraz da patates ekmeye yetecek kadardı işte.

Kış aylarının sonuna doğru, baharın ilk çiçekleri eriyen karı delip gün ışığıyla buluşur. Sular giderek daha bulanık, coşkun akar. Toprak ısınır, doğa canlanır. Önce dere boylarında, vadilerde yeşeren yaşam, dağlara doğru ilerlerken küçük dağköyünün insanlarını da sürükler götürürdü peşinden.

Yaşlı Adamla karısı baharın ilk günleriyle birlikte bahçe kazmaya, tarla sürmeye başlarlardı. Bir çift öküzle birkaç gün içinde sürerlerdi tarlalarını. Ondan sonraki birkaç günse tarlaya tohum serpmeye yeter de artardı bile.

İşlerin yoğun olmasından dolayı bir süre ormana gidemezdi Yaşlı Adam. Gün doğmadan kalkıp günbatımına değin neredeyse dinlenmeksizin çalışır, akşam yemeğinden sonra da yatağa zor atardı kendini. Aslında yorgun olmasa geceleri yine ormana giderdi. Hiç değilse kurduğu tuzakları gözden geçirir, değişik, yeni yerler keşfederdi. Tarla bahçe işlerini iyi yapmasına karşın pek sevmezdi. Onun kafası sürekli dağlarda, ormanlardaydı. Hele yazları ormana gidip orada gecelediği çok olurdu. Yaşlı karısı böyle zamanlar korkuyla beklerdi yolunu Yaşlı Adamın. Başına birşey gelecek, ölüsünü bile bulamayacak kimse diye düşünürdü. Ne denli söylense de söz geçiremezdi.

»Etme eyleme herif,' derdi, »birgün kurda kuşa yem olacaksın.'

Dinleyen kim?

Yaşlı Adam hiçbirşeye karşı çıkmazdı. Uslu bir çocuk gibi sözünü dinlerdi karısının. Herhangi bir sorun çıktığında tartışmaz, »Peki, dediğin gibi yapalım,' diye karısının gönlünü alırdı. Ancak ormana gitmek sözkonusu oldu mu dünya dururdu. Taş olur, ağaç olur dinlemez, duymazdı kimseyi.

Büyük bir sabırla çalışır, bir an önce baharın yoğun işlerini bitirmeye uğraşırdı. Hasat dönemine kadar epey zaman kalırdı kendisine. Tüfeğini kaptığı gibi yola koyulurdu ormana doğru.

Yine bir yaz sabahı bıçağını biledi, doksan üçten kalma tüfeğini temizledi, karısına seslendi:

»Biraz azık koy da yola düşeyim hele.'
Yaşlı Kadın ters ters baktı ama elden ne gelir? Birkaç tandırekmeğiyle bir avuç kuru peyniri bir bohçaya sarıp kapı önüne bıraktı. Birşey demedi. Biliyordu ki ne dese işe yaramayacaktı zaten. Bu adam bir gitti mi ne zaman döneceğini kimse kestiremezdi.

Aceleyle kurduğu yersofrasına irice bir tas, birkaç tandırekmeği ve Yaşlı Adamın yaptığı iki tahta kaşık koyduktan sonra ocaktan indirdiği sıcak ısırganotu çorbasını doldurdu.

»Gel otur gel! Kimbilir kaç gün sıcak birşey geçmeyecek boğazından.'

Sonra kendi kendine söylendi:

»Dönüp dönmeyeceği de belli değil ya!'

Ağır ağır sofraya oturup sessizce karınlarını doyurdular. Karısının sofrayı toplamaya başlamasıyla birlikte kalın ceketini sırtına geçirip dışarı çıktı Yaşlı Adam. Duvara dayadığı tüfeğini alırken lastik ayakkabılarını da ayağına geçiriyordu. Tüfeğini omzuna astıktan sonra karısına dönüp şöyle bir baktı gözucuyla. Kapı önündeki azığı koluna taktı. Dağların ardından yükselmekte olan güneşe bir gözattı ve yola koyuldu. Yürürken karısının, arkasından bakıp bakmadığını düşünüyordu.

Dağköyünün en son evine dek köpeği Zalim eşlik etti Yaşlı Adama, sonra döndü geriye. Her zamanki yerine tembel tembel uzandı. Başını önayaklarının arasında toprağa koyup gözleriyle çevreyi izlemeye başladı.

Köyün tam üstünde küçük bir koru vardı. Mezarlığın da içinde bulunduğu güzel bir çamlıktı. Köylüler bu çamlığa asla dokunmazlar, ağaç kesmezlerdi. Yalnızca kuruyan, kırılan dalları toplar odun olarak kullanırlardı. Ölülerine olan saygıdan mı yoksa başka bir gelenekten mi bilinmez, bu çamlığın adı Yasak olarak bilinirdi. Herkes özenle uyardı bu yasağa. Ormanlara giden yol buranın altından iki yana doğru geçerdi köyün üstünden.

Yaşlı Adam yolların hiçbirine sapmadan doğruca ormana daldı. Dinlenmeden birkaç saat yürüdü. Çoktan girmişti ormanın derinliklerine. Ancak, daha çok yolu vardı kayalıklara kadar. Kendi ayak sesleri dışında yabancı bir ses yoktu ormanda. Küçük kuşlar, Yaşlı Adamı ormanın doğal bir parçası sayarcasına ötüşüp duruyordu. Bazı başının üstünde dönüyor, bazı da neredeyse omzunu dokunurcasına kanat çırpıyorlardı sağın da solunda. Birkaç alacakarga ve bir daldan ötekine büyük bir ustalıkla atlayan küçük bir sincap onlara eşlik ediyordu. Herbiri ayrı bir havada ama usta bir şefin yönettiği bir çalgı grubu kadar da ahenkliydi.

Yaşlı Adam ormanda dolaşmaya çıkmış biri gibi sakin bir rahatlıkla yürüyor, yürüdükçe açılıyordu. Bir süre sonra iri sakızları ta uzaktan parıldayan bir köknar ağacına rastladı. Hemen tüfeğini, azığını bir yana koyup ağaca tırmandı. yollar sakızla ceketinin derin ceplerinden biri doldu hemen hemen. Anlaşılan bugün şansı yerindeydi. Köknardan inmeden önce aşağıya baktı. Ne kadar da yüksekti! Bir ürperti duydu içinde. Ondan sonra da bir daha bakmadı aşağıya. Ayakları toprağa değince aşağıdan yukarı doğru baktı. Olduğu yere oturdu. Sonra nemli toprağa uzandı sırtüstü. Çürümüş dalların, bitkilerin küflü ağır kokusunu çekti içine.

Güneş, sık ağaçlar arasından sızıp Yaşlı Adamın gözüne batacak kadar yol buluyordu. Daha epey vardı öğleye. Susamıştı. Yavaş yavaş doğruldu, eşyalarını aldı, yola koyuldu. Bir saatten önce küçük pınara ulaşacağını biliyordu. Orada yabançileği de toplayabilirdi öğle yemeği için. Her zaman yaptığı gibi, özenle çevresini dinliyordu yürürken.

Güneş tam tepeye, Yaşlı Adam da pınara ulaşmıştı. Pınarın çevresinde ağaç olmadığından güneş yakıyordu iyice. Ceketini çıkarıp çimene serdi. Gömleğinin kollarını katladı, başını suyun altına sokup dayanabildiği kadar tuttu öylece. Kafası uyuşunca doğrulup pınarın yanına çöktü. Azığını açıp peynir ekmeğini çıkardı ve karnını doyurdu. Birkaç baş soğan hiç fena olmazdı. Buz gibi sudan içti kana kana. Önce yabançileği toplamak için ayağa kalktı, sonra yeniden oturdu. Karnı doyunca, canı başka birşey istemez olmuştu. Bir süre öylece kalakaldı oturduğu yerde. Bir karakartal öttü. Başını kaldırıp kısık gözlerle yukarı baktı. Gözüne güneş battığından hiçbirşey göremedi. Azığını özenle topladı, düğümledi. Ceketini silkeleyip omzuna attı. Azığı tüfeğine taktı, omzuna atıp yola çıktı. Düşündüğü gibi olur ve şansı yardım ederse kayalıkların çevresinde bir dağkeçisi avlayabilirdi.

Dağkeçileri gün doğarken suya iner, gün batarken yeniden gelirlerdi bir daha. Orman kenarındaki çayırlarda karınlarını doyurur, yırtıcı hayvanlardan korunabilmek için en iyi sığınak olan kayalardan da fazla uzaklaşmazlardı. Öğlen sıcağındaysa suya inmezlerdi.

Yaşlı Adam eğer şimdi denk getiremezse geceyi ormanda geçirmeyi kuruyordu kafasında. Hele bir terslik olup dağkeçilerini ürkütürse, günbatımını beklemenin bir yararı yoktu artık. O zaman aynı çevreye gelmeleri için epey zaman geçmesi gerekirdi. Bu bazen birkaç gün bazen daha uzun zaman demekti. Aslında ormanda kalmaktan sıkılmak biryana büyük zevk duyardı. Yalnızca, sırtında bir dağkeçisiyle dönmek istiyordu evine.

Yürüyordu ve bunları düşlüyordu. Derenin geçtiği ormanlık bölgeye girince küf kokusunu ve serinliği hissetti yine. Ceketini giydi. Susamıştı. Tuzlu peynirden dolayı içi yanıyordu.

Ormanın dinlendirici havasına kendini bırakmış dalgın dalgın ilerliyordu. Birden önüne birşey atladı ve koşmaya başladı: Boz bir tilki. Yaşlı Adam tüfeğine sarıldı. Tilki, yirmi otuz adım kadar yamaca yukarı koşup durdu. Arka ayaklarının üstüne çöküp bakmaya başladı Yaşlı Adama. Böyle yapardı tilkiler genellikle. Biraz koşar sonra geri dönüp bakarlardı insana. Hele bir de arsızı olursa dalga geçercesine dikilip dururdu insanın karşısında. Elinde olmadan indirip, tilkiye çevirdiği tüfeğini yeniden astı omsuzuna. Azığı yoktu; tüfeği hızla omzundan indirirken savrulup yamaç aşağı yuvarlanmıştı. Yaşlı Adam tilkileri sevmezdi. En çoğu da tavuklarına dadandıklarındandı. Ama arsızlıkları hoşuna giderdi yine de.

»Defol lanet hayvan, tepemi attırma!' diye bağırdı.

Küçük bir taş alarak tilkiye savurdu. Tilki pek oralı olmuşa benzemiyordu. Telaşsızca birkaç adım daha tırmandı. Dönüp incelemeye başladı yeniden. Yaşlı Adam azığın yanına indi. Üşenerek eğilip aldı. Tüfeğine takıp söylene söylene yürüdü. Tilkiyse zafer kazanmışçasına Yaşlı Adamın arkasından bakıyordu.

Güneş, gökyüzünü terkederek dağların ardına çekiliyordu. Ertesi sabah yeniden gülümsemek üzere ormanda yalnız bırakıyordu Yaşlı Adamı. Koyu maviye dönüştü gökyüzü. Ormanın sessizliğinde, tepenin öbür yanındaki derenin akışı duyuluyordu. Gökyüzü lacivert olup ilk yıldızlar göz kırpmaya başladığında neredeyse dereye varmıştı. Ayışığında parıldayan dereyi görünce susuzluğu arttı. Adımlarını iyice sıklaştırdı.

Az sonra omzundakileri bırakmış, derenin duru bir yerini aramaktaydı. Bulduktan sonra, dizüstü çöküp suya eğildi. İçti, içti. Doğruldu, yandaki taşlardan birine oturdu. Daha sıcaktı taş. Hava da orman içlerine göre oldukça sıcaktı. Oturduğu yerde bir süre kaldı öylece. Kalkıp tüfeğini aldı. Çevreye göz gezdirdi. Gecikmişti. En az bir saat önce burada olmalıydı. Dağkeçileri çoktan çekilmiştir kayalara. Dere boyunca dolaşıp iz aradı. Derenin karşı öteki kıyısında birşeyler seçebildi alaca karanlıkta. Karşıya geçip izleri inceledi. Eliyle yokladı; daha kurumamıştı. İyiye işaretti bu. Sabah bekleyebileceği yeri belirlemeye çalıştı üstünkörü. Geri dönüp iri taşların arasında bir yer hazırladı kendine. Sırtını sağlama almalıydı. Ayrıca ateşin görünmesini engellemiş olurdu taşların arasında. Lastik ayakkabılarını, yün çoraplarını çıkardı. Ayaklarını suya soktu; soğuk su dinlendirici olmuştu. Gecenin serinliğini hissedince kalktı, ayakkabılarını giydi, çorapları elinde eşyalarını bıraktığı yere geldi. Yakmak için birşeyler aramaya koyuldu. Gece bastırmıştı. Tek tük yıldızlar belirmişti gökyüzünde. Biraz sonra döndü. Arada bir yıldızlara bakarak karnını doyurdu.

İlerleyen gecede parıldayan ateşin yanına uzanmış dinleniyordu. Derenin düzenli akıp giden gürültüsü çam odununun yanarken çıkardığı sesle birleşerek ninni söylüyordu Yaşlı Adama. Ayışığı, suyu daha berraklaştırıyor, güzelleştiriyor, ama arkadan vurduğu kayalara ışık veremiyordu. Yine de dikkatlice baktı. Birşey göremiyor ancak oralarda bir yerde olduklarını biliyordu. Tehlike sezmedikleri sürece yerlerinden kıpırdamadan sabaha çıkardı dağkeçileri. Dağkeçilerini düşünürken uyuyakaldı. Kocaman alevlerle yanan ateş ise geceyarısına dek nöbet tuttu Yaşlı Adamın yanıbaşında. Sonra o da yoruldu, uykuya geçti sessizce.

Bir ara uyandı Yaşlı Adam. Ayakları üşümüştü. Çoraplarını aldı, giyindi. Yarı açık, yarı uykulu gözlerle gökyüzüne baktı; yıldız doluydu. Ayışığına bakarak, olsa olsa geceyarısıdır diye düşündü. Yeniden uzanıp uykuya daldı.

Serin, nemli bir sabahla gözlerini açtı. Kıpırdamadan kulak kabarttı; beklediğine benzer bir ses duyamadı. Bir an geç kaldığını, çok uyuduğunu sandı. Oysa gün ışımamıştı. Tam zamanıydı. Doğruldu, kayalara baktı. Bu kez iyi görünüyordu. Derenin oldukça yavaş ve duru aktığı yerlerde su içerdi dağkeçileri. Belki de çoktan inmişlerdi kayalardan. Kalktı, sessizce toparlandı, akşamdan kararlaştırdığı yere yöneldi. Birkaç dakika sonra ağaçların arasında yerini aldı. Tüfeğini yokladı, ateşe hazırladı. Kafasını çevirmeden gözleriyle çevreyi izliyordu. Derenin öte yakasında izler pek belli olmuyordu ama yerini biliyordu Yaşlı Adam.

Çok geçmeden, karşı ağaçların arasından irili ufaklı bir sürü dağkeçisi göründü. Bazılarının boynuzları kuyruklarına dek uzanıyordu. Küçüklerse en çok birkaç aylıktı daha. Ürkek bakışlarla dereye vardılar. Özenle suya girmemeye çalışarak içmeye başladılar. Hepsi benzer hareketlerle biraz içiyor, sonra çevreyi dinliyor, yeniden içiyordu. Büyükler daha dikkatli ama tümü de olağanüstü sessizdi. Tüfeğini az oynatmayla gözüne kestirdiği iri dağkeçisine çevirdi. Biraz yandan görüyordu onu. Tek kurşunla yıkacağından emindi. Nişan aldı, tetiği yoklayıp boşluğunu aldı. Dağkeçisi suyunu içmiş, kıpırdamadan duruyordu. Sadece başını sağa sola döndürüp diğerlerine bakıyordu arasıra.

Yaşlı Adam derin bir soluk aldı, bıraktı. İşte ne olduysa o arada oldu. Birden üst yanından birşey fırladı dereye doğru. Yaşlı Adam tetiğe dokundu, ormanın sakinliği korkunç patlamayla bozuldu. Kayalar peşpeşe yankılandı, birkaç patlamayla karşılık verdi. İri dağkeçisi gövdesinden beklenmeyen bir çeviklikle fırlamıştı çoktan. Diğer dağkeçileri de doğallıkla. Göz açıp kapayıncaya dek karşı ağaçların arasına karışmıştı hepsi. Yaşlı Adam çabucak kalktı, aşağı doğru atlayarak birkaç adımda dereye indi. Birden durdu. Yeni aklına gelmişti. Neydi dağkeçilerini böyle ürküten? Gözleri fıldır fıldır çevreyi dolaşıyordu. Arkasından bir ses duydu. Döndü; yine tilki. Aynı tilki olmalıydı. Yaşlı Adamın azığını kapmış, gözden yitiyordu neredeyse. Ne yapacağını bilemedi, tilkiyi mi izlesin, dağkeçilerini mi? İleri geri bir iki adım attı kararsızca.

»Eh lanet hayvan, ben de senin kökünü kurutmazsam o zaman söyle!' diye bağırdı.

Taşların üzerine basa basa dereyi geçti. Acele ve heyecandan az kalsın dereyi boyluyordu. Hızla ağaçlığa yöneldi. Koşuyor, bir yandan da lanetler yağdırıyordu. Birara durup geriye baktı. Tilkiden eser yoktu. Orman yine önceki sessizliğine dönmüş, derenin akışını dinliyordu. Yeniden karşı ağaçlığa doğru koşmaya başladı. Bir an önce ağaçlığı geçip kayalara ulaşmak istiyordu. Ancak aşağıdan kayalara tırmanması olanaksız olduğundan yolu biraz uzatarak üst yana çıkması gerekirdi. Başka türlüsünü olsa olsa bir dağkeçisi becerebilirdi. Yavaşladı. Bir çıtırtı duydu. Kuru bir dalın kırıldığını sandı bir an. Yoksa kendi ayak sesleri miydi? Bilemedi.

Ağaçlığı geçip kayalara yöneldiğinde ortalık tümüyle aydınlanmıştı. Güneş, Yaşlı Adamın gecelediği yerleri ısıtıyordu artık. Aklına karısı geldi. Şimdi kalkmış, evin önündeki bostana inmiştir herhalde. Ama doğru dürüst birşey de yememiştir.

Yokuş yukarı tırmanırca yürürken arada bir kayıyor ve yosunlara, toprağa tutunmak zorunda kalıyordu. Çiğden ıslanan, çamurlanan elini pantolonuna siliyordu. Tüfeği hiç yere değdirmiyordu. Kan ter içinde kalmıştı. Ancak, yolun yarısını bile tırmanmamıştı daha. Nasılsa dağkeçilerinden hızlı değildi. Oturdu. Tüfeğini dizlerinin üstüne yatırdı. Dereyi süzdü. Gecelediği yere baktı. Bir süre öylece soluklandı olduğu yerde. Sonra kalktı. Teri kurumadan yola düşmeliydi. Yavaş yavaş tırmanırken bir yandan da çevreye kulak kabartıyordu. Artık yalnızca dikine değil, giderek yana doğru yürüyordu. Böylelikle daha rahat yolalıyor ve dere boyunu izleyebiliyordu aşağıda. Sabah güneşinde parıltıyla akıyordu dere. Yaşlı Adam tepeye ulaştı. Daha güzel görünüyordu buradan aşağısı. Yalnız çok uzaklar, vadi içlerinde sisliydi yer yer. Kayalardan tüm çevreye gözatarak dağkeçilerinin ne yana gittiklerini kestirmeye çalıştı. Ya kayaları dolaşarak ya da aralardan öte yana aşmış olabileceklerini düşündü. İki olasılık da geçerliydi dağkeçileri için. İnsanın erişemeyeceği yerlerden rahatlıkla sıçrayarak geçebilirlerdi. Bundan dolayı Yaşlı Adamdan çok önce aşmış olmalıydılar kayaları. Oldukça zayıf bir olasılık daha vardı: Kayalardaki mağaralardan birine girmiş olabilirdi bazıları. O zaman uygun bir gözetleme yeri bulup pusuda beklemeliydi, bir (ya da birkaç) dağkeçisinin tehlike sezinlemeyip, dışarı çıkmasına dek. Oldukça yorulmuş ve acıkmıştı. Bu durumda kayaların öte yakasında iz sürmektense, orada, böyle bir olasılığı beklemek işine geldi.

Yüzükoyun uzanıp aşağıyı gözetleme başladı. Terinin kurumaya yüztutmasıyla yorulduğunu hissetti. Özellikle bacakları epey ağrıyordu. Vücudu soğudukça yorgunluğu arttı. Üşümüyordu. Güneş boydan boya vuruyordu kayalara. Oldukça sıcaktı. Tüfeğini göz kararı mağaralardan birine çevirdi. Yüzükoyun uzandığı yerde öylece bekledi uzun süre. Sessiz olmak, önemlisi ise hareketsiz kalmak zorundaydı. Her ne kadar mağaranın üstünde değil, epeyce yandan görecek bir yerde olsa da dağkeçileri için çok önemli değildi bu. Küçücük bir taş parçasının yuvarlanması bile uyarmaya yeterdi onları.

Hareketsizlikten kolları, bacakları uyuşuyor ama yine de uzun süre kalıyordu kıpırdamadan. Midesi guruldamaya başladı. Azığını çaldığı, dağkeçilerini ürküttüğü için lanetler yağdırdı tilkiye. Aslında tepeden hangi yana inerse insin mantar bulabilirdi. Tuzu olmamasına karşın hiç yoktan iyiydi. Çam közüyle bir güzel kızartır, afiyetle yerdi.

»Hiç değilse aşağıda olup su içebilseydim,' diye söylendi.

»İki su bir ekmek yerine.'

Büyük bir sabırla beklemesine karşın mağaralarda hiçbir dağkeçisinin olmama olasılığından korkuyordu. Ne denli düşünmemeye çalışsa da gelip gelip saplanıyordu kafasına bu olasılık. Beklemeye başlayalı birkaç saat geçmişti. Umudunu yitiriyordu artık giderek. »En iyisi vazgeçmek,' diye mırıldandı, yanındaki birine söylercesine »Burada olabileceklerini düşünmekle yanılmışım.' Aslında böyle düşünmekle yanıldığını kanıtlamak istercesine, kocaman boynuzlu bir dağkeçisi belirdi mağaranın önünde. Ürkek ürkek baktı sağa sola ve yeniden gerisin geri girdi. İçi içine sığmaz oldu Yaşlı Adamın. Boşa beklemediğine sevindi. Ayağa kalktı çevik bir biçimde. Birkaç küçük taş parçası yuvarlandı kayalardan. Tüfeğini omzuna astı. Bulunduğu yerle mağara arasında bir yol aradı gözleriyle. Ne denli tehlikeli olduğunu biliyordu. Biliyordu ancak onu artık içindeki duygu yönlendiriyordu. Dağkeçisinin olduğu mağaranın üstüne geldi. Sağlam taşlara, güçlü bitkilere tutunarak inmeye başladı. Tutunacağı yeri elleri, basacağı yeri ayak uçlarıyla yokladıktan sonra ağırlığını bırakıyordu.

Bu denli yüksek olmamasına karşın birçok kere tırmanmıştı kayalara. Tırmanmak daha kolaydı onun için. Kayadan inmekse ağaçtan inmekten zordu, tehlikeliydi. Yine de değerdi herşeye karşın tehlikeyi göze almaya. Aşağıya bakmamaya çalışarak iniyordu yavaşça. Yaklaştıkça heyecanı artıyordu. Avına ne denli yaklaşırsa o denli haz duyardı. Tüfekle vurmayacak da üzerine atılıp pençeleriyle devirecekmiş gibi yaklaşırdı. Tetiği hep en son anda çekmek için kendini zorlardı. Avının kurtulmasıyla kurtulmaması arasındaki an en heyecan verici an’dı. Bazı zaman elini çabuk tutup tüfeğini ateşlemek zorunda kalırdı. Çoğunlukla ise iyi bir siper bulunca tadını çıkara çıkara gözetlerdi avını. Her ne kadar nişan alır gibi baksa da ateş etmezdi son an’a dek. Avıyla arasında kendine göre bir iletişim kurardı. Öyle bir duyguyla dolardı. Avının can alıcı noktasına tüfeğini çevirince kaçıp gitmesini isterdi bir yandan. Kaçıp gidince de kızardı kendi kendine. Garip bir oyuna dönüşmüştü bu. Ne duyguları onu ne o duygularını yenebilirdi.

Yaşlı Adam nasıl becerdiğine kendi de şaşarak, yandan mağaranın önündeki çıkıntıya ayaklarını basınca rahat bir nefes aldı. Dizüstü çökerek içeri baktı; karanlıktı. Güneşin parlak ışığında kısılıp küçülmüş gözleri pek işe yaramıyordu. Dizlerinin üstünde ilerleyerek mağaranın ağzına yaklaştı. Tüfeğini mağaraya doğrultmuş hazır tutuyordu. Soluksuz bakıyordu. Gözleri karanlığa alışmıştı iyice. »Nasılsa avcumun içinde,' diye geçiyordu kafasından. »Ama bu koca şeyi nasıl çıkaracağım buradan?' En iyisi dağkeçisini vurduktan sonra hemen köye dönüp birkaç kişi getirmekti. Ondan önce uçurumdan aşağı bırakıp dere kenarında bir yerlerde gömmeliydi. Yoksa orada öylece bırakırsa döndüğünde ancak dağkeçisinin kemikleriyle yetinmek zorun da kalırdı. Çevrede insan olayınca çakallar, kurtlar hemen paylaşırdı böylesi hazır bir avı.

Birtakım sesler duydu, dağkeçisi de birşeyler sezdiğinden yerinde duramıyordu. Dağkeçisi tehlikeyi görmüştü. Yaşlı Adamın yerinden kalkmasıyla yuvarlanan taşlar yeterince uyarıcı olmuştu onun için. Ancak Yaşlı Adamın bunları düşünmesine zaman kalmadan, mağaradan fırlayan dağkeçisinin çarpmasıyla uçurumu boyladı. Dağkeçisi de boşluğa bıraktı kendini Yaşlı Adamla birlikte.

Yaşlı Adamın öğleyin de köye dönmemesi üzerine, yakınlarından birkaçı Yaşlı Kadının yanına gelmişti. Akşama doğru, Yaşlı Adamın geceyi geçirmiş olabileceğini düşündükleri komşu mezraya köyün delikanlılarından birini göndermişler, ancak orada olmadığı haberi gelince de endişeleri artmıştı. Gençlerden bazılarınıysa ormana yollamışlardı Yaşlı Adamı aramak üzere. Her kafadan başka bir ses çıkıyor, herkes kendine göre bir olasılık uyduruyordu. Yaşlı Kadın ve öteki bazı kadınlar ağlıyordu sessizce. Yaşlılardan birkaçı, Yaşlı Adamın daha önce de ormanlarda kaldığını, korkmasına gerek olmadığını söylediler Yaşlı Kadına. Olup biteni anlamamalarına karşın olağan dışı birşeyler sezinliyordu çocuklar. Kimi anlamsızca gülüyor, kimi annesinin yanından ayrılmıyor, kimi de oynuyordu kapı önünde arada bir annelerine gözatarak. Genellikle evin çevresinde olan Zalim ise ortalarda görünmüyordu sabahtan beri. Gece havladığını da duyan olmamıştı.

Yaşlı Adam evden ayrılmadan önce konuştuklarını hatırladı, kızdığından dolayı pişmanlık duydu Yaşlı Kadın. Haklı olduğunu biliyordu kendisinin. Böyle düşündükçe huzursuzluğu artıyordu. »Kurda kuşa yem olacaksın!' Aklından çıkmıyordu bu. İstediği oymuş da dediği olmuş gibi suçluluk duyuyordu. Akşama kadar dolanıp durdu insanlar. Kimsenin yapacak birşeyi yoktu zaten. Belki birkaç kişiyi daha yeniden ormana yollamak, hepsi bu.

Küçük mezrada hemen herkes akrabaydı. Uzun yıllardır, Yaşlı Adamın kardeşinin dışında kimse ölmemişti. Kendisinden çok gençti. Diğer yakınlarının yanısıra Yaşlı Adam için oldukça büyük bir acıydı. Sırtında getirdiği odunu yere indirdikten hemen sonra karnındaki sancıyla yığılıp kalmıştı Yaşlı Adamın kardeşi. Birkaç saat ateşler içinde kıvranmış sonra da ölmüştü. İşte o günden buyana kimseyi yitirmemişti küçük dağköyü insanları.

Güneş son ışıklarıyla evlerin, ağaçların gölgelerini uzatıyordu. Yaylaya yollanmamış birkaç keçi ve ineğin çanları akşamı karşılıyordu. Bazıları otlamaktan dönen hayvanlarını ahıra kapatmak ya da sağmak üzere gittiler.

Yaşlı Adamı aramaya giden gençler geç saatlerde döndü. Hiçbirşey demediler. Kimse de birşey sormadı onlara. Bulamadıkları belliydi bakışlarından. Ertesi gün yeniden aramaya çıkmak gerektiğini söyledi biri. Kimlerin aramaya çıkacağını konuştular. Herkes dağıldı sessizce. Uzunca bir köpek havlaması duyuldu. Sonra da derin bir sessizliğe gömüldü dağköyü. Bazıları uyudu bazıları dönüp durdu sabaha dek yataklarında. Ağlayan bebekleri emzirdi anneler. Yaşlı Kadın gözünü kırpmadan oturduğu yerde sabah etti. Ve günün ilk ışıklarıyla Yaşlı Kadının yanına toplanmaya başladı insanlar.

Boşluğa kendini bırakan dağkeçisi son anda havada ters dönüp boynuzlarının üstüne düştü. Yeniden döndü, doğruldu ustalıkla, taşlardan atlayarak gözden yitti. Uçuruma yuvarlanan Yaşlı Adam mağaranın birkaç metre altındaki çıkıntılardan birine yüzükoyun kapaklandı.

Bayılmıştı.

Kendine geldiğinde ne olup bittiğini anlamak için bir süre daha hareketsiz kaldı olduğu yerde. Boynunda nemli bir sıcaklık hissetti. Eliyle yokladı; kıpkırmızı oldu parmakları. Kan pıhtılaşmadığına göre fazlaca baygın kalmamıştı. Düşerken başını çarpmış olmalıydı. Önündeki yarı kurumuş otlardan bir tutam koparıp başına bastırdı. Herhangi bir yerinde acı hissetmiyordu. Doğrulup oturdu. Olanları ancak toparlayabildi kafasında. Bir an kendini kayaların dibinde düşündü paramparça olarak. Aşağıda tüfeğinin parıldadığını gördü. Ayağa kalktı. Cebindeki çamsakızları etrafa saçılmıştı. Bulabildiklerini üfleyip temizleyerek cebine doldurdu aceleyle. Biryerinin kırılmadığına sevindi. Tırmanmaya başladı. Mağaranın önüne çıktı. Hiç beklemeden, daha önce mağaraya indiği yerden tırmandı. Tepeye ulaştı. Sırtüstü yattı, dinlendi biraz. Gözleri kapalı olanları düşündü bir daha. Ölmediğine mi sevinmeli yoksa dağkeçisini avlayamadığına mı üzülmeliydi?

Daldı gitti.

Gözünü açtığında güneş batmak üzereydi. Epeyce uyumuş olmalıydı. Geldiği gibi dereye inmeye koyuldu. Bir yandan mantar topluyordu bayırda. Topladıklarını mendiline doldurdu. Dereye vardığında, sabah dağkeçilerinin bulunduğu yerde su içti doya doya. Elini yüzünü, kanayan başını ve boynunu yıkadı. Dereyi geçip gecelediği yere kadar yürüdü. Kuru çam dalları toplayıp ateş yaktı küllerin üzerinde. Dallardan birinin kabuğunu soydu bıçağıyla, bir şiş yaptı. Derede mantarları yıkayıp temizledikten sonra tek tek ve şişe dizip döndü yerine. Tuzsuz olmalarına karşın kızaran mantarları iştahla yedi. Güneş dağların ardında kaybolmuş ancak hava daha tam kararmamıştı. Yaşlı Adam toprak dökerek ateşi söndürdü. Tüfeği aklına geldi. Dereyi geçti yeniden, kayalara dek yürüdü. Namlusuna toprak dolmuş, dipçiği birkaç yerden zedelenmiş tüfeği oradaydı. Eski Rus Beşlisi gerçekten çok sağlamdı.

Yaşlı Adam ormanda ilerlerken gece bastırmıştı iyiden iyiye. Geceleri ormanda yürümek doğru değildi. Her an uyumakta olan bir ayı ya da yabandomuzuna rastlayabilirdi. Öte yandan dere kenarında bir gece daha geçirmek istememişti. Dağkeçileri bir ürktü mü bir daha denk getirmek neredeyse olanaksızdı birkaç günden önce.

Geceyarısını çok geçmişti pınara yaklaştığında. Uzaktan bir ses duydu belli belirsiz. Kurt uluması diye düşündü. Açık alanda ne denli tehlikeli olduğunu biliyordu kurtların. Yazları pek sürü halinde dolaşmazdı kurtlar ama yine de tüfeğini indirdi omzundan. Ormanı arkada bırakıp küçük pınara yöneldi. Ses giderek daha bir belirginleşti. Bir köpek sesiydi bu. Birkaç dakika sonra ayışığında kendisine doğru koşan köpeği gördü. Zalim, sevinç sesleri çıkararak Yaşlı Adamın üzerine sıçradı. Yüzünü gözünü yalamaya başladı. Yaşlı Adam sarıldı köpeğine. Duygulandı. Uçup gitti yorgunluğu sanki. Dinlenmek için hafif nemli çimene boylu boyunca uzanan Yaşlı Adamın çevresinde dönüp duruyordu Zalim.

Ayışığı giderek soluklaştı. Yaşlı Adam pınarın yanında uzanıp derin bir uykuya daldığında orman, kuş sesleriyle çınlamaya başlamıştı bile.



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.


Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Selma'nın Hikayesi
Mahkeme Hikayesi

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Sevda Şiirleri [Şiir]
Ayrılık [Şiir]
Sevdiğim 2 [Şiir]
Yar Beni [Şiir]
Sevdiğim [Şiir]
Değişmem [Şiir]
Ona Yanarım [Şiir]
Usta [Şiir]
Dinle İsrail [Şiir]
Zeynep [Şiir]


Bekir Karadeniz kimdir?

Halk şiiri ve türkülere ilişkin ayrıntılı araştırmalar yapıyor. Bunlardan 5 tanesi yayımlandı. Geleneksel ve serbest tarzda 6 şiir kitabı yayımlandı. Almanca şiirin önemli şairlerini Türkçeye aktardı. Bunlardan 4 tanesi yayımlandı. Şiirleri, öyküleri ve denemeleri çeşitli ülkelerde yayımlandı. Dünya folkloruna ilişkin geniş bir müzik arşivi bulunmaktadır.

Etkilendiği Yazarlar:
Oğuz Atay, G. G. Marquez, J. Amado


yazardan son gelenler

yazarın kütüphaneleri



 

 

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Bekir Karadeniz, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.