Düşgücü güzelliği, adaleti, mutluluğu yaratır. -Pascal |
|
||||||||||
|
Camus’un ‘Yabancı’ kitabı iki vurucu cümleyle başlar. ‘Anam ölmüş bu gün. Belki de dün, bilmiyorum.’ Bu girişten hareketle eğer kitap hakkında internet sitelerinden okuduğunuz veya etrafınızdan kulağınıza gelen bir analiz yoksa galiba romanın kahramanı ile annesinin arası açıktı, yahut annesi yaşamın köşebaşlarında rastlanacak bir ağır hareketle kırdı vs bu ve buna benzer bir çok olasılık gelir insanın aklına. Oysa ilerleyen sayfalarda görülecektir ki, mekanikleşmiş bir yaşama sessiz çığılık atmakta olan kahraman, tüm acılarını, tüm birikmişlerini aymazca duruş perdesinin altına sakladığı tüm gizlerini haykırmaktadır bizim bildiğimiz lisanlardan öte. Meursault küçük bir memurdur. Annesinin ölüm haberini alınca, rutin, alışılagelmiş bir insanın vereceği olağan tepkinin haricinde bir tepkiyle, patrondan izin alma konusunu, annesinin ölümünün kendisinin suçu olmadığı yönündeki benliğini aklamaları, özür dilemek için bir neden olmadığını ‘asıl öbür gün yas elbisesi ile görünce’ patronun kendisinden özür dileyeceğini düşünerek, aslında hep hissedilenin kıyısında olduğunun, ilerleyecek sayfalarda da bir türlü merkeze ulaşamayacağını n işaretlerini veriyor okuyucuya.. Aslında Meursault ‘un annesini huzurevinde son yıl ziyaret etmemesi hususundaki gerekçeleri de hep bu hayatı kıyıdan yaşamak bir türlü can alıcı noktayı hissedememekle ne kadar alakalı: Annesinin yurda giderken ağladığını, birkaç ay sonra yurttan alınca yine ağlayacağını, bunların hep alışkanlıkla alakalı tepkiler olduğunu, hem üstüne üstlük tüm pazarının gideceğini, otobüse kadar gitmeyi, bilet almayı, yolda iki saat kaybetmeyi vs vs. düşünmek. Huzurevi morgunda annesinin cenazesi başındaki kahve ve sigara eşliğinde uzun bekleyiş, son bir kez görüp görmeyeceği sorusuna verilen ‘hayır’ cevabı, bir aymazlığın, insanlık taraflarının ölmüş olması ile alakalı bir duygusal duruşun değil, yaşamı başka bir kişi imişçesine yaşamanın, aslında yaşadığı toplumda iğreti kalmanın, kendi ni fazlalık hissetmenin ÖTEKİLEŞMENİN adıdır. Meursault’un ruhsuz, hissiz, insan suretine bürünmüş biri olmadığını eğer dikkat ederseniz satır aralarında bulabiliyorsunuz: ‘…anacığım şimdi toprak altında yatıyor, ...gökyüzüne yakın tepelere kadar uzanan servi dizileri, şu bütün çizgileriyle gözüken seyrek evleri şu kızıllı yeşilli toprağı seyrederken anacığımı anlıyordum…anladım ki ağlıyordu. Neden bilmem birden aklıma anacığım geldi’... Aslında komşusu Salamono nun köpeğine küfretmesi, onu hırpalaması, hayvancağızı sürekli iniltiler içinde bırakmasına, akabinde köpeğin kayboluşu karşısında yaşlı adamın duyduğu üzüntü ve acılara bigane kalmayışından da Mersault un derdinin olaylar karşısında kayıtsızlık olmadığını, ya da günlük tabirle taş yürekli olmadığını ve fakat kuşbakışı bakışla, romanın ismi ile müsemma yabancı gibi baktığını anlamamıza yetiyor. Kitabın bir yerinde gençken sahip olduğu tutkularını gerçekleştiremediğinden dem vuran kahramanımız o derece küskün ki insanlara ve o derece uzak ki vasat insan profilinden, patronunun Paris’ e gönderilebileceğine dair teklifine redle cevap veriyor. Bir roman kahramanına isyan olur mu? Olur. Bu kitabı okurken Mersault a isyan etmemek, aynen O nun kendisi gibi, normal insan davranışından uzaklaşmak,- ki bu normal insan davranışı daçok göreceli olup, bulun yerine insanların çoğunluğunun vermesi beklenen tepki ki o da göreceli olmakla beraber- olacaktır. Her ne kadar annesinin ölümü karşısında duymadığı acı nedeniyle eleştirilebilirse de, başka bir yönü daha vardır ki, aslında tamamen olaylar zincirinin kendisini sürüklediği, rastlantısal hareketler neticesinde bir adam öldürmesi (Burada kitptaki deyimle öldürülen kişi fellah veya Araptır) ve bu cinayet neticesinde kendisini savunmaya dair hiç emare göstermemesi kaderini avukatının iki dudağına emanet etmesi de yine onun aslında savcının söylediği gibi canavarca hislere sahip değil, olanı biteni tv ekranından izlemekte olan bir kişi gibi hissetme(me)si kaynaklıdır. Bunun bir diğer açıklaması da şu şekildedir ki: Aslında arkadaşı Raymond un neden olduğu olaylar zincirinde ve yine Raymond yüzünden çıkan bir kavga neticesinde adam öldürmeye sebebiyet vermişken, romanın bir yerinde dahi, Raymond u suçlar ifade veya en azından, şöyle de olabilirdi babında bir öykünme bulmak mümkün değildir. Çünkü uzaktır kahramanımız yaşanandan. O derece uzaktır ki:kendisine sempatik gelen sorgu yargıcı sorgu odasından çıkarken az kalsın elini uzatacaktır. Soruşturma esnasında tamamen suçlamaya yönelenler, özellikle şuna dayanır ki: bu adam zaten duygusuzdur, annesinin cenazesinda ağlamayan, sigara ve kahve içen hatta cenazeden sonra kız arkadaşıyla birlikte olan ve komedi filmine giden bir adamdan daha başka ne beklenebilir ki?...Ve savunma, kendini anlatma, avukatına ruhunu aksettirme noktasında cümle kuramama, kelimelerin diline hapsolması ve söz tembelliği… Bence eleştitrilmesi gereken bir diğer nokta:savcının sözler: Böyle katı bir insan görmedim ömrümde karşıma çıkan suçlular bu acının simgesi önünde daima gözyaşı dökmüşlerdi.’ Ve kahramanımızın içinden geçirdiği cümle: Onlar katil de ondan. Elbette, kendini aklamak için türlü yalanlara başvurmayan, timsah gözyaşı dökmeyen bir insan, yabancılaşacaktı önyargıların hüküm sürdüğü, görünene itibar edilen ve sui zanla karar verilen dünyaya. Ve sözlerin önemini, anlamını yitirdiği, aslında içten gelen bir davranışın tüm sözlerden daha yüreğe işlediğini anlatan bir cümle: ‘’ Açıkça söyleyebilirim ki, sorgunun sürdüğü on bir ay sonunda, yargıcın beni odasının kapısına kadar geçirip, içtenlikle omzuma vurarak, ‘bu günlük bu kadar bay Deccal ‘ dediği o az bulunur anlarda olduğu kadar hiçbir şeyden böylesine haz duyduğumu anımsamıyorum’’ Ve bir kamera kaydı gibi tüm benliğine yaşadığı her anı mekanik nakşeden katil, hapishanede hiç zorluk çekmez, çünkü eşyanın, insanların duygusal boyutuna inip beynini ve duygularını başka şeylerle meşgul etmemiştir O. Sadece bir gününü bile düşünerek, gözünün önüne sokaktaki ve evindeki ayrıntıları getirerek, ki bunlar zaten kayıtlıdır hafızasında, hapishanede bir ömür sıkılmadan yaşayabileceğine hükmeder. İşte bu da, aslında canavarca hisle öldürmediğinin tamamen mekanik hareketler neticesinde cinayetin olduğunun başka göstergelerindendir. Ve ifadeler, ifadeler: Niçin Anasının cenazesinde ağlamadığı, sütlü kahve ve sigara içtiği, yüzünü son kez görmek istemediği, mezarın başında beklemediği, anasının yaşı sorulduğunda bilmediğini söylediği gibi alakasız istifhamlara verilen cevaplarla dolu ifadeler…Cinayeti değil, kim olduğunu, anasıyla ilişkilerini sorgulayan ifadeler ve sözcüklerin kıt kanaat kullanıldığı yanıtlar… İşte o zaman bu makine adam, bu mekanik insan bile ağlamak, sarsılarak ağlamak ister: herkesin kendisinden nefret ettiğini bilmek ne kötüdür. Herhangi bir kişideki erdemler bir suçlu aleyhine, hem de idam kararı verilmesine yol açacak şekilde ezici kanıt olabilir miydi? Oluyordu. Erdemin olmaması suç için kesin, aksi ispatlanamaz delildi. İdam kararından sonra da, aslında metafiziğe ve tanrıya inanmayan, ancak emin olduğunu düşündüğü, gelmekte olan ölümü karşılamaya hazırlanan kahramandan farkı tepkiler belerken o nasıl yaşadıysa ölüme öyle gitmeyi seçiyordu: Tanrıya yakarmadan, mekanik şekilde, af dilemeden ve şu cümle beyninde yer ederek: Değil mi ki insan ölecekti, bunun ne zaman ve nasıl olduğunun ne önemi vardı? Yirmi yıl önce de ölecek olan kendisidir yirmi yıl sonra da. İnsan otuzunda da yetmişinde de ölse aynıdır aslında. Ve bir idam mahkumunun seher vakitlerinde duyduğu tüm gıcırtılara, tüm seslere, sessizliklere kulak kabartması, güneş hafifçe gök yüzünde yol alınca : oh yirmidört saat daha kazandım duygusu… Kitapla alakalı olarak gelebilecek eleştirileri az çok tahmin edebiliyorum. Mesela öldürülen Arap ın adı belli değil. Burada Kafka etkisi olduğunu düşünüyorum.Şatoda kadastrocu sadece K dır.Tüm kitap boyunca k dır hem de. Dava da da aynı şekilde. Bunun ileri sürüldüğü üzere milliyetçilikle alakalı yaklaşımlardan kaynaklı olduğunu düşünmüyorum. İdam kararını düşünürken Fransız (Alman ya da Çinli) ulusu gibi belirsiz bir kavram adına verilmiş bulunması böyle bir kararı ciddi olmaktan oldukça uzaklaştırıyordu. Yine Kafka nın davasında davanın bitmesi için çaba göstermeyen, amma da sabırlıymış dedirten Josef K, şatoya bir türlü gidemeyen, ileri sürülen tüm engelleri mütevekkil karşılayan K, aynen Meursault gibi, hadi be adam amma da aymazsın, amma da rahatsın, ne de sabırlısın dedirtir insana. Aslında kahramanımız öyle güzel bir cümle kullanıyor ki ipucu kelimelerin ahenginde saklı: ‘Öğrenciyken bu çeşit bir çok tutkum vardı, ama okumamı yarıda bırakmak zorunda kalınca çok geçmeden anladım ki, bütün bunların gerçek bir önemi yokmuş.’
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © ELİF ZEYBEK ÇAMKERTEN , 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |