Yüz kişinin içinde aşık, gökte yıldızlar arasında parıldayan ay gibi belli olur. -Mevlana |
|
||||||||||
|
Kitap Tanıtımı/Mehmet Kızılay(Umut İstasyonu) Ağlamak gecelere has değildir ama yanmak yüreklere hastır Mehmet Kızılay, denemelerinden derlediği UMUTİSTASYONU adlı kitabına, bir merhaba yazısı ile başlıyor. Kâh eğitimi, kâh aşkı, ayrılığı ve yaşamın her bir noktasına düşen olguları dostça bir merhabayla sunuyor. Eğitim yazılarında, çağın beklentilerine uygun düşünceleri özgün bir dille anlatılıyor. Fakat kendine has bir pencereden; eğitime, yeni yorumlar getirip okuyucuyu bu konuda farklı düşünmeye sevkediyor.“Değişim bir süreçtir ve her tür gelenekselde saklı bulunan hâkim yöntem, strateji, ilke, inanç ve değerleri bir bir ortadan kaldırır veya yepyeni bir surete büründürür. Her değişim sancılı olur. Bir değişim dalgasının hiçbir dirençle karşılaşmadan hatta kaotik bir anafora düşmeden yerleştiği görülmemiştir. “ yaklaşımıyla eğitimi değişimle bağdaştırıyor ve eğitimde yapılan değişimleri kabul edenler ve etmeyenler olarak ele alıyor. Her iki düşünceyi de kendi ağzıyla tartışıp, reyini değişimden yana kullanıyor. Yönetimden yönetişime uzanan kelime avında yeni bir kelimenin sözlüklere girmesi gerektiğini hissediyoruz. Yönetişim kelimesini, gittikçe değişen değiştikçe geçmişini aşan eğitimin içine oturtuyor ve yönetişim kelimesini yönetim kelimesinin bir üst katına oturtup yönetmeyi dar kalıbından, ölü ruhundan çıkarma çabasının hazzını okuyucuya yansıtıyor Yönetişime vereceği ruhu, yöneten ile yönetilen arasındaki iletişim ağının kurulmasına bağlayan yazar, yönetişime bir biçim verdikten sonra yöneticiye yöneliyor… Başarılı bir yöneticiyi açıklarken, aslında yönetişim kelimesini de düşüncede netleştirdiğini görüyoruz. Bir ışık ülkesinde ışıksızlığı soluyan ciğerlerin sessiz feryadını duyuyorsunuz. Işık vardır ama aydınlatmaz… Onu engelleyen bir bulut yığınıdır… Bulut herkese göre faklı yorumlanabilecek bir engeldir aslında… Büyükleri emeklemeye zorlayan karanlık, üstü kapalı bir dille sorgulanmaktadır. Yer yer öfkeyi yüklediği kelimelerle aydınlığı çağıran yazar, ışık ülkesine “Ey zulüm gören herkesin hülyası, ey ışık ülkesi” diye seslenir. Sonunda ışığı sevgiyle bağdaştırır ve toprağa ilk tohumu atar “ Bilirim ki, sana geldiğimde acılar kaynatan yüreğim; soğuk ama mağrur, soluk ama yağız bir delikanlı gibi mert, duran yüzüne dokunarak “SEVGİ” diye yağacaktır. Ve sen en çok mutlu olursun. Çünkü sen sevgiye değer verirsin.” Bir bakarsınız hüznün doruklarında mutluluğa veda etmeyi göze almış bir seyyahın ayak izleri önünüzde duruyor. O izlere basarak ardından hüznün doruklarına çıkarsınız. Onun sinesinde esen aziz rüzgârı sinenizde hissedersiniz. Artık inanmışsınızdır, burası hüznün doruğudur. Yazarın mutluluğa seslenişine kulak kabartırsınız. Hüznü, mutluluğa tercih ederken sevgiliden gelen Vefa fısıltısıyla, mutluluğa yeniden merhaba diyecektir. Ve hüznün doruklarından seslenmektedir. “unutmak ne mümkün seni. Bir an bile desen hayır derim.” Ardından bivefa yazısıyla, sevgiliyle söyleşmektedir… Hislerini öyküleştirerek yazdığı bu denemesinde; elleri cebinde, önündeki cismi tekmeleyen, içindeki öfkeyi dışarı atmaya çalışan bir insan silueti beliriyor karşınızda… Bir taşın üstüne oturup konuşmayı teklif etmek geliyor içinizden ve şu sözlerin bıraktığı izi aramak:…“Damarlarımda yılan balığı gezindiren kanlar akışta. Sürgün yedik hayatın acımasız mahkemelerinden. Karanlığında kaybolduk şehrin asfaltlarında. Doya doya bağıramadık. Seni seviyorum diye haykıramadık hiçbir zaman. Kapısında Serenatlar yakılan da yakan da olamadık. Biz anlamsız bir yaşamı anlamlı hale getirmenin imkânsızlığını geç öğrendik.” Başka bir denemede bir düş harmanına götürüyor yazar. Yalnızlığı hayalindekiyle birleştirip anlamlaştırıyor. Acının içinden geçen bir tohumun toprağa düşmesi ile alınacak verimi şöyle anlatıyor “Eğer dağların kulaklarına haykırdığın sevinç çığlıkların birkaç kez inleyip vadiliklere tohum diye düşebiliyorsa, bil ki hasat mevsimi yakındır. O gümrah topraklarda, o coşkun vadiliklerde ne duyguların filizlendiğini, nasıl filizlendiğini bilenler anlayacak. Düşlerine birlikte anlam katmak istediği kişiye seslenirken bizi de o duygu sağanağında ıslanmaya davet ediyor. Kâh ayrılığın penceresini aralayan satırları sıralıyor kâh sevgiliye kavuşmayı özgürlük, özgürlüğü bir parça tutsaklıkla açıklıyor. “Tek korkum kaldı geriye… O da özgürlük. Sensizliğimin ceremesi özgür bir kent olursa en büyük handikapı yaşamış kişi olarak geçerim tarihe. Seninle olsa esareti, bütün serdengeçtiliklerimi, bütün yağız delikanlı duruşlarımı, elimin tersiyle itip kabul ederim. Sensizliğimin ceremesi senin olmadığın özgür bir kentse böyle bir özgürlüğü asla ve asla istemiyorum.” Kimi denemelerinde hayatın günlük akışında zihinden silinmeyecek olaylara gönderme yaptığını görüyoruz. “ Yıllar yılı beni, bir güvercin kanadına düşürdüğünüzün, farkında bile değilsiniz belki. Oysaki beni o güvercinin kanadına düşürürken, günün birinde ondan uçmayı öğreneceğimi ve semalarınızda uçacağımı hesap edemediniz değil mi?” sözleriyle; düşürmek isterken kalkmayı öğretenlere atıfda bulunuyor. Düşleri gözaltına alınan bir insanın delice hayaller kurmaya ve onları yapmaya hakkı olacağını esprili bir anlatımla dile getirirken, kısacık ömrüne tahammül edilemeyen bir varlığı, kelebeğe benzetip kanadına yerleştirilen bombanın pimi çekilirken şu sözleri söylüyor “ İnsanlığımızı kaybettiğimizdendir ki, birileri bir yerleri özgürleştirmek adına yok ediyor. Birileri yok edilenlerin cenazeleri arasında dolaşan; çirkin suratlı, katil ruhlu yok edicileri, kanlı elleriyle alkışlıyor. Bu sırada başka bir denemede “güven” duvarına dinlenmeye davet edildiğinizi görürsünüz. Kaybedilen güven duygusunun insan ilişkilerinde ne büyük çukurlar açtığına edebi bir dille yaklaşan yazar kentin kirli kollarını, güven tohumlarını serperek kırmayı teklif eder. Başka bir yazıda toprak rüzgâr ve ışığa duyulan minnet, sevilene duyulan sevgi ile bütünleşip vefa abidelerine dönüşmüştür. Aşkı basitleştiren, çabuk porsuyup erken eskiyen, günümüz çin malı (kalitesiz) aşklarına sitemde bulunuyor. Aşklar mezat panayırlarına düşmüş sanki. Çin malı ucuz aşklar. Evet, bu “Çin Malı Aşk” lar aşkın onuruna halet getiriyor göz göre göre.. Her yazının bir şiirle bütünleştirildiği, düşüncenin benzetmelere sarılarak verildiği, üstü kapalı anlatımlarla okuyucuyu adeta bir şifre çözücüsü haline getiren yazılar insanı yazarın baktığı ufku bulmaya zorluyor YAREN YERLİKAYA
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2025 | © yaren yerlikaya, 2025
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |