Düşmekten yükselme doğar. -Victor Hugo |
|
||||||||||
|
Nehir donmuştu, ben karşı kıyıya geçerken. Uzun zaman kaldım orada. Yalnızlık zor geldi yeniden karşı kıyıya geçmek istedim. Bu sefer işim zordu. Nehir çağlıyordu. Ya akıntıda karşıya geçmeyi deneyecektim, ya da nehrin tekrar donmasını bekleyecektim. Ama en iyisi akıntıya bırakmakmış kendini. Doğanın eline, sessizce… Zamanın hünerli ve cefalı eline bıraktım kendimi. Sabrettim yüreğimde çağlayan sevgi için, akan giden nehir misali. Sonu olmayan bir yer de sondan kurtulma dürtüleri kapladığı tüm benliğimi. Şafak sökerken güne, benim ruhum karalar bağladı. Akşam, yağmurun eşsiz soluğunla ağladı. Ben yine bir köşede sessizliğimin içinde viran kaldım. Azabın sıcak ateşi tenimi dağladı. Benliğim yok oldu, sevdanın hünerli kelimeleriyle. Gizemli adres… Tarihini hatırlamıyorum ya dündü ya da dün den önce. “bizim yerimizde…Yarın aynı saatte” yazıyordu notta. Dün geldiyse bugün için, dünden önce geldiyse dün içindi bu buluşma çağrısı. Anlayacağınız zaman kavramını yaşamamın içinden söküp attım. O yüzden bu buluşmada gerçekleşmedi. Bir tane kağıt seçer misin? Pazar sabahı, sahilde kahvaltımı yaparken masama yirmili yaşlarda bir kız geldi. Hiçbir şey demeden oturdu. Uzun süre sessiz kaldı. Bende hiç tepki vermeden önümdeki kitaba göz attım. Gözleri beni süzüyordu. Sanki yıllardır tanışıklığımız varmışçasına, “bugün kederli görünüyorsun” dedi. Suskunluğumu korudum. Sesi denizi hiddetlendiren rüzgârla karışınca kelimeleri daha da anlaşılmaz oluyordu. Sakin sabahımı mahvediyordu sesi. Çantasını açtı ve içinden birkaç kâğıt parçası çıkardı. İlgimi çektiği için kâğıt parçalarına dikkatimi verdim. Hepsinde ayrı ayrı yazılmış kelimler vardı. Özenle katlayıp masanın üzerinde dağınık bir şekilde yerleştirdi. Onu izlediğimi fark edince gözlerimi gözlerime doğru çevirdi. Bende hemen gözlerimi ait olan yere, kitabın ahenkli sayfasına çevirdim. Ne istediğini hiçte merak etmedim. Ama ısrarlıydı. Benimle konuşuna kadar gitmeyeceğe benziyordu. “Bir tane kağıt seçer misin?” dedi. Dediğini yapıp yapmama konusunda karasızdım. Gözleri o kadar etkileyiciydi ki, hayır demem imkansız gibi gözüküyordu. Onun önünde duran kâğıdı işaret ettim ve önemsememiş gibi yaparak kitabımı okumaya devam ettim. Heyecanlı bir ses tonuyla kâğıtta ki kelimeyi okudu; “Umutsuzluk” diye döküldü ağzından. Ve konuşmaya başladı; “Aslında tahmin ettiğim kelime. Sizi anlatan bir kelime... Özellikle aşka umutsuzluk içinden bakmanız, diğer yaşanası değerleri de etkiliyor. Size göre aşk anlamsız, çünkü ‘umutsuz’luk taşıyor bünyesinde; konuşmamız, nefes almamız sadece varolduğumuzdan, yani yaşanması gibi. Her şey değersiz. Mutluluk denen şey size göre boşa ümitlenmek. Aslında elinizdeki kitabın yazarı ile ters düşüyorsunuz. O ne diyor; ‘Ne olursa olsun, her şeyin anlamsız olduğu, her şeyden umut kesmek gerektiği düşüncesiyle nasıl kalır insan? Her şeyin anlamsız ve umudunu yitirmiş olduğunu söylediğimiz anda bile anlamlı bir şey söylemiş oluyoruz’ diyor, Ca..” “Yeter artık” diye bağırarak sözünü kestim. Elimdeki kitabı dağınık duran kâğıtların üzerine fırlattım. Tavrımdan çok korktu. Gözlerindeki pişmanlığı sezebiliyordum. Tedirgin bir ses tonuyla; “sizi kırdıysam özür dilerim” dedi ve cevabını aldı: “Zaten kolay bir yol bulmuşsunuz ‘özür dilerim!’ Bu kelimeyi söyleyince, zikrettiğin tüm cümleler unutuluyor mu? Sesin zihnimden siliniyor mu? Umutsuzluğum kendi içimde yeşeren bir çiçek gibidir. Ben sularım ve ben bakarım. Aşkı da ben tanımlarım. Senden öğrenmeyeceğim, senin öğüt niteliğindeki iğneleyici bed sözlerini duymak istemiyorum. Şimdi yalnız bırak beni!!” Donup kaldı karşımda. Gözlerinde yaşları gördüm. Kafası önüne eğmiş suç işlemiş çocuklar gibi affedilmeyi bekliyordu. O sırada garson masaya doğru yöneldi. Ve kulağıma, “sizi rahatsız mı ediyor efendim” dedi. Sanki buranın yaramaz çocuğuymuş, bütün masaları dolanıp insanları rahatsız ediyormuş hissi kapladı beni. “Hayır” dedim ve garson uzaklaştı. “Bir kâğıt daha seçmek ister misiniz?” dedi. Sanki biraz öncesinde hiçbir şey yaşanmamış gibi, yeniden en başa dönmüştü. Ona hayır diyemiyordum. Evet, önce onu kovmuştum masamdan, ama şimdi sanki fikrim değişmişti. Beni kendi çemberine hapsetmeye çalışıyordu. Aslında belirli ölçüde de başarılı olmuştu. Yere düşen kâğıdı işaret ettim. Eğilip yerden aldı. Elmacık kemikleri, göz yaşlarının tuzundan kıpkırmızı olmuştu. Yüzüne yeniden masum bir gülümseme geldi. Kelimeyi görünce gözlerin feri daha da arttı. "Aşk" diye haykırdı. Ve bu sefer gözlerimi ondan kaçırmadan dudaklarına yönelttim ve söyleyeceği cümleleri heyecanla bekledim. “Aslında sizin içinizde yeşertmeye çalıştığınız umutsuzluğunuzun büyümesini ‘aşk’ engelliyor. Siz âşık olmaktan ve âşık olduğunuzu söylemekten çekiniyorsunuz. Kederinizi kitapların eskimiş sayfalarındaki buğulu sözlerle dindirmeye çalışıyorsunuz. Ama aşk sizi çağırıyor. Hem de hiç olmadığı kadar istekle…” diyerek sustu. Şaşkınlığım hat safhadaydı. Sözleri ruhumu tarumar etmişti. Sanki içimi okuyordu. Ruhumun kullanma kılavuzu gibiydi. Yüzümdeki şaşkın ifadeden güç alarak; “ruhunuzu okuyabiliyorum dimi?” dedi. Cevap veremedim. Ona teslim olmaktan korktum. Beni nasıl olurda bu kadar iyi tanıyabilir, sorusu zihnimde baki kaldı. Dağınık kâğıtları toplamaya başladı. Masasını üzerine savurduğum kitabı özenle yerinden aldı, inceledi ve sayfanın kenarını büktü, kitabı kapattı. “Camus’nün sözlerini ciddiye alın. Sizi gerçekliğinizle buluşturacaktır” dedi ve masadan ayrıldı. Arkasından baka kaldım… Gizemli adrese doğru… Bu not nereden geldi, diye sızlanırken, Camus’nün romanın arasında bir not daha buldum. “Senin yarının benim bugünümdür” yazıyordu. Bu gizemli kızın işiydi. Beni yeniden orada görmek istiyordu. Ama o kadar uzun zaman geçti ki aradan, ben kendimi unutma çabasına girmişken, o hâlâ benden ümidini kesmemişti. Kim o? Neden benimle ilgileniyor? Yoksa benim tasavvurum mu? Bilmiyorum… Yine gitsem orada mıdır acaba, yoksa yine boşa mı umutlanıyorum? Kendimi şu kapattığım zindanımdan çıkarıp onu yanına mı koşsam? Beni bekliyor mudur? Hâlâ umudu var mıdır benden? Son söz… Nehrin yeniden donması çok zaman aldı. Cesaret edip, çağlarken karşıya geçemedim. Her şey yeniden donuk bir hale gelince hareket ettim. Ama bu sefer benden başka kimse kalmamıştı etrafta. Çoğu nehrin dibine gömülmüştü ya da akıntıya kendilerini bırakmışlardı. Ben onlar kadar cesaretli olamadım. Bir ağacın altında aylarca nehrin donmasını bekledim. Zaman ilerledi. Yaşlandık. Kuşlar göç etti. Dünya yavaş dönmeye başladı. Silik fotoğraftaki siluetim daha da karardı. Aşk hiç uğramadı. Umutsuzluğum içimde çağladı. Kelimler kalbime ulaşmaya çalıştıkça donup kaldılar, nehir misali… Sonra gökyüzünden bir kâğıt parçası düştü donmuş nehrin üzerine. Heyecanla gittim aldım onu. Ve şöyle yazıyordu: “Umutsuzluk bir başlangıçtır. Onu yazarsan, onu değiştirmeye çabalarsan hayatın anlamlaşır. Mutlu olursun. Korktuğun aşk’a ulaşırsın. Yine aynı yerde, aynı saatte. Senin yarının benim bugünümdür…” Sadece sustum.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Ozan AKGÜL, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |