Dünya hayal gücünün tuvalinden başka birşey değildir. -Henri David Thoreau |
|
||||||||||
|
“ Zamanı gelince düğmeye bas; o anda, hayattaki görevini başarıyla tamamlamış olacaksın.” Şehrin meydanı zaten hep kalabalık olurmuş. Bugün daha da kalabalık olacakmış. Bir gösteri ya da miting gibi bir şey olacakmış meydanda. Çocuklar, büyükler, gençler… Pek çok insan gelecekmiş. Bu yüzden buradayım ya bende. Kalabalık; çok kalabalık olacak diye. “ O vakit hiç korkma; belki hayat bitecek… Ama unutma; esas hayatın başlayacak hemen ardından.” Çok erken daha... Meydana erken gelmek istedim. Birkaç günden beri geliyorum sürekli ama yine de tanımıyorum bu yabancısı olduğum şehrin meydanını. Henüz hava yeni aydınlanıyor; ışıklar sönmemiş. Her taraf ışıklı… Karşıdaki caddede, dükkanlarda, meydandaki resimlerde bile ışık var. Bizim oralarda böyle değildi. Karanlık olur hep. Karanlık daha iyidir; çünkü saklar seni. Kötü bir şey yapmıyoruz aslında ama… Saklanmak gerek. Saatime bakıyorum. Gösteriye çok var. Biraz uyusaydım evde; geç gelseydim. Evde de duramadım ki… Zaten uyuyamadım bütün gece. Korktuğumdan değil. Korkmuyorum tabi. Heyecanlıyım. Yapacağım eylem değil beni heyecanlandıran. Sonrasında gideceğim yer; orada yaşayacaklarım. Yine geceki gibi heyecanlanmaya başlıyorum. Kalabalık ve heyecanım artıyor. “ İnsanlar olacak yanında… Bizden olmayanlar… Konuşma onlarla. Kendini ele verirsin ya da insan aklını çeler. Konuşma sakın.” Meydan artık çok kalabalık… Konuşan, gülen, yürüyen insanlar; caddelerden, küçük ara sokaklardan çıkıp meydana doğru akıyor. Benim gibi hareket etmeyen yok. Dikkat çekmemek için bir banka oturuyorum. Oturduğum yerden izlemeye başlıyorum çevremi. Yaşıyor insanlar. Saatler sonra çok azı canlı olacak. Kulakları sağır edecek bir patlama duyulacak ilk. Sonra da… Sonrası karmaşa… Daha önce çok gördüm bizimki gibi eylemler. Örgütümün yaptıklarını izledim. Televizyondan benzer başka eylemler izledim. Böyle istendi. Görüp alışmam gerektiği söylendi de böylesi bir göreve alışma olamazmış. Şimdi anlıyorum. Az kaldı. Yakında bu meydandan telaşla geçip gitmek; meydanı görmemek mümkün olmayacak. Hala yaşayanlar telaş içinde oradan oraya koşuşturacaklar. Ambulans sesleri olacak her tarafta ve polis sesleri de duyulacak tabi. Siren sesleri de... Gazeteciler gelecek hemen. Akşama resmim televizyonlarda olur. Köye haber gider belki. Gider tabi hemen gider. Heyecandan mı bilmem bir ter boşalıyor; sırtım ve yüzüm bir anda sırılsıklam oluyor. Yapacaklarım sonrasında neler olacağını bilmem kötü aslında. Ortalık kan gölü olacak; ağlayan insanlar olacak. Ağlayan insan görmek dokunmaz ama ağlatıverir beni de. Neyse ki ben görmeyeceğim sonrasını. Yaşlı bir amca sinirli sinirli volta atıyor meydanda. Bir şeye kızmış; kendi kendine söyleniyor. Ama hali tavrı öyle tanıdık öyle bildik… Başını öne eğerek hızlı ve komik yürümesi; giyimi, cebindeki sigarayı çıkarıp ağzına götürürken yaptığı çok yavaş hatta törensel hareketler… Babam gibi. Yaşlı amca her şeyiyle tıpkı babam. Bir an adamın gerçekten babam olmasından kuşkulanıp yüzümü gizliyorum. Bir korku basıyor. Görse beni burada… Başlardı sövmeye. Basardı tokadı. İyice bir döverdi. Zaten bizim Kemal’e de dememiş mi gelmesin; görmeyeyim diye. Katil edecek beni demiş. Babamın, köyümüzdeki evde, unuttuğum kadar uzak sokaklarda olduğunu düşününce korkum geçiyor. Yaşlı amca sigarasını yakamamış benden ateş istiyor. Yakıyorum adamın sigarasını. Yanıma oturuyor. Konuşuyor. Kızdığı şeyi anlatıyor galiba. Çok hızlı konuşuyor; anlayamıyorum dediklerini. Konuşması da babam gibi. Sesi de benziyor. Git diye bağırıyorum adama. Susuyor bir anda ama kalkmıyor yanımdan. Yine bağırıyorum gitsin diye. Adam anlamadığım konuşmasını sürdürerek kalkıp gidiyor yanımdan. Bu sefer bana sövdüğünü biliyorum… Oturduğum bankın karşısındaki iki sokaktan da geliyor insanlar meydana doğru. O kadar çoklar ki… Benimki gerçekten büyük bir eylem olacak. Çok insan olacağını biliyordum burada ama bu kadarını da beklemiyordum. Ara sokaklardan sürekli iniyor insanlar meydana. Üstüme üstüme geliyorlar. Kalabalığın içinden bir kız sanki bana doğru geliyor. Kız iyice yaklaşıyor yanıma; bana bakıyor. Artık korktuğundan mıdır nedir bir şey söyleyecek de söyleyemiyor gibi. Bir utanıyor karşımda; ezilip büzülüyor. Üzerinde eski giysiler var. Daha dikkatli bakınca sırtına kumaşlarla bağladığı bebeği de fark ediyorum. Kızın yüzü ağlamaklı. Arka arkaya yutkunduktan sonra bir anda konuşmaya başlıyor; ağbi, bebeğim de ben de açız iki gündür, diyor. Para istiyor. Cevap vermiyorum. Gitmesi için elimle sert bir hareket yapıyorum. Gitmiyor yine. Bir kamyon geliyor oturduğum bankın önünde duruyor. Hoparlörler, sandalyeler ve bir kürsüyü indiriyorlar. Zaman yaklaşıyor. Kız hala yalvarıyor bana. Keşke para alsaydım yanıma. Saatim geliyor aklıma. Saatimi vereyim kıza. Kullanmayacağım nasıl olsa artık. Saati, meydandaki elektronik saatten öğrenir, düğmeye öyle basarım. Yeter ki gitsin kız. Çıkarıyorum saati, kızın eline veriyorum. Bu ne ağbi, diyor şaşırarak. Al bunu sat; çocuğuna, kendine yemek alırsın, diyorum. Altın bu ağbim, diyor kız. Bu sefer sevinçten ağlıyor; ellerimi öpüyor. Çekiyorum elimi. Yüzüne hiç bakmadan gitmesini işaret ediyorum yine elimle; bu kez daha sert. Kız biraz korkuyor. Arkasını dönüp; sanki saati geri almamdan korkar gibi hızlı hızlı gidiyor. Meydanda hoparlörler, sandalyeler, kürsü, mikrofon var. İnsanlar toplanmaya başlıyor; kalabalık iyice artıyor. Elektronik saate bakıyorum; dakikalar kaldı. “Kimseye acıma. Üzülme kimse için. Onlar sana, senin ülkenin insanlarına acımadılar. Zamanı geldiğinde düğmeye bas; görevini yap. Ödüllendirileceksin.” Şarkılar çalıyor; sloganlar atılıyor. İnsanlar birkaç dakikada sel olup aktılar sanki meydana. Çok kalabalık… Kimsenin yüzüne bakamıyorum. Anlayacak birisi. Ya da zaten takip ediliyordum günlerdir. İzimi çok önceden bulmuşlardı. Biraz sonra kurşuna dizileceğim. Çevreme bakıyorum dikkatle. Sanki beni izleyen biri varsa görebilecekmişim gibi arıyorum şüpheli bir bakış. İnsanlar varlığımı hissetmiyorlar bile. Herkes ya kendini mitinge kaptırmış slogan atıyor ya da telaşla geçip gidiyor yanımdan. Öyle heyecanlıyım ki hızla atan kalbimin sesini duyabiliyorum onca gürültü içinde. Dakikalar geçmek bilmiyor. Ama artık son birkaç dakika… Elim cebimdeki telefonun düğmesinde, kalabalığın arasında bekliyorum. Bu sırada kolumu bir el kavrıyor sıkıca. Arkama dönüyorum; yüreğim ağzımda. Yakalandım mı? Yakalanmış olmalıyım. Kalbim duracak. Korkudan ve heyecandan titriyorum. Vücudumdaki kanın çekildiğini hissediyorum. Ağlarsam rahatlayacağım. Belki de ağlıyorum. Kolumu tutan yine o kız. Para isteyen. Rahatlıyorum bir an. Kolumu kurtarıyorum. Kız saatimi bana doğru uzatarak; ağbi saati çalıntı sandılar; satamadım, diyor. Git başımdan, bırak kolumu diyorum gözlerimi elektronik saate kilitleyerek. Yaptın bir iyilik tam yap ağbim, diyor kız. Kolumdan çekiştiriyor beni. Onunla kuyumcuya gidecekmişim. Birlikte saati bozup paraya çevirecekmişiz. Sen git, bekle beni orada, ben geleceğim diyorum. İnanmıyor. Kolumdan çekiştiriyor sürekli. “ Zamanı geldiğinde düğmeye bas. Bir saniye bile gecikme. Büyük görevin bittiğinde hepimizden mutlu olacaksın.” Yalnızca birkaç dakika kaldı. Bu son dakikalarımda sadece görevimden başka bir şey düşünmemem gerekiyordu; yoksa yanlış bir hareket yapabilir, dikkat çekebilir ve yakalanabilirdim. Tüm dikkatimi görevime vermem gerekiyordu. Ama yapamıyorum. Dilenci kız sürekli konuşuyor. Kolumu da bırakmıyor. Gözlerim elektronik saatte… Saniyeler kaldı. Kolumu tutan kadının yakarışları artık bir uğultuya dönüşüyor. Kızın sesi, kalabalığın sesi, kalbimin sesi hepsi birbirine karışıyor. Parmağım düğmenin üstünde… Dilenci kızın sinirlenip cebimdeki telefonu tutan kolumu çekmesiyle; telefon cebimden çıkıyor. Ben düğmeye basamadan yere düşüp kırılıyor. Düğmeye basamıyorum. Büyük görev gerçekleşmiyor. Ben sinirden ağlıyorum; kız elinde saatle ağlıyor; bebek kabalıkta sıkışmış ağlıyor… Ben, bebek ve kadın; meydanda üçümüz ağlıyoruz… ***
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © FİGEN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |