Tüm insanlık bir tutkudur; tutku olmadan din, tarih, romanlar, sanat, hepsi etkisiz olurdu. -Balzac |
|
||||||||||
|
Gideceğimiz yeni çalışma mekânı Sarayköy’deymiş. Sabah saat altıda uyandım; yarım saat sonra iş aracının, elemanları alacağı şehrin belirli noktalarından birindeydim. Her zamanki gibi bir minibüs beklerken bu şaşkın köylü ne görsün! Kıyafetinden bizim elemanlar olduğu anlaşılan bir grup insanın hava almak için, içinden kendini değişik surat ifadeleriyle dışarı attığı bir hurda yığını… Karşıdan lise yıllarımdaki okul servislerimize benzese de, içine girdiğimde öyle olmadığını anlayacaktım. Yanlarına yaklaşıp arkadaşları selamladım ve bugünkü uzay mekiğimizin içine ilk adımımı attım. Arkadaşların niye hemen hepsinin dışarı çıktığı anlaşılıyordu. Şoförün yanındaki ve arkasındaki ikili koltuklar hariç hepsi sökülmüştü. Önce dökülüp sonra kalıntılarının söküldüğüne adım gibi emindim. Adam sen de! Aracın kendisi dökülürken yeni koltuk yaptırıp ne yapsın bu vatandaş? Onun yerine bir sürü tabure işini görmüş anlaşılan. İçeri geçip taburelere yerleştik. Elemanlar tamamlanınca yola koyulduk. İçerisi havasız, camlar kapalı, perdeler açılmıyor… Taburelerin ayakları kayıyor, tutunacak yer yok… Dışarıdan görenlerin bizi mülteci sanması için her koşul uygundu anlayacağınız. Biraz sersefil olsak da yaklaşık yarım saat sonra Sarayköy Belediye Düğün Salonu’nda idik. On beş yirmi kişilik üç grup şeklinde geldik. Elli kişiyle ne yapacaklar böyle bu kadar diye fısıldaşırken öğrendik ki bu yemek ünlü bir iş adamının hayır yemeğiymiş. Dört beş saat içinde gelmesi beklenilen yaklaşık dört bin davetli varmış. Sonradan anlayacaktık ki bir elli kişi daha olsa ancak yetişirmiş servis. Yemek şirketinin pembe önlüklerinin verdiği şirin görüntümüzle çalışmaya başladık. Aşçılar büyük balkonda kurulan düzenekte yemekleri ısıtırken, şefler bize direktiflerini çoktan yöneltmişlerdi: - Masa örtüleri çapraz değil düz örtülecek! - Kaşık çatallar paketlensin, baharatlıklar aynı düzende koyulsun! - Su ve ekmek kolilerini salonun belirli yerlerine dağıtalım arkadaşlar… - Servis altlıklarını simetrik olarak koyalım lütfen! … Salon istenilen şekle sokulurken, mutfakta da son hazırlıklar yapılıyordu. Salata için kasalarca domates doğrandı. Salonun girişine iki fıçı konuldu ve içine şerbet dolduruldu. Eee... Yemek varlıklı kişiler tarafından verilince menü de elitti biraz. Bunun böyle olduğuna dondurma geldiğinde karar vermiştim. Binlerce insana dondurma da dağıtacaktık. Bütün hazırlıklar bittiğinde yarım saat dinlendik, yemeklerden ilk biz yedik ve derken misafirler gelmeye başladı. Şefler, elemanları gruplara ayırıp salonun belli bölgelerinde görevlendirmişti. Daha iyi hizmet, pratiklik, memnuniyet için. Üç kişiyle başlayan salondaki davetli sayısı bir saat içinde altmış, yetmiş kişiye ulaştı. Bir süre sonra salon tamamen doldu, hatta taştı. Olduğumuz yerde beklemekle başlayan görevimiz de koşmaya kadar gitti. Yemekler yetişmiyor, misafirler gittikçe kalabalıklaşıyordu. Öğle tatili saatinin sınırları içine adım attığımızda, maceramıza öğrenciler de katıldı. Elemanların yemek alıp, masalarda bekleyen konuklara götürmek için girdikleri sıra gittikçe uzuyordu. Balkondaki pembe kuyruk uzarken, davetlilerden çıkan homurdanmalar artıyordu. Nihayet sıra bana gelip, servis tepsisindeki yemeklerle salona girdim. Yoğunluğunun doruğuna ulaşan misafirlerin arasından sıyrılıp bekleyen masalara yemek servisi yaptıktan sonra, boşları ve çöpleri toplayıp geri dönerken misafirlerden yaşlı bir teyze dedi ki: - Yavrum siz talebe misiniz ? - Evet teyze. Diğer teyze: - Aferin kızım, aferin! Başka bir çocuklu kadın çocuğuna: - Bak oğlum, çalışkan ağabeyler ablalar bunlar, teşekkür et dondurma için. ... Tanık olduğum bu sözler karşısında gülümserken madalyonun diğer yüzü dile geldi: - Kızım yarım saattir yemek bekliyoruz! - Bakar mısınız, helva yok bizim masada! - İki yemek istedik sadece, iki yemek! - Bu dondurmalar erimiş, yenisini istiyoruz. - Yavrum, ekmek getir bize ekmek! - Bak, bunlar yeni geldi hadi yemek getirin. - Boşları alır mısınız? - Ekmek kırıntılarını alıver yavruuum! - Abla yemek getir, dört tane bize. - Ablaaaa! Dondurma… ... Dikkatli bakınca diğer arkadaşlarımın da benimle aynı durumda olduğunun farkına vardım. Elli kişiden yaklaşık yirmisi konuklara izahat vermekteydi: - Tamam, efendim getireceğim. - Çocuklar, gelecek dondurmalar bekleyin biraz! - Amca, sorun bizden kaynaklanmıyor; yemekler çıkmıyor. - Teyzecim, yemek almak için sıraya giriyoruz. Aldık mı hemen getiriyoruz zaten. - Hemen geliyor! ... Büyük bir curcuna… Her kafadan yükselen sesler... Servis önceliğinin belirtildiği protokol konukları… İsyana doğru sürüklenen konuklar… Okunan mevlidi şeriften destek alarak sakinliğimi dengede tutmaya çalışırken, yaşlı bir amcanın yarım saattir bekleyip alamadığı yemekten dolayı sinirlenip oturduğu sandalyeyi yere çarpıp gitmesi canımı sıkmıştı iyice. Yemek tepsisiyle içeri girdiğim anda, o kalabalıkta anlayamadığım bir şekilde uzanan ellerden sonra tepsi hemen boşalıyor ve ben içeri iki adım atmışken geri dönmek zorunda kalıyordum. Yemek, helva, dondurma… Ne götürürsem götüreyim daha beş adım ilerlemeden ellerimin yükü boşalıyor, dolayısıyla ön taraftaki masalara servis gecikiyordu. Beklemekten usanan misafirlerden bazıları gelip kendisi yemek almak istiyor; durumu gösterip onları geri yolluyorduk. Kalabalığın doruğa ulaştığı anda herkesin sinirleri gerilmişti artık. Elimde dondurma tepsisiyle salonda ön tarafa doğru dondurmaları servis ederek ilerlerken, arkamdan biri kolumu öyle bir şiddetle tuttu ki adım attığım yerde kaldım. Dönüp baktım ki yaşlı bir amca, dedem yaşlarında, bağırmaya başladı. Tabi önce kolumu bıraktı: - Kaç defa seslendim duymadın. Dondurma ver bana. - Duymadım amca kusura bakma. Buyur… - Allah alla! Bir saattir dondurma bekliyorum burada. Kaç defa tamam getiriyorum dediniz; ama yok. - Amcacım -arkasını işaret ederek- bak! Orda sıraya giriyoruz. Çok yavaş ilerliyor sıra. Herkes şikâyetçi; ama elimizden geldiğince hızlı hareket ediyoruz. Lütfen, kusura bakma. Ben iyimser bir cevap verecek diye beklerken, amca dondurmasını açtı yemeye başladı. Volkan gibi patlayan misafiri dondurmasıyla baş başa bırakıp servise devam ettim. O da cevap vermeye devam etse aramızda sinir harbi başlardı tahminim, iyi oldu aslında böyle. Hayır yemeğiydi bu sonuçta. Sanki lokantaya gelmiş de garson azarlıyor. İşi inada bindirip bir saat dondurma beklemiş adamcağız. O bir saat boyunca küçücük dondurmanın değeri gittikçe artmıştı anlaşılan ki nerdeyse beni dövecekti. Kolumu çekiştirme kuvvetinden anlayabileceğim şekilde gerilmiş konuğumuz. Bir yandan da yemek şirketine kızdım içimden. Dışarıda servis tepsileri hızlı dolsa, tabakların ve çatal kaşıkların yıkanması –daha doğrusu temiz yıkanması- kısa sürse bu kadar gerilmeyecekti kimse. Bir bölümden geçse, diğer bölümde aksıyordu iş. Bu arada üç bin kişi için hazırlanan şerbet bardakları tükenmiş, şeflerden biri telefonda sipariş veriyordu: - Düğün salonuna acil iki bin bardak daha… Saat on gibi başlayan yemek dört saat içinde bitti. Dört saatin sonunda elemanlar kaçacak yer aradılar. İki saat de mekânı toplayıp, temizlemek sürünce perişan hale geldik. O kadar saat çalışmamış, koşmuştuk işin gerçeği. Yövmiyelerimizi alıp, mülteci yolculuğumuzda şehrin yolunu tutarken; arkadaşlar konuşacak vakit bulmuş, birbirlerine dert yanıyorlardı: - Bu parayı sonuna kadar hak ettik. - Nasıl kalabalıktı öyle? Haklısın vallahi. - Misafirler beni azarladı, ben de çocukları azarladım. Dondurmalara saldırdılar resmen. - Teyzenin biri de bana kızdı. - Herkes kızdı birbirine. Ben son saatlerde protokole servis yaptım. Vali bile vardı! Kurtuldum dırdırlardan. ... Konuşmaları yol boyunca devam ederken benim aklım hala o yaşlı amcadaydı. Yorgunluğum sinirime üstün gelmiş gevşemiştim. İçimden: “Vay be! Sarayköylünün dondurması ne kıymetliymiş.” deyip kendi kendime gülüyordum.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Fadime Özkaya, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |