Mutlu insanlar tatlı şeylerden söz ederler. -Goethe |
|
||||||||||
|
Yazılarıyla kendi sefil portresini çizmeye çalışan 43 yaşında yalnız bir adamım. Berbat nisan ayının ortalarındayız. Tanrı saçlarımı beyaza boyayalı birkaç sene oluyor. TV’de kirk douglas’ın bir western filmi var. sinemadan oldum olası hoşlanmışımdır. sinema afişlerinden nefret ederim ama. Demlediğim çay, yoksul hayatımın en koyu renginde. Tavşan kanı mübarek. Bunca sefalete rağmen üretebilmek diyorum her seferinde. Kendime söylediğim en afili yalan bu işte. Pavese gibi son bulmayacak. Sıvaları dökülen evim beni andırıyor. natürist bir kız utangaçlığıyla gelme diye bağıran tahta zemin bana benziyor. camlarda asılı duran ucu yırtık perdelerin güneşi saklamasıyla hayatımı temize çekmeye başladım ben de. Kulaklarımda cır cır böcekleri. Günlerdir susmuyorlar. Bunu deliliğe işaret sayanlar, aklın yanmış metaforlarında gezinirken kulak arkası yaptıkları vicdanlarıyla yüzleşmelidir. Sefil bir adamım, dişleri sökülen bir tilki kadar çaresizim üstelik. Bu soğuk evde öleceğim günü hayal ederken o gün geldiğinde ne kadar korkacağımı düşünüyorum. Ölümden daha korkunç geliyor bazen yalnızlık.bazen de ölüm çirkinleşiyor yalnızlaştıkça. Pazar günlerini severim. Biray’ın aramasını bekliyorum. Saat 14:23 ve hala aramadı. Kaç kadın felsefemin isim annesi olmayı hak etmişti ki. İçerim birayı severim biray’ı. Aramasını bekliyorum. Her ilişki zamanın içinde, ilk amacını, anlamını yitiriyor galiba. Niteliği ve özelliğini değiştirip yeni anlamlarla, başka kanallara aktarıyor kendini. Tabi sadece ikili ilişkilerden bahsetmemek gerek. Lanet olası nesne, doğa ve yalnızlığı da kapsayan, hayat dediğimiz derinliği ölçülemeyen ilişkiler zincirinden de dem vurmak gerek. Dem deyince çayın altını kısma vaktim geldi. O zaman önümdeki sayfaya bir dip not düşüp mutfağa gitmeliyim. Yazınsal ayinler ve bir yalızlık için ön görüşler. Hala telefon çalmadı. Umutsuzlukla haşır neşir olmamaya kararlıyım. Daha gelip saçlarımı tarayacak. Kapı çalıyor. Saat 15:30 Karşımda biray’ı gördüğümde hep aynı tepkileri veriyorum. Bundan sıkılmış olmalı ki bu defa ona sarılmamı ya da saçlarından öpmemi beklemeden içeri dalıyor. Biraz sinirli ve terlemiş. Yüzüme hiç bakmadan , dağınık yatağıma geçip soyunmaya başlıyor. Ben elimdeki boş bardakla öylece kalıyorum. Beklediğim tam olarak bu değildi. Değişikliklere hemen adapte olabilen biri değilim. Geleneksel tüm arzulardan sıyrılıp yanına gidiyorum. geleneksel sevişmelerden de. -Hadi be daha neyi bekliyorsun. Bu uzaklık beni öldürüyor. Şimdi değilse de birazdan öldürecek. Karşısına geçip ellerimi yaramaz bir kız çocuğunu andıran dizlerine koyuyorum. Yüzünü kapatan saçlarını hafifçe aralayıp o aralıktan bana yansıyacak bir ışık süzmesi hayal ediyorum. Beklentilerim boşa çıkıyor. Kaskatı gözleriyle karşılaşınca söylemeyi tasarladığım her şeyi unutuyorum. Elimi bir hışımla itip -Bana bak ihtiyar fazla zamanım yok. Şimdi şu lanet işi yapacak mısın, yapmayacak mısın. Keyfini bekleyemem anlıyor musun diyor. Geriye düşüyorum. Aşık olduğum kadın ve…ya da kadınlardan biri. Hepsi bir. Hepsi biray sonuçta. Ha kızıl saçlı ha siyah. Aşık olduğum kadın beni incitecek cümleler kuruyor. Düşüyorum, düşerken onu da üzerime çekiyor ve elini organıma koyup seninle sevişmek istemiyorum diyorum. Gülüyor. Konuşacak kadar zamanım yok ve senin tüm bu saçmalıklara ayıracak zamanın yok diyor. Elini çekiyor. Sonra hareketleniyor. -O zaman giyiniyorum. Neden böyle davrandığını merak ediyorum ama alacağım her cevapla unutmaya çalıştığım şeyleri hatırlarım diye korkuyorum. Oda bunun farkında olmalı. Dudakları aralanmış açıklama yapmak üzere. Önce paramı ver babalık. Ben geldiğim için o parayı alırım anlaşma böyle yanlış hatırlamıyorsam. Sikiş için gelip edebiyat yapıyoruz ama olsun. Daha çok gülüyor. Gözlerinde saklamak istediği, söyleyemediği her şeyin üstünü bu şuh kahkahalarla kapatmaya çalışıyor belli ki. Yoksa biray hisli kızdır.. Sus diyorum cüzdanımdan çıkardığım üç yeşilliği ona uzatırken. Şimdi gidebilirsin. Çay bile ikram edemedim ama olsun. Parayı alıp hızlıca toparlanıyor. anı mezarlığı gözlerini kaçırıyor benden. Kapıya geldiğinde bana dönüp, haftaya da gelecek miyim diye soruyor. Belki çayda içeriz. Haftaya da gel diyorum kendi çaresizliğinden utanan ezik bir adam gibi omuzlarımı aşağı düşürürken. Haftaya da sen gel. Başka biri gelmesin. Kapı kapanıyor. Herhangi bir veda cümlesi için vakit geç artık. Seni seviyorum diyemeden gitmiş oluyor kadın her seferinde. Yazınsal ayinler ve dipnot Bir yalnızlık için ön görüşmeler…. Yalnızlık bir yaşam biçimidir, bir tercihtir. Bunu seçtiren etkeni açıklamak psikiyatrinin görevi. Benim görevim bunu sikik sanat yapıtlarımda bir lokomotif haline getirmek. Yalnızlığını sevebilen biri, pek çok şeyi sevebiliyor. Her Pazar vardiyalı olarak evine gelen, dağınık yatağında soluklanan tüm kadınları örneğin. Kendime söylediğim ikinci afili yalanım. Ahh pavese sonum seninki gibi olmayacak. kadın: o öldüğünde şaşkınlığımı masa altı yapıp cenazesine gittim. çok fazla insan yoktu. evde yapayalnız ölen bu adam anlaşılan yapayalnız gömüleceğini biliyordu. kendime kızmıştım. o son gün ona o kadar soğuk davrandığım için kendimden utanıyordum. aslında kendime ait bir yazı peşindeyim. Ölüm bahane… tüm zaman dilimlerinin, bir şişe kaliteli şarap keyfini işaret ettiği duygusal bir kasılma yaşıyorum. Dostoyevski ne demişti beyaz gecelerde “ah,mutlu bir insan bazen ne çekilmez oluyor”. böyle miydi tam olarak emin değilim ama mutlu insanlardan nefret ediyorum şuan. Soğuk kaskatı bir duygunun suratı asılmış yollarında ilk kez sözcüklere saygı gösterip susuyorum. Cenaze törenlerinde ağıt yakamıyorsan eksik hissediyorsun, ağlayamayınca eksiliyorsun.Ne çok şey biliyorsunuz. Ne çok tezahürat yapıyorum bildiklerinize. Hani sanki soluk yüzlü bir günde, sunay akın’ın kaçan zürafasını arıyoruz! Toprak kokusu,ceset kokularını bastırmış. Ampul patladı. Karanlığın o aşina olduğum meydanındayım. Koyu lacivert her yer. Her kafadan bir ses çıkıp,kendini cılız bir resmiyete terk ediyor.Uzakta anti-sosyal bir fare. Renkli bir duruş. Tek düzenin rengine binip kötü bir film diyorum hayat. Renkler, uyum, yüzlerin gizlediği ışıklar… çok yalnızsın be adam. oysa bende senin kadar yalnızım şimdi. Hiç düşünmemen gereken her şey aklımda. erkekler,seks, mastürbasyon,röntgencilik,kendi bilincinin ötesi konuşmalar. bedenler ... sado mazo komediler.. her hayalci bir tutsaktır kendi beyninde. sefil mezarını izliyorum dünyanın gariban bir köşesinden. Ruhumun cennetiydi gülümsemen diyorum. aslında beni severdin sen diyorum. aslında bende seni severdim. aslında o adamı severdim ben. hiç tanımadığım için çok severdim hatta. Lanet olsun… Lanet okuma Resim yapıyorum. Gösteriye dönüşen yaşantımın belki de en temiz sunumu yaptığım resimler. Haaa Birde sting var,newyork’ta sürten bir İngiliz centilmeni anlatan şarkısıyla eşlik ediyor yasıma. Mezarın başında durmuş,meraklı bakışlarıyla açık bir kapı bulsalar içime damlamaya hazır obur kelimelere bakıyorum. Gamelan müziği gibi bu tablo. Endonezya’yı dünyanın yatak odasına taşıyor bak. Cinnet nasıl bir şeydir merak ediyorum. Eğer bir dinleyici radyolardaki yarışmalara tenezzül ediyorsa iletişimsizlik uzmanı olmuş demektir. Barry white: yeni ölü şarkıcı ve ben köşe başında. Durup elimdeki çiçeklere bakıyorum. Kırmızı teksir kağıtlarına yazılan kader çıkmazlarımız gibi ortasından yırtmak istiyorum dünyayı. Merhum ölmeden önce hiç sevişmemiş. merhum ölmeden önce.... edebi değil midir sonuçta,peçeteye öylesine yazılmış bu kentte,topuğundan vurulan her kedinin çıkardığı ses.hani ayağa kalksan içinden ıslık akacak, son sayfasını yırtıp atarken sokakların ama hani kalkamıyorsun ya. şimdi yetişemem zamana, o yüzden burada sonsuzluk olup içimi döküyorum toprağa.gömün beni. beni de gömün. Gitmeden önce benden başka cenazeye katılan o kızıl saçlı kadını teselli etmek istiyorum ama biliyorum ki, gerçekte hayatta olduğumu hissederek kendimi teselli edeceğim.Lirik bir şarkıya gizlenmiş derin orospu.bu benim işte. Düşünmemem gereken ne kadar gereksiz şey varsa aklıma geliyor. En diri notama gizlenen bir koma anı. öldü ölecek..güldü gülecek.. Kasılan damarlarım ve beyaza kesen yüzüm…yaklaşamıyorum ne ölüme ne yaşama. boğazımda kaygan bir ...boğazımda kayan bir...boğazımda...boğazımda oturan hatrı sayılır bir evliya var. Katanası içten körelmiş bir kabadayı gibi hırçın,yörüngesi daralmış bir evliya gibi tutsağım. konuşmak işe yaramıyor. susmak zaten bir işe yaramadı. az kalmışız.giderek azalmışız be adam ölen bir adam ve yaşayan
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Gülbahar Karakoç, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |