..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Doğallık sahip olunan değil, kazanılması gereken bir erdemdir. -Cervantes
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Anı > Şule Sencer Töreci




1 Ocak 2010
Benim Ankaram  
Şule Sencer Töreci
Sıhhiye'deki Adliye Sarayı'nın yerinde Tekel Depoları var o günlerde bir de Tekel çalışanlarının lojmanları. Enerji Bakanlığı; Bakanlıklarda, bugünkü Yargıtay binasında, Pertol Ofisi Kocatepe Camii'nin oralarda bir yerlerde. Ama camii falan yok daha. Tepeyi yok etme aşamasındalar henüz, camiiyi kondurmak icin patlattıkları her dinamitle Petrol Ofisi'nin camları şangur şungur...


:CEDD:
Kim bilebilir ki Ankara'yı benim kadar. Ben Kızılay'daki gökdelenin temelinin atıldığı günü bilirim. O zamanlar Konur Sokak da çocuktum. Konur - Karanfil Sokaklarla Meşrutiyet Caddesi'ni bisikletimle turlardım. Ya da patenimle kayardım Yüksel Caddesi'nden aşağı. Sakine Teyze anneme ev işlerinde yardıma geliyor o zamanlar. Yaşlı bir kocası var Sakine Teyze'nin. Zaman zaman apartmanın ufak tefek işlerine de bakıyor. Sakine Teyze ne kadar asık suratlı ise Kadı Efendi inadına güler yüzlü dünya tatlısı bir adam. Üstelik o güne kadar gördüğüm en masum gözlere sahip. Belki de biraz şaşkınca görünmesi bu yüzden.

Ve yine o günlerde Yüksel Caddesi'nin Karanfil Sokak ile kesiştiği köşede sarı boyalı bir ev var bahçesi güllerle bezeli. Sanırım o ilk ev hayalimdi benim olmasını dilediğim. Ne kadar mutlu idim gökdelen tamamlandığında, artık gelişmiş bir ülke olarak görüyordum Türkiye'yi kolay mı işte bizim de Amerika daki gibi gökdelenlerimiz oluyordu. Hele o Gima yok mu, ne müthiş şeydi o öyle içinde kendimi kaybettiğim. 'Günaydın Gazetesi'nde bile çıkmıştı haberi 'Gima Güzelleri' diye, gerçekten de birbirinden güzel genç tezgahtar kızlar mutlulukla gülümsüyorlardı objektiflere. Bir ayrıcalıktı o zamanlar Gima da çalışıyor olmak demek ki.

Kim bilebilir ki Ankara' yı benim kadar. Ilgaz vardı mahalleden arkadaşım, bana ilk bisiklete binmeyi öğreten, bir kadının bacaklarının arasına ön tekerimle girdiğimdeyse sırra kadem basan. Hep arkadaş kaldık Ilgaz' la, ta ki o gencecik bir teğmenken üreden ölene kadar. Bir de Özden vardı Ilgaz' a aşık, Ilgaz top oynarken onun hırkasını ceketini falan tutar öööyle beklerdi, sonradan duydum hakim olmuş. O da, bu gün benim gibi Ilgaz'ı anımsıyor mudur acaba?

Bir ara da Seyranbağlarında Başcavuş Sokak da oturmuştuk. O sokakta bir de Amerikalıların lojmanları vardı ve de Amerikalı bir arkadaşım, o günlerde öğrenmiştim Dünya da Türkçe den başka dillerin de konuşulduğunu. Yine o zamanlar mavi bir hiloupum olmuştu, bir de bugünkü kaykaylara inat çelik tekerlekli güzel mi güzel bir tornetim. Bayılırdım tornetle kaymağa. Zaman zaman babamla eve yakın bir tepeden uçurtma uçururduk. Ne yazık ki artık o tepe de yok, hep bina oldu oralar.

Bir de Uzun Otel vardı Dışkapı'da. Babam bir Paris dönüşü orada uzunca bir süre kalmıştı. Eğer yanlış hatırlamıyorsam onun arkasındaki dik yokuşta da muhteşem manzaralı bir ev vardı ve Coşkun Ağabeyim anne ve babası ile orada otururdu halamla evlenmeden önce. Sonra evlendiler ve şu an adını hatırlayamadığım ama 96 ların tam arkasındaki sokakta oturdular. Bir İncesu Deresi vardı aralarında. Ta ki sel gelip de İncesu yatak odalarını basana kadar... O da sarı boyalı bir evdi ve hala sarı boyalı olarak ayni noktada durmakta. Ancak ne yazık ki İncesu Deresi artık yok, dereyi islah etmek yerine kapattılar, üzerinden bir de yol geçirdiler.


Kim bilebilir ki Ankara'yı benim kadar, örneğin yine halamların oturduğu İlkiz Sokağı, Cihan Sokağı, Yukaruç Apartmanı'nı. Oradaki arkadaşlarım daha çoktu. Bir Cüneyt vardı örneğin Nurhan Damcıoğlu'nun kardeşi, bir de Cenap, duvar üstünde gazoz kapakları ile yılan oynadığım. Yaaa evet Yukaruç apartmanında otururduk o günlerde. Bizim altımızdaki katta Mithat Akaltan otururdu karısı Ayten Hanım, çocukları Murat ve Neşe ile birlikte. Mithat Bey Opera da orkestra şefiydi, Ayten hanım ise gördüğüm en güzel kadın. Ama dudaklarını taşırarak öyle bir koyu kırmızıya boyardı ki onu her gordüğümde 'keşke böyle boyamasa'lar geçerdi içimden. Onların karşısındaki dairede ev sahibimiz Avni Bey, karısı Selma hanım, çocukları Ayşegül ve Ahmet. Selma Hanım da çok güzel çok zarif bir kadındı,şimdi düşünüyorum da onda hafiften tacını bırakmak zorunda kalmış hüzünlü bir Süreyya hali de vardı. Bir de Safiye teyzeyi hatırlıyorum o günlerden. Apartmanın arkasında kapıcı dairesi gibi bir yerde kiracıydı. Çok yaşlı idi, bana sorsaydınız o günlerde, 100 yaşında falan derdim herhalde. Askermiş torunu, onunla birlikte gelmiş Ankara ya, askerlik bitince döneceklermiş memleketlerine. Öylesine yalnızdı ki Safiye teyze, onunla birlikte olmak hep çok hoşlandığım bir şey oldu, ayrıca ben ilk kağıt oyununu da Safiye teyzeden öğrenmiştim. Konken. Belki inanması güç ama Yukaruç Apartmanı hala Sıhhiye Cihan Sokak da biliyor musunuz? Ben biliyorum. Çünki benim sevdiklerimi benden uzak olsalar da yoklama alışkanlığım var. Bu aptal döküntü bir apartman da olsa.

Bir de 'Anneler Apartmanı' vardı Bayındır Sokak da. Hala o da yerli yerinde Yukaruç Apartmanı gibi. Biz en üst kattaki iki daireden soldakinde otururduk. Üst daireler dubleksti. Çok güzel bir daireydi. Evimizin balkonları hemen yanımızda Mithatpaşa Caddesi'ndeki Azot Sanayii ne bakardı. Yani cam cama idik Azot Sanayii ile. Bir de orada çalışan Emel abla, uyanınca ilk işim perdeleri açıp ona günaydın demekti. Haa bir de soyadını israrla gizliyen mahalle arkadaşım Namık'ı hatırlarım o günlerden, yıllar sonra öğrenmiştim soyadını. Mandal. İlk köpeğim Dalton da ayni evde yemişti babaannemin yatağını.

Kim bilebilir Ankara yı benim kadar. Her hafta sonu birbiri ardına Nejat ve Benay ile birlikte gittiğimiz sinemaları. Ankara Sineması'ndan başlardı turumuz, ardından Büyük Sinema ve Ulus. 'Sokak Kızı İrma', 'Tomasina', 'Vahşi Masumlar' hep Ulus Sineması'nda gördüğüm filmlerdi. Ankara Sineması daha çok Hitckok takılırdı; 'Kuşlar' ya da 'Sapık' gibi. Çankaya Sineması ise henüz kocaman bir arsaydı o zamanlar. Çok geçmedi, Coca Cola'nın yaşamımıza girdiği günlerde o da açıldı. İlk filmi 'Mata Hary'. Başrolde Simon Signoret. Sinema girişinde bir de pastanesi vardı 'Kilim'. Kilim' de de bir müzik dolabı, 'Adieu joly Candy'i defalarca dinlediğim.

Ve Goralı; Ali Nazmi Pasajının Sakarya girişindeki o minicik dükkan ve onun o hala tadı damağımdaki pabuç kadar sandviçleri. Sahibi mi idi bilemiyorum ama o kasadaki şişman yaşlı adamı çok severdim hiç sebebsiz. Evet bir de Ali Nazmi Pasajımız vardı o günlerde , Bulvar girişinde de Papağanlı Eczane. Gelip geçerken papağan sevmek için içine daldığım, oysa o hep gagalardı beni, belki de kendisini o tüneğe mahkum eden sahibinin cinsinden olduğumdandı kim bilir? Ali Nazmi Pasajı'nda kimler yoktu ki, birbirinden güzel fantazi şapkaların yaratıcısı 'Faize Sevim Modaevi' örneğin. Burnumu dayardım camına ve o inanılmaz güzel şapkaları hep kendi başımda hayal ederdim. Belki de o günlerden kalmadır şapkalara merakım. Takamasam da şapka almaya doyamıyorum bu gün bile. Yine bulvardaki 'Şık Düğme'. Tam üç katlı. O zamanlar yalnızca düğme ve kemer tokası satar, ya da annem gibi zor beğenenlere ısmarlama yapardı. Şimdi hala var mıdır? Var ise nerededir hiç bilemem.

Bulvarda gökdelenin hemen yanında yer alan Amerikan Haberler Merkezi de sarı boyalı 3 katlı hoş bir binaydı. O zamanlar Amerika'dan korkulmadığından olacak, boyuna kırarlardı binanın ön tarafında yer alan vitrin camlarını. Bir de Amerika'lıların arabalarını yanlarından geçerken tekmelek çok modaydı. Devir, kardeşimle Ulus taki 19 Mayıs Stadyomu'na giderken, elimizde raketler üzerimizde tenis kıyafetleri ile belediye otobüslerine binebildiğimiz devirler.     
               
Kim bilebilir ki Ankara'yı benim kadar. Örneğin Babaoğlu Apartmanı'nı. Evet Babaoğlu'nda oturuyorduk ben İlkokula giderken. Meşrutiyet Caddesi'nde kocaman bir tuhaf apartmandı Babaoğlu. Minicik daireleri vardı bir odalık falan ve tam üç tane de girişi. Altında 'İntim', gece kulübü. Yanındaki küçük binada ise annemin terzisi Madam Angel. Madam Angel'in alt kalt komşusu ise 'Kuaför İlhan'. Pardon 'Kadın Berberi İlhan'. .

Nermin Teyze komşumuzdu, üç tane kızı vardı Nermin Teyze'nin, Deniz, Efser ve Dilek. Dilek arkadaşımdı. Efser bir Amerikalı ile nişanlıydı, Wilson. Boyuna kavga ederdi adamla. Kafasına Piyex'den getirdiği hediyeleri falan atardı. Sonra Amerika'ya gitti, artık o nişanlı ile mi bilemiyeceğim. Deniz ise babamın tıngırığı. Onu da çok severdim. Bana 12. doğum günümde harika bir İspanyol kıyafeti dikmişti Deniz Abla. Beyaz farbalalı bir bluz ve altında kat kat kırmızı bir etek. Suphi Ağabey fena halde aşıktı Nermin Teyze'ye. Nermin Teyze ise henüz özelleştirilmemiş Petrol Ofisi'nde çalışırdı o zamanlar ve pek yüz vermezdi Suphi Ağabey'e. Ne iyi adamdı Suphi Ağabey oysa. Bir kere hayatımda gördüğüm en uzun boylu adamdı, sonra çok hassas ve de gerçek bir ozan. Ancak Nermin Teyze'nin oldu basılan ilk şiir kitabı. Mavi kapaklı küçük bir kitaptı 'Liman Meyhanesi'. Kapak resmini babam yapmıştı, el yazısı ile yazılan 'L' harfi bir yelkeni andırıyordu harflerin geri kalanı ise tekneyi. Suphi Ağabey'in dışında bir sürü renkli arkadaşı vardı babamın bizi ziyarete gelen. Örneğin bir Atilla Varanserçek, revüler düzenleyen, sonra motosiklet canbazı Gül Abla. Luna Park'da, duvarda motosiklet sürerek kazanırdı hayatını, sonradan Almanya'ya gitti Gül Abla, döndüğünde erkek olmuştu, yanında esmer bir kadın; nişanlısı!

Selim Ünokur operacı idi, bayılırdım ona da, ne güzel şarkılar söylerdi Selim Ağabey. İlk operaya onun oyunuyla adım atmıştım. 'Yenufa'. Sevdim mi? Hayır. Bir de Talha isminde babası Osmanlı Paşası belki 1000 yaşında tuhaf bir adam hatırlıyorum o günlerden. Dört dili anadili gibi konuşan Sorbone Mezunu bir adam. Ama çalışma özürlü. Yolda görseniz dilenci sanırsınız. Terkedilmiş arabalarda falan uyur, aç kalma tehlikesine karşı da ceplerinde mutlaka yumurta bulundurur.

Neyse okula Kumrular Sokak'daki Namık Kemal İlkokulu'nda başladım. Önce Çankaya Kaymakamlığı'nda şeker üzerine damlatılmış çiçek aşısını yedikten sonra tabii. Her sabah çığlık çığlığa andımızı da bu gunkü gibi okumazdık o zamanlar. Yurdumuzu Milletimizi değil, Yurdumuzu Budunumuzu özümüzden çok severdik biz.

O zamanlar tek katlı idi okulum, şimdiki gibi değildi. Bir yıl sonra bizi okulun arkasında yapılan yeni binaya geçirdiler ve adını da Namık Kemal İlkokulu koydular. Artık Namık Kemal Ortaokulu olmuştu ilkokula başladığım bina. Okulda 'Kızılay Kolu' idim, gururla taşırdım beyaz zemin üzerindeki kırmızı hilalden pazubentimi. "Ah birisi düşüp yaralansa da ben de ona baksam" tek dileğimdi o günlerdeki...Bir de okulumuzun önünde kalem satan beyaz sakallı bir dede geliyor gözümün önüne. Nasıl güzel kokardı o ihtiyarcık anlatamam, kullanma fırsatı bile bulamadığım ne çok kalem satın almıştım ondan.

Muazzez Çayıroğlu idi ilk öğretmenim. Onunla ilk kez Muhteşem Öksüzcü'nün Hanımeli Sokakta'ki evinde karşılaşmıştım. Tabii öğretmen olduğunu öğrenince onu orada hemencecik seviverdim. Aradan çok değil bir kaç yıl geçecek Muazzez Öğretmenin kocası Şeref Çayıroğlu, Ankara Devlet Konservatuarı'nda benim okul müdürüm olacaktı. İki oğulları vardı Çayıroğlu çiftinin. Ertuğrul ve Hakkı. Ertuğrul Çayıroğlu tanınmış bir müzisyen oldu. Kızı Mine Çayıroğlu da oyuncu. Hakkı'nın kocaman gözlükleri ve sapsarı saçları vardı. Onun hakkında tüm hatırladıklarım bunlar...

Ancak Muhteşem Amca'yı unutmam mümkün değildi. Çünki o kendisini unutturmayacak kadar büyük bir adamdı. Gerçekten adı gibi muhteşem bir adam. O kadar büyük ve şişmandı ki... Hatta gazetelerde çıkmış bir haber anımsıyorum onunla ilgili. 'Muhteşem Öksüzcü bir arabaya çarptı, araba hasar almadan kurtuldu'. Zamanın usta gazeteci ve yayıncılarındanmış . Belki o zamanlar da öyleydi de ben bilmiyordum. Muhteşem Amca'nın çok yakışıklı bir oğlu vardı Vecdi. O zamanlar çakı gibi bir deniz subayı Vecdi Ağabey. Ve de ondan ayrı düşünemediğim kurt köpeği. Kontes. Muhteşem Amca, tüm o ürkütücü görüntüsünün altında inanılmaz yumuşak bir yürek taşırdı.. Bir keresinde okuduğu kitaptan öylesine etkilenmişti ki, yüksek sesle hüngür hüngür ağladığına bile tanık oldum. Ve o kocaman adamın inanılmaz ince ve zarif eşi Mevhibe Hanım. Ne ölçülü ne güzel bir kadındı Mevhibe Teyze. Tanıyıp da kayıtsız kalmak olası değil. Mevhibe Teyze, eğer yanılmıyorsam geçenlerde kaybettiğimiz yılların tiyatro sanatçısı İsmet Ay'ın da ablasıydı. Öksüzcü ailesinin değişmez konukları arasında bir Pipo Rıfat vardı, o zamanlar Boks Federasyonu Başkanı idi sanırım. Bir de Baha amca. O da inanılmaz bir adamdı. Ruh falan çağırır koca masaları havalandırırdı hiç el sürmeden. Tam bir İstanbul Beyefendisi idi Baha Serencebay, yıllar geçecek ve ben bir gün, İstanbul Beşiktaş' taki Serencebey Yokuşu nun, adını Baha Amca'nın ailesinden aldığını öğrenecektim.

Televizyon pek yok o zamanlar, Ankara Televizyonu deneme yayını yapmakta Mithatpaşa'da bir bodrum katında. Sık sık yayın kesildiği için 'necefli maşrapa' televizyonun en tanınan objesi. Bir de karikatürize edilmiş şişman sempatik bir trafik polisi var kolları iki yana açılı, ağzında da bir düdük. 'Lütfen Bekleyiniz'. Mete Akyol hafta sonları 'Ankara'daki Meşhurlar' diye bir program yapmakta. Ve o programdan iyi hatırladığım Ankara'daki iki meşhur; Filiz Akın ve Gönül Yazar. Zafer Cilasun ile Jülide Gülizar haberleri sunmakta. Radyo popülaritesinden pek bir şey kaybetmemiş henüz. Pazartesi akşamları 'Mikrofonda Tiyatro' efekt Tahsin Temren. Cumartesi sabahları 'Dilek Pınarı'. Tom Jones, Lulu, Joan Beize, Albano-Romina Power ve Elvis Presley günün yıldızları.

Sümer Sokak 32 numara, 'Poyraz Reklam'. Ve babamın göbek programlarını yazdığı 'Unutulmayan Hatıralar'ın yaratıcıları Ahmet Şalih Sencer ve Türkan Poyraz. Babamın yarattığı kahramanlardan birisi 'Dedektif Nik' ise diğeri de 'Aslan Mustafa' idi. Her iki kahraman da radyonun reklam kuşaklarının göbeklerinde arz-ı endam ederlerdi. Yine o günlerde babamın 'Mikrofon 1' için uyarladığı 'Devamı yarın akşam' kuşağından bir örnek; Agatha Cristie ve onun 'On Küçük Zenci' si.

Acıklı Türk Filmleri de 'in' o günlerde, "öyle güzel filmdi ki bir ağladık bir ağladık" filmin iyi gişe yaptığını kanıtlayan büyülü sözcükler. 'Susuz Yaz', 'Hıçkırık', 'Boş Beşik', 'Yılanların Öcü' hep o çok ağladık filmlerden. O zamanlar Türkan Şoray'ın bile burnu orijinal.

Kızılırmak ile Akay'ın kesiştiği köşede Mükrime ve İhsan Seler'in 'MİS' Apartmanı. Bir güzel apartman ki hiç sormayın. Beş katlı çift pencereli ve de 'Hislon' marka asansörlü. Hemen altında 'Kuaför Üzeyir', o zamanlar tabii. O zamanlar diyorum çünki bu zamanlarda o apartman da yok artık. Yerini çirkin, zevksiz bir hemcinsiye değiştirdi değişterecek. Belki de çoktan değiştirdi de benim haberim yok. Zira onu son gördüğümde hiç acımadan böğrüne böğrüne vuruyorlardı kazmayı.

Olgunlar Sokak da İhsan Önal Hastanesi, Didem 'in doğduğu yer. Ve yine Olgunlar Sokağı'ın başında Kulüp Feyman var. İlhan Feyman ve onun o büyülü saksafonu. Tek kelime ile muhteşem bir ikili. İlle de Ilsılenzio. Nasıl muhteşem bir şehirdi o zamanlar Ankara. Sözünü ettiğim yıllar Gençlik Parkı'nda Mehmet'cik ve Murat'cık trenlerinin tur attığı dönemler. Göl Gazinosu'nda kadınlar matinesi, sahnede Nesrin Sipahi. Muammer Karaca tiyatrosu oyun üzerine oyun koyuyor Gençlik Parkı'nda. Tunalı Hilmi 'de adını unuttuğum bir başka tiyatro; Yılmaz Gruda başrolde, 'Makbet 63'ü oynuyor. Demek ki 1963 yılı olmalı. Ben 9 yaşındayım.

Ankaralı olmak bir ayrıcalık o zamanlar. Sanatla, kültürle içiçe olmak demek. İstanbul'un bile taşra sayıldığı dönemler kısacası. İstanbul'da tutulan her oyun Ankara da rağbet görmiyebiliyor, öyle süzme Ankara' lının sanat zevki. Konur Sokak da 'Mülkiyeliler Birliği', Selanik Caddesi'nde 'Sanat Sevenler Kulubü', Büklüm Sokağın sonunda 'Misis Fenmen Bale Okulu'. Tunus Caddesi'nde ise 'Kırmızı Pabuçlar'. Akay'ın hemen paralelinde 'Süreyya', Sıhhiye de 'Cavga Dans Stüdyosu', Kumrular'ın köşesinde 'Şanso Panso' ve tüm bulvar boyunca birbirinden güzel Bulvar Kahveleri... Bade, Yaprak, Penguen, Funda,Tuna, Flamingo, Café ve niceleri, Yüksel Caddesi'nin köşesinde 'Restoran Cevat' var, 'Set Kafeterya' Gökdelende, en tepede 'Klüp X'. Ankara Tren İstasyonu'nun hemen bitişiği 'Gar Gazinosu'. Kızılay bulvarda Tansel. Tansel'de plakların kapış kapış gittiği günler. Adamo'lar, Gilbert Beco'lar, Cem Karaca'lar, Berkant'lar yok satıyor. Ama ille de 'Samanyolu'.

Ve kebapçılar; Cebeci Dört Yol'da 'Kukla', Cihan Sokak'da 'Kebap 49'. Tunalı Hilmi'de 'Annem Restoran', 'Piza Pino' ve bir şarküteri, 'Kral Çiftliği'. Bulvarda 'Sandviç', Kızılay'ın göbeğinde 'Piknik' ve onun muhteşem sosislisi.

Sıhhiye'deki Adliye Sarayı'nın yerinde Tekel Depoları var o günlerde bir de Tekel çalışanlarının lojmanları. Enerji Bakanlığı; Bakanlıklarda, bugünkü Yargıtay binasında, Pertol Ofisi Kocatepe Camii'nin oralarda bir yerlerde. Ama camii falan yok daha. Tepeyi yok etme aşamasındalar henüz, camiiyi kondurmak icin patlattıkları her dinamitle Petrol Ofisi'nin camları şangur şungur. Bu günkü Garajların olduğu yer ise arpa tarlası, sahibi Atatürk Orman Çiftliği'nin Bira Fabrikası. Gerçekten bir de koskocaman Atatürk Orman Çiftliğimiz vardı o günlerde. Faytonlarımız bile vardı tren istasyonu ile Hayvanat Bahçesi arasında gidip gelen. Haaa bak nereden nereye bir de Bakanlık - Ulus dolmuşları, kocaman burunlu siyah, ön panelleri tahtadan çok yaşlı ama dünya güzeli Amerikan arabaları... Humpery Bogart filmlerinden fırlamış gibiydi hepsi de. Bir de aksıra sarsıla gitmeseler...

O zamanlar Kızılay da gerçek bir Kızılay binası var. Dünya güzeli üç katlı sarı boyalı bir yapı. Tepesinde kocaman kırmızı bir hilal. Önündeki gönderde kızılay bayrağının dalgalandığı koskoca bir park içinde. Bahçelievler, adı üstünde hep tek ya da iki katlı evlerden oluşan bir güzel semt. Kuğulu Park, en azından 3 nesil kuğu ailesine ev sahipliği yapan kocaman bir park o zamanlar. O zamanlar insanların ve kuğuların arabalardan daha çok sevildiği yıllar. Ve yine o zamanlarda çöpler bu günkü gibi naylon torbalara konulup ağaç diplerine bırakılmıyor Ankara'da, belediyenin modern çöp kaymonları var, çöp tenekeleri el değmeden kamyonun kıskaçları ile tutuluyor ve kamyona silkelendikten sonra yine yerlerine yerleştiriliyor, tıpkı uygar ülkelerde olduğu gibi. Ve...İtfaiye Meydanında bit pazarı... Amerikalı'ların yırtık blucinlerini satan eskiciler ve onlara avuç dolusu para döken şaşkınlar. Evet bunlar da yok değildi ama sayıları öylesine azdı ki...

Ancak ben, şimdiki Ankara'yı artık tanımıyorum. Onun için de bu yazıyı nasıl bitireceğimi bilmiyorum. Dilerseniz Ankara'nın bugünkü haline bir bakın ve benim yerime artık bir zahmet bu yazıyı siz bitirin. Ya da daha iyisi benim Ankara'ma hiç dokunmayın, siz de oturup kendi Ankara'nızı yazın. Kim bilir herşeye rağmen siz de yazacak güzel bir şeyler bulabilirsiniz belki.


Sule Sencer Töreci
7 Mart 2009
Hobart

.Eleştiriler & Yorumlar

:: Ankara
Gönderen: Merih Taran / /Türkiye
19 Mart 2013
Ne güzel anlatmışsınız, o günlere döndüm ve hasretle andım. Ancak bir kaç düzeltme yapmak istiyorum: Ali Nazmi Pasajı'nın Bulvar girişinde Papağanlı Eczane değil, Tuna çorapcısı vardı. Papağanlı Eczane Bulvar Pasajının Bulvar girişindeydi. Ali Nazmi Pasajında Yavuz çocuk ayakkabıcısı, Yaşar Özel'in plakçısı vardı. Faize Sevim Modaeviyse Bulvar Pasajındaydı. Ama şapkalar orada değil, F-S Modaevinin solundaki halamın mağazası Kırçiçeği yapma çiçek ve gelinbaşı mağazasının tam karşısındaki şapkacıdaydı. Şık Düğme hala var, birkaç kez yer değiştirdi, şimdi Menekşe sokakta. Şeker üzerine damlatılan çiçek aşısı değil çocuk felci aşısıydı. Çiçek aşısı çok daha küçükken kola, bazı kız çocuklarınınsa bacağına enjeksiyonla yapılırdı. Çiçek şeklinde izi olurdu. 1963'de Tunalı Hilmi caddesinin adı Özdemir Caddesiydi. O zamanlar Kuğulu Park daha yoktu. Çevirdiğimiz çemberin adı hulahup idi. Bugüne kadar nasıl olmuş da karşılaşmamışız? Sevgiler. Merih

:: ellerinize sağlık
Gönderen: Sude Yüksel / , Türkiye
5 Şubat 2010
Ellerinize sağlık. Çok keyifliydi. Anlattığınız yerlerin bugünkü halini düşününce burkuldu içim. Bahsettiğiniz sokak ve semt isimlerinden annemle ya da teyzelerimden biriyle "mahalleden" veya "okuldan" arkadaş/akran olduğunuzu tahmin ediyorm :) Onlardan da çok dinledim eski Ankara'yı, ama bu gerçekten farklı bir deneyim oldu benim için. Öykünün sonuna bugüne dair yeni / güzel bir şeyler ekleyebilseydim keşke. Sadece Şık Düğmenin İzmir Caddesi'nde bir bodrum katına sıkışıp kaldığını söyleyebilirim; içinizi rahatlatmış mı yoksa sizi üzmüş mü olurum bilemiyorum. Sevgiler.

:: HARİKA
Gönderen: KERİM ALİ / , Türkiye
1 Ocak 2010
Gerçekten olağanüstü bir anlatım. Çok zevk aldım. Uzun süredir bir Ankara'lıdan Ankara'yı okumamıştım. Sevgiler




Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın anı kümesinde bulunan diğer yazıları...
Benim Ankara'm +


Şule Sencer Töreci kimdir?

Hayvanları, doğayı ve çocukları çok seven bir kişiliğim var kendimi bildim bileli. En büyük düşüm ağaçlar, ırmaklar ve denizlerle çevrili bir adada bu çok sevdiğim şeylerle birlikte yaşamak. Her ne kadar düşüme yakın bir adada yaşıyor olsam da böyle bir ortamı ülkemde bulmak, ülkem insanları ile paylaşmak isterim.

Etkilendiği Yazarlar:
Başta iyi bir oyun yazarı olan babam Ahmet Şalih Sencer, Nazlı Eray, beni yazmam icin neredeyse sırtımdan ittiren, Başkent Yayınevi'nin sahibi, şu anda rahmetli olan güzel insan Hakkı Bigeç.


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Şule Sencer Töreci, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.