..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
"Bazen bir mısra yaşamı değiştirir." -Kafka
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Beklenmedik > Çiğdem Ünal




13 Haziran 2009
Erken Final  
Ömrümün tarifsiz sızısı Ertaş için;

Çiğdem Ünal


... Midem sızlamaya başlıyor. Midemde kocaman bir yara var benim, tıbbi terimlerin açıklayamayacağı ve hatta keşfedemeyeceği kocaman bir yara. Yalnızca olmayan acılar, sancılar çekerken sızlayan bir yara. Kıvranmaya başlayacağımdan korkarak gözlerimi hızla çekiyorum kitaplıktan. Pencereye takılıyorum bu kez. Gördüğüm şey ufak bir pencereden herkesin görebileceği kadar sıradan bir gökyüzü. Öğlenleri hafif güneşli bir havada gökyüzünde görülebilecek bir kaç bulut kümesi. Dikkatlice içine giriyorum bu hayal kümelerin. ...


:AGFH:



Sinan, yaşamını yazmak üzerine kurmuş başarılı sayılabilecek bir öykücü. Kadınların yakışıklı ve karizmatik diyebileceği kadar ilgi uyandırabilecek birisi. O, bu şansını yalnızca öykülerine malzeme ararken kullanıyor. Bir kadının tenini konu alacaksa yaklaşıyor bir kadına… Tutkuyla yaşanan bir aşkı anlatacaksa; bir kadını kendisine âşık ediyor. Zirveye ulaştığı vakit kadını acı içinde bırakıp evine dönüyor. Yazmaya başlıyor. Bu yaptıklarının, yaşadıkları ve yaşattıklarının etik yanını düşünmüyor. Bunu yalnızca iş olarak görüyor ve kullandığı insanları alet edevat gibi rahatlıkla elden geçiriyor.

Sinan, son kitabında kendisini bir kadının yerine koyuyor. Kitabı yazmaya başlamadan yaklaşık bir sene önce tanıdığı, tanımadığı ne kadar kadın varsa hepsini dikkatlice izliyor. Tüm kadınlarda gördüklerini birleştirip tek bir model karakter yaratıyor. Uzunca zaman o kadın gibi yaşamaya, hissetmeye çalışıyor kendi içinde ve nihayetinde kitaba başlıyor… Çoğu zaman kendisiyle, zaman zaman da içinde büyüttüğü yitirilmiş sevgilisiyle konuşan, hesaplaşan bir kadın üzerine kurulmuş bir öykü bu! Kadın hiçbir zaman yayınlamayacağı öyküler yazıyor kitapta. Sevgiliye mektuplar bazen de… Diğer kadınlardan farklı düşünceler geçiriyor aklından, diğer kadınlardan başka yerde durduğuna inanıyor. Gerçek ilişkiler yaşamıyor. Gerçek sevgiler sunmuyor. Sahtelikler üzerine kurulmuş bir yaşam sürüyor. Fahişe ruhlu oyunları anlatıyor kadın Sinan’ın kitabında…



Sinan yeni kitabının son bölümünü yazmak için birkaç gün eve kapanmak gerektiğini düşünerek uyumuştu dün gece. Sabah bu hevesle uyanıyor. Mutfağa gidip tepsinin içine hazırladığı sandviçi ve bir fincan kahveyi alıp çalışma odasına masasının başına dönüyor. Henüz uyanamadığının o da farkında ama güne yalnızca böyle apar topar hazırlanırsa keyifle başlayabileceğine inanıyor uzunca zamandır. Masadaki radyoyu açıyor. Sandviçten birkaç parça alıp bırakıyor. Sigarasını yakıyor, kahvesini içerken en son yazdığı sayfaları bulup okumaya başlıyor.




OYUN 2: EĞRETİ GELİN

“Ona kötü bir şey olsun istedim.
Bana âşık olsun istedim.”
Lale Müldür


Her kasabanın bir orospusu vardır. Ben orospusu olmayan bir kasabada doğmuşum. İlk kundağımı hafif meşrep dul bir kadın sarmış. Beni kundaklarken etimi burkmuş ilk acıyı öğreneyim diye. O gün bugündür tenim mordur benim ellerinizden dolayı…
Beni kim doğurmuş hiç sormamışım. Doğduğumda kulağıma ezanla adım okunmamış. Aşina olmadığım için, ben şimdi ne ismimle çağrıldığımda kendimi tanıyabiliyorum ne de ezanlara tahammül edebiliyorum. Ben doğduğum sabah yan odada bir kadın inliyormuş… Hazdan mı acıdan mı bilinmez... Sabahları uyandığımda duyduğum güvercin çığlıklarını o kadın sanıyorum hep.

Bekâretimi hangi vakit kime bağışlamışım kim bilir?



Bu bölümü yarıda bırakarak öykünün başka bir ucundan tutuyor Sinan. Tüm parçaları ayrı ayrı yazdıktan sonra kolaj yapmayı seviyor kitaplarında. Boş bir sayfa çekiyor dosyasının arasından. Kahvesini bitiriyor. Ve kadın tekrar anlatmaya başlıyor.




Üşüyorum...

Pencerenin önünde duran kanepeye sırtımı yaslamış yerde oturuyorum. Günlerdir ne yapmam gerektiğini bilmediğimden olsa gerek "Aşkın tarihi" isimli bir kitabı parmaklarımı acıtırcasına sıkı sıkıya kavramış, yüksek denilebilecek bir sesle okuyorum. Okuduklarımın çoğunu anlamıyorum. Bana aşkın gizini, mutlu olmanın sırrını verecek sanıp hızlı hızlı okuyorum.

Öte yandan okuduklarımı değil, çağrışımların bana getirdiklerini düşünüyorum. İbranice sözcüklerin çocukluk yarası olduğundan bahseden kahramanı Yasmin Levy sanıyorum. İçimden çığlık çığlığa bilmediğim bir dilde Yasmin Levy dinliyorum. İsmini hatırlamadığım kahraman “çocukluk” diyor, ben büyüyorum. Yağmurlu bir geceyi anlatıyor yaşlı bir adam. Kalp krizi geçireceği anı merak ediyor...

Dişlerimi sıkıyorum. Kalbimin ritmi değişiyor. Gözlerim sızlıyor... Ağlamamak için değil de ağlamak için çırpınıyorum. Yalnızca ağladığımda sana yaklaşabileceğimi biliyorum. Her uzak düştüğümde bu yanılgımı kullanıyorum.

Başka şeyler geçiyor aklımdan. Yine bir tren istasyonuna düşüyor zihnimin derinliği... Bana gelecek sevda o istasyonda gizli sanıyorum nice zamandır. Her gece uykularımın arasında gidip bakıyorum, arıyorum, sesleniyorum. YOK!

Sonra uyanma anlarıma denk düşüyor arkadan bir elin omzuma dokunuşu. "Sevgili" diye usulca fısıldayışı. Sesini tanıyorum... Dönüp sarılmak için yüzümü yüzüne çeviriyorum. Ajite sahneler akıyor bir bir gözlerimin önünden, ağlamaklı ritimler eşlik ediyor karelere.

Sen gitmiş oluyorsun yahut hiç gelmemiş...
...

Bunları düşünürken kitabı usulca bırakıyorum kanepenin üzerine… Kollarımı havaya kaldırarak geriye doğru başımı uzatıyorum. Gözlerimi kapatıyorum, gözlerimi açıyorum... Gözlerimi tekrar kapatıp... Tekrar açıyorum... Sanki gözlerimi açtığım an bir mucize bulacakmışım da her denememde sihir tutmuyormuşçasına başarısızca ama inançla... Ve gözleri yeniden açıyorum. Sağ tarafımda yukarıda asılı kitaplığıma takılıyor gözüm. Öylesine bir bakış fırlatarak kitapların arasına bakıyorum. Matruşka bebeği görüyorum...
Midem sızlamaya başlıyor. Midemde kocaman bir yara var benim, tıbbi terimlerin açıklayamayacağı ve hatta keşfedemeyeceği kocaman bir yara. Yalnızca olmayan acılar, sancılar çekerken sızlayan bir yara. Kıvranmaya başlayacağımdan korkarak gözlerimi hızla çekiyorum kitaplıktan. Pencereye takılıyorum bu kez. Gördüğüm şey ufak bir pencereden herkesin görebileceği kadar sıradan bir gökyüzü. Öğlenleri hafif güneşli bir havada gökyüzünde görülebilecek bir kaç bulut kümesi. Dikkatlice içine giriyorum bu hayal kümelerin.

Gökyüzüne bakarak benzetmecilik oynadığım zamanlara karışıyorum yeniden. İklimya'yı görüyorum. Saçlarını tarıyor, gözleri ışıl ışıl... Apak parlıyor. Yeryüzünde bir erkek tarafından en son sevilen kadının o olduğu geçiyor aklımdan… Ateşli bir kıskançlığa tutuluyorum. Başka bir tarafta kocaman bir kazan görüyorum. Kaynayan bir kazan... Ve hemen yanı başında baloncuklar. Yeryüzünden tanıyıp bildiğim birilerinin yüzüne dönüşüyor baloncuklar. Vefasızlığımı hatırlatmak ister gibi... "Demek gitmişler buralardan" diyorum... Biraz ileride beyaz yorganlar üzerine yan gelip yatmış çirkin tanrıyı görüyorum. Ne vakit gitsem gökyüzü oyununa tüm görüntüler değişiyor. Ama o hep aynı ehli-keyif haliyle orada duruyor. Çirkinlikle bakıyor aşağıya. Onu çok gördüm ben. Bu sebepten inkâr etmiyorum tanrıyı ama sevmiyorum da. Dirseğini yere dayamış, elini başının altına destek yapmış gülümsüyor bana adice. Midem sızlamaya başlıyor. "Tanrı sen de benim kadar mutsuz olursun umarım" diyor içimden eski bir çocukluk duası. Hala gülüyor... Küfür etmeye başlıyorum ağız dolusu.

Midemin sızısının gittikçe arttığını hissederek kollarımı tekrar eski yerine alıyorum. Başımı öne eğiyorum. Sıkılıyorum göğe sığınanlarla oyun oynamaktan. Kitabı yeniden açıyorum... Açtığım sayfada kim bilir ne vakit bir sivrisinek ölmüş... Ufak bir şey, yapışmış... Kalemin ucuyla kazıyorum usul usul. Törenle uğurlar gibi. Dikkatimi toparlayıp kitabı okumaya devam etmek istiyorum. Başımı diğer sayfaya çeviriyorum. Kitaptaki yaşlı adamcağız günün birinde kimse onu görmeden bir evde öldükten üç gün sonra bulunmaktan korkuyor. Bunu derinlemesine anlatıyor… Sineğin tek kanadının da bu sayfada kaldığını fark ediyorum. Kim bilir ne vakit ölmüştü… Sahi bu kitabı benden önce okuyan olmuş muydu? Yazarının not defterinden mi taşınmıştı bu sinek odama yoksa kitapevinin rafından mı? Ne zaman almıştım bu kitabı ben? Neden bugüne kadar okumamıştım… Üstelik bu kadar albenisi olan bir isme sahipken…

Bir güne sığdırılabilecek saçma düşünceler kotamı doldurduğumu anlıyorum. Sineğin kanadını tırnağımla sıyırıp atıyorum sayfadan.

Canım sıkılıyor bu kez. Ellerim titremeye başlıyor. Saçma düşünceler zinciri panik halimden uzak durmamı sağlamıştı oysa…

“Hangi oyunun içinden çekip aldılar beni bu dünyaya ki ben oyunlarla kuruyorum tüm tezgâhlarımı” diyor içimden bir sancı kulağıma doğru uzanıp… Kaç zamandır yerde oturduğumu da hesap etmeye başlıyorum diğer taraftan. Kalkıyorum yerimden sana yazmaya koyuluyorum… İçine, ellerimin uzanacağına inandığım ne kadar yöntem varsa her türlüsüyle yazıyorum.



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın beklenmedik kümesinde bulunan diğer yazıları...
Başka Türlü Bir Şey


Çiğdem Ünal kimdir?

Zamansız ve lüzumsuz bir an'da yoktan varolmuştur. Resmi kayıtlara 1984 senesinin ortasında bir tarih düşülmüştür. Zerrin Taşpınar'ın Tavra isimli şiir kitabının ardından 'okumak' kavramının sevilesi yüzüyle tanışmıştır. Hayatta yazmaktan başka hiçbir şey yapamayacağını ve başka da hiçbir işe yaramadığını hissettiği an itibariyle öyküler biriktirmiştir. Tanrının varlığını inkar etmez ancak birbirlerinden pek hoşnut olmadıklarını da yazılarında sıklıkla dile getirir. Şu sıralar aşk'a ve toprağa öyküler biriktirmektedir.

Etkilendiği Yazarlar:
Zerrin Taşıpnar, Oğuz Atay, Ahmet Telli, Turgut Uyar, Charles Bukowski, Nilgün Marmara...


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Çiğdem Ünal, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.