Yaşama karşı sımsıcak bir sevgi besliyorum... -Dostoyevski |
|
||||||||||
|
“Bir şey!” olma kaygısı, bizi kendimizden uzaklaştırıp (o “şey”, her ne ise?), bambaşka kalıpların içerisine kıstırmadan önce ki, düşlerimizi, anımsamak için, çok mu geç kaldık? Eşyanın (ne kadar hızlı koşarsak koşalım) yetişemediğimiz “ziyan” gelişiminin kontrolüne girmeden önce, ne isterdik? Duruversek birden!...Hatırlayamaz mıyız acaba? Hani, bir sürü, adam gibi adamın, kısalı uzunlu hayatlarını, birkaç hayat değerinde yaşarken ve hiç tanımadıkları insanlar için, kendi bedenlerini, düşlerini, beyinlerini yol kılarken, betimlediği, “tamam olmuş” çatılar vardır... Hani, sürüldüğümüz zamanda, kendimiz olabildiğimiz, ender anlarda, yüreğimizle yüzleşip, dehşetle fark ettiğimiz ve (genellikle mülkün kazandığı) iç savaşımızın başlamasına neden olan adamların, örnek yurtları... Kimliğimizin, züppe yansımalarından, anlıkta olsa, paçasını kurtarabildiği; vardığı yerle, yola çıkarken ki amacını karşılaştırma cesareti gösterip, çevresine bakabildiği zamanlarda “doğrusunu” hatırlamamıza neden olan insanların evleri... Duruversek aniden!... Ve kristal kül tablasına dayadığımız sigaramızın dumanları, alçı sıvalı, saten boyalı duvarlarımızda, yükselirken; ferforje ve pahalı camlarla dizayn edilmiş, avizelerin, yetersiz ışığında, bakıversek “evimiz” dediğimiz yerlere... Koleksiyon parçası, ithal ve moda(!) renklerle bezenmiş, rahatsız koltuğumuzda, arkamıza yaslanıp; masif maun çalışma masamızın, işe yaramaz büyüklüğünün kalabalığından; devasa ebatlarda ve bir dolu gereksiz materyal ile doldurduğumuz, yine takımın parçası büfenin karışıklığından kurtarabildiğimiz, bir iki korkak bakışla, “bizim” zannettiğimiz, bilmem ne stili odayı, kendimizle örtüştürmeye çabalasak... Herkes dinlediği ve haberdar olmamış olmanın, entelektüel(!) imajımızla bağdaşmayacağını düşündüğümüz için, kulaklarımıza ve ruhumuza eziyet, popüler, mekanik seslerin bağırdığı; ne işe yaradığını anlamadığımız halde, “olmazsa şık olmaz” kaygısı ile edinip, hiç kullanamadığımız onlarca fonksiyonu bulunan, müzik setimizde başlayabiliriz, mesela. Sonra; iklim koşularının zorlayıcı etkisini azaltmaktan başka, sadece, üretildiği kaynağın coşkusunu, renkleri ve dokusu ile, ruhumuza taşımak dışında bir amacı olmaması gereken, ama, makinelerin ruhsuz devinimi ile üretilmiş ve postmodern stilistlerin öngördüğü, yılın modeli, ipek halılara değen ayaklarımıza, soruversek; hurdalığa attığımız, el dokuması, motifiyle, bir ömrün hikayesini anlatan kilimlerimizin, yumuşacık ve dostane dokunuşunu hatırlayacaklardır mutlaka. Ve dolaşıversek, “bizim!” sandığımız mekanda... Oturmanın hakkını vermekten uzak divanlar, anısız ve manasız, aksesuar kalabalığına boğulmuş, göze eziyet eşya kalabalığı... Örnek mi? Perdelerimiz. Öyle ki; ya gündüzün ve gecenin, göze hoş, masum ışıklarını tamamen örten ya da örtüleme işi dışında, başka bir sürü gereksiz, süsleme eylemini yüklenmiş, bir kumaş kalabalığı... Oysa, çocukluğumuzdan, kendi iç evimizde izi kalmış; renklerin aslına uygun yansımaları ile perdelenen ışıklara huzur ve güvenlik ekleyen, neşeli perdelerimiz vardır, anımsadığımız. Onlar da, ninelerimizle birlikte yitip gitmiş olabilirler mi? Peki, annemizin mutfağı... Hani, o her şeyin elimizin altında yer aldığı, cam kavanozlar içerisinde, mekana, aromasını ve rengini bağışlayan, dizi dizi ama mutevazi boyutlarda, el işi, reçeller, turşular, bakliyatlar... Şu kocaman, cam kapaklı, sıkıştırılmış tahtanın içler acısı hali yerine, hayal meyal hatırladığımız “tel dolap”... Az nevalemizi, birlikte ve sağlıklı olabilmenin neşeli coşkusu ile paylaştığımız, ahşap soframızın yerine dayadığımız, minimalist ve yalnız yemek masamız... İçerisine, hazır gıdalar ve fabrikasyon abur cuburlarla doldurduğumuz, buzdolabının, kapısını bile açmaya gerek yok artık. Eşyanın, detaycı, tüketen ve tatminsiz kontrolü, bizi ele geçirmeden önce “kimdik” biz? Daha çok farkında olmak ve hayatı tanımlamak kaygısı ile edindiğimiz ve sonra da dekorasyonumuza uymadığı gerekçesi ile (düşlerimizle birlikte) mukavva kutuların, karanlık sokağına terk ettiğimiz kitaplarımız; muhteşem(!) ceviz kitaplığımızda, hain bir tebessümle, bizimle alay ederek bakan, dekoratif, kağıt ziyanları ile ne zaman yer değiştirdi?... Mutluca yaşayacağımız mekanlar oluşturma amacı ile, düşe kalka es geçtiğimiz yıllara rağmen, bu ev, şimdi “kimin evi?”... Mütevazi boşluğunu; beslenmiş, tamamlanmış, hoşgörülü ruhumuzla doldurmamız gereken ve içinde yaşadığımız için bize eklemlenmiş olması ile kimlik kazanacak yuvamız, bir şekilde, sisteme kaptırdığımız insanlığımızın, en zavallı ve en mahkum örneği değil mi, aslında? Eşyanın egemenliği ve sahip olma istenci, üzerimize biçtiği soğuk elbise ile, sonsuza dek, yanıtlayamayacağımız sorulara kurban etmiş bizi... Daha çok, daha büyük ve daha pahalı derken, azalmışız... azalmışız... neredeyse, “Hiç” kalmışız! Maddenin, göz boyayan, suni renkleri ile körelen duyarlılıklarımız, çağdaşlık(!) masalı ile uyuyup duruyor, hazır, yaylı yataklarımızda. O yataklar ki; “Aşk ve düş” bile, post modern masallar olmuş, eşyanın gürültüsünde...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Özgür Hatem, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |