"Anka kuşu gibi yalnızlığı adet edin! Öyle hareket et ki, adın daima dillerde dolaşsın ama seni görmek olanaksız olsun." -Fuzuli, Leyla ile Mecnun |
|
||||||||||
|
SENDEN SONRA BEN HASTAHANE ODASI 7 Aralık 1995 ;Ankara Hastahanesi Onkoloji Bölümü 21 nolu oda.Senenin son günleri ömrün son günlerini hatırlatıyor.Hastahanenin boş koridorlarında ses yok.Her odada sessiz bir direniş , olur da tuvalette karşılaştığınız yüzlerde bile soğuk ve isyankar bakışlarla sakın sorma ifadeleri hakim.Dışarıda Ankara kar ağlıyor.En az kar kadar bu karlı şehri de seviyorum.Ama şimdi aklıma gelen tek şey bu adının bile korkusu olan hastahanenin , korku ve umudu harmanladığım odasında yatan hastasıydı.Bu şehir ; umutları ve oğlumun doğumunu hatırlatırdı bana , karsa ölümün huzurunu, odada yatan hasta ise hayatımın son dört yılının odak noktasını. Hastahaneye kaldırırken elini tutarak verdiğim söze yürekten inanıyordum.Asansörde sedyedeki hastanın başucunda: -Buradan birlikte çıkacağımıza söz veriyorum; yine elele çıkacağız.Ben, Rabbimin içindeki hastalığı söküp attığına inanıyorum.Bundan sonra inan bana çok daha iyi olacaksın.Mevlam bize yardım etti. Yüreğimde öyle bir hafiflik var ki anlatamam. Gerçekten de inanılmaz bir huzur ve sükunet vardı yüreğimde.Öyle ki bütün sıkıntımız sona ermiş ve hayatımda bana direnç ve dayanak olan bu insanın birlikte çektiğimiz acıları sanki sona ermişti.Bana gülümserken şimdi hatırladığım tek şey onun yüzündeki huzurdu.Sanırım O da benim gibi düşünüyordu.Ya da her zaman yaptığı gibi her şeyin farkındaydı da benim üzülmemem için bana hissettirmiyordu. Odada bir yatak ve refakatçinin yatacağı ya da dinlenmesi için bir çekyat vardı.Arkadaşlarının yardımıyla -ki hastabakıcılara bırakmamışlardı- yatağa yatırılan hastanın muayenesini yapan doktor çıkmadan önce beni dışarı çağırdı.Hastanın nefes almakta sıkıntı çektiğini ,odanın mümkün olduğunca boş bırakılmasını temin etmemi ve de herhangi bir şekilde parfüm –kolonya gibi kokuların hastanın nefes almasını zorlaştıracağı için odada kullanılmamasını , ne olursa olsun hastaya bir şey verilmemesini , suyun bile pamukğu ıslatarak ağzına damlatılmasının önemli olduğunu söyledi. Hastahaneye gelişimizdeki sebep ikindiden sonra hastada kan kusarak başlayan ve boğazını tıkayıp nefes almasını engelleyen içinde birikmiş olan pıhtılaşmış kanın durdurulamamasıydı.Acile getirmeden hemen önce ellerimle boğazındaki birikmiş kan pıhtısını çekmiştim.Çünkü nefes alamıyordu.Sonrasında da eğerek kanın boşalmasını sağlamaya çalışmıştım . Yüzü ,sakalları kan içindeydi.Kızımın koşarak getirdiği çamaşır leğeni yarısına kadar kan dolmuştu.Bir taraftan yüzünü temizliyordum ,sakallarını kızımla öperek siliyorduk; bir taraftan da acile götürmek için yalvarıyordum. -Lütfen gidelim ,acilde doktorlar bir baksın.Çok kan kaybettin.Ne olur gidelim.Kan verirler.Kendine gelirsin.Bak Mevlam bize yardım etti.Kanserli bölüm çıktı.Bu rahmettir.Yalvarırım gidelim. Ben yalvarırken O akciğerinden beyninin sağ tarfına sıçramış olan kanserin etkisiyle felç olan vücuduyla sadece gözleriyle hayır diyordu.Ne kadar yalvarıp ikna etmeye çalıştım bilemiyorum.Sonunda arkadaşlarından biriyle hastahaneye gitmeye razı olmuştu.Koşarak telefon ettim. -Çabuk gelin Serhat çok kan kaybetti.Sadece sizinle hastahaneye gitmeye razı oldu. Aradan ne kadar süre geçti bilemiyorum.Zaman anlamını yitirmişti.Arkadaşı Yavuz zili çaldığında kapıdamıydım , kapıyı önceden açıp Serhat’ın yanındamıydım hatırlayamıyorum.Arkadaşı kucakladı ve hemen hastahanenin aciline götürdük.Orada acil kan verildi ve ambulansla Bayındır Hastahenesi’ne götürdük.Onkoloji servisi olmadığını söyleyen görevli İbni Sina Hastahanesi’ne götürmemizi söyledi.Ambulans bu seferde kulakları değil asıl yürekleri çınlatan sesiyle bu sefer de üçüncü hastahaneye doğru gidiyordu.Elini tuttuğum hayat arkadaşımla bu son yolculuğumuzda acı çeken , kendinden geçmiş sedyede yatan mıydı yoksa elini tutarak ona hayat vermeye çalışan ben mi billemiyorum.Acildeki muayeneden ve doktorun bana yönelttiği sorulardan sonra yoğun bakım ünitesindeydik. -Ayaklarım üşüyor. -Tamam canım. Bir taraftan elimle ovalayarak ısıtmaya çalıştığım ayakları buz gibi soğuk ve cansızdı.Üzerimdeki kabanı çıkartarak üzerine örttüm.Doktor içkanama olduğunu söylemişti.Gece yarısı yoğun bakımda Serhat’ın hemen yanındaki hastanın vefat etmesiyle bizi de Ankara Üniversitesi Onkoloi Servisi’ne özel odaya kaldırdılar.Cebeci ‘deki Onkoloji Servisi hayatımdaki yerini istemesemde hep acıyla,boğazımda yutkunamadığım yumruyla almış oldu.Bir daha bu semte asla uğramadım.Asansörde odaya çıkarken öyle derinden hissediyordum ki , sabah buradan birlikte çıkacaktık. SON DEMLERMİŞ 25 yaşındaydım,oldukça hayata karşı toydum.Ölümle hiç tanışmamıştık.Hayatımda eksikliğini hissettiğim sevdiklerim olmuştu ama hiç biri ölümün getirdiği bir ayrılk değildi.Eşimin arkadaşları tarafından , doktorlar tarafından hep uyarılmama ragmen eşime ölümü yakıştıramıyor ve iyileşeceğine inanıyordum.Hatta bazen nefes alıyor mu diye kontrol ettğimde de iyileşecek diyordum.Hatta akciğerdeki kanser beynine kadar yayılıp felç olmasına sebep olduğunda bile iyileşecek diyordum. İşte şimdi başkaydı.Saat gece yarısını geçmiş ,iki civarındaydı.Serhat beni yanına çağırıp kulağıma fısıltıyla -16 gün daha yatacaktın ama ………………diyorlar.Ölüyorum.Arkadaşlarım bekliyor , ordalar ,dedi. Gülümsedi.O zaman anladım ki gerçekten zor yıllarımızın yoldaşlığını yaptığımız , birlite geçirdiğimiz dört yıl boyunca bana eş değil sırdaş olan, gücünü en zayıf anlarımda destek bulduğum hayat arkadaşım gidiyordu.Otuz iki senelik çileli hayatına veda ediyordu.Gözlerim, son altı aydır hep tuttuğu gözyaşlarıma bu sefer hakim olamadı.Tekrar bana döndü: -Betül beni bekler, O’ na armut al.O küçük , sulu armut sever. -Tamam, alırım. Sözleri sanki ben söylemiyordum.Yutkunamıyordum.Sadece dudaklarımdan dökülen iki sözcük tamamen ben istemeden çıkan seslerden oluşuyordu.Kendimde değil gibiydim.Zamanı da mekanı da yitirmiştim.Sanki boşlukta bir yatak ,üzerinde Serhat ve bir de elini tutarak ona bağlanan ben vardım. -Oğlum mu geldi? Ahmet ‘in kokusu var. Oğlumuz Mayıs ayında dünyaya gelmişti.Serhat ile sadece kırk yedi gün birlikte olmuş , altı ayını yeni bitirmiş bir oğlumuz vardı.Serhat ; Ahmet doğduğunda sevinçten doğumhaneye girmiş ve çocuğu kucaklamıştı.Hastabakıcılar dışarı çıkartmışlardı.İlk çocuğumuzun rahatsız oluşu ikimizi de korkutmuş ve çocuğumuzun sağlıklı oluşuna çok sevinmiştik.Serhat benim sütüm olduğu halde sırf kendisi kucağında beslemek için geceleri biberonda mama yapar ve oğlumuzu doyururdu.Ancak kırk günlük olduğunda Serhat oğlumuzu yıkamak için eve geldiğinde elinde akciğer filmleri vardı.Bir süredir öksürüyordu, doktora gitmişti.Oğlumuzu yıkadık ve kızımızda yardım etti.Ben oğlumu uyuturken Serhat çay demlemişti.Tam çay yudumlamıştım ki filmler ve doktorla görüşmesini sordum.Elimi tuttu, çayı elimden aldı ve doktorun muayene ettiğini , şikayetlerini söylediğini ve akciğer filmi çektirdiğini,tomografide netleşeceğini ama doktorun teşhis koyduğunu söyledi. -Tüberküloz mu? -Değil. -………? -Tümör. -Ne! -AKCİĞER KANSERİ… O gün ben mi onu teselli etmek için elini tuttum , başımı omzuna koydum ; O mu beni teselli etmek için elimi tutup omzunda ağlamama izin verdi bilmiyorum.Farketmez de zaten…..Sonuçta hemen tedaviye başlamamız gerektiğine karar verdik.Ben hep yanında olmak istiyordum. Bunun için üç yaşındaki kızımızı ve kırk günlük oğlumuzu anneme bırakmaya karar verdik.Daha sonra çocukları memelekete götürüp bıraktık.Oğlumuzu son görüşüydü.Benim de son emzirişim yavrumu ağlayarak oldu.Daha sonra tedaviye başladık ve Serhat kızımı getirmemi söyledi.Oğlum annemde kalmıştı.Şimdi kokusunu hissettiği oğlumuzun büyüyüşünü de hiç görmedi. Ölüm böyle bir şeyse hiç korkunç değil diye aklıma geldi.Zira Serhat çok değişmişti.Mesala hastahaneye gelirken felçliydi, şimdi inanılmaz şekilde iyiydi.Yine inanılmaz bir koku odayı sarmıştı.Çok güzel , hoş bir kokuydu.Ama asla aynı kokuyu bir daha koklamadım.Hatta doktor kontrol için geldiğinde uyardı. - Odaya hacı miski mi sürdünüz? -Hayır. -Bu koku nedir? -Bilmiyorum. -Camı açın , hasta nefes alamaz. - Tamam. .Biraz sonra bambaşka bir şey daha oldu.Serhat’ın tam alnında keskin bir yara vardı.Daha iki gün once yataktan kalkmak ve evi dolaşmak istemişti.Vücudu hastalıktan zayıflamıştı ama yine de benim çelimsiz vücuduma göre ağırdı.Yatağına yatırırken düşmüştük ve alnını yatağın kenarındaki keskin böiüme çarpmış ve derin bir yara oluşmuştu.O acı hissetmemiş ama benim yüreğimde acı derin bir iz bırakmıştı.İşte o yara hastahaneye gelirken vardı.Çünkü hem yeni hem de derindi.Ama şimdi kaybolmuştu.Hatta hastahanede kapıda bekleyen arkadaşı içeri girdiğinde Serhat’ın alnındaki yaranın izinin kalmadığını görünce alnından öpüp ağlayarak odadan çıktı. -Gül…Bana oku … -Ne okuyayım? - Yasin… - Peki… Gözlerim yaşlardan açılmaz halde elimde Kur’an-I Kerim , dilimde ayetler …Ne kadar okuduğumu bilemiyorum.Birden Serhat’ın sesiyle sanki farklı alemden beni çağırır gibi irkildim.Yatakta oturmuş ve su istiyordu .Ablası su vermeye çalışırken O bana seslenmişti. Benim vermemi istiyordu.Koşarak suyu elime aldım.Tam ağzına değdirdim .Bana bakarak gülümsedi.Sonra bir yere bakarak kaldı.Gitmişti.Bir eli elimde diğer elim bardaktaydı.Eli elimde ama kendisi yoktu. SÖZ VERMİŞTİM Hasta olduğunu öğrendiğimizde önce tedavi için uğraştık.Yurtdışı dahil bütün olasılıkları değerlendiriyorduk.Kanada’da Kanser Araştırmaları yapan bir hastahaneden gelen cevap’’Kanserli bölgenin akciğer ve bronşlar arasında ve nefes borusuna bağlı olduğunu hiç bir operasyon yapılamayacağını ,kemoterapi ve ameliyatın hastanın nefes borusunu deleceğini bu durumda hastanın bir aylık ömrü olduğu’’şeklindeydi. Serhat tıbbın çaresiz kaldığının farkında ,ölümün kaçınılmazlığına teslimdi .Sürekli benimle ölümünü konuşur olmuştu.Bu her ikimize de zor geliyordu ama Serhat benden daha gerçekçi ve daha ailemize karşı eş – baba sorumluluğuyla bana ölümünde ve sonrasında yapmam gerekenleri söylüyordu. -Ölüm beni korkutmuyor;gülüm.Benim korkum sen ve çocuklar.Sizden ayrılmak. -Lütfen böyle konuşma.Biz birlikte yaşlanacağız.Çocuklarımızın büyü… -Gülüm. -Ne olur sus. Diye başlayan birlikte gözyaşlarımızın sessizliğine bıraktığımız ortak sükunetimizle son bulan konuşmalar haftalarca adım adım biraz daha cümle eklenerek devam ediyordu.Bir başka zaman;başka bir konuşmanın akabinde söz yine aynı yere geliyordu. -Biliyor musun ,ben hep bir aile hayal ederken eşim ve çocuklarım gözümün önüne gelir ama kendimi onların arasında düşünemezdim. -Ama şimdi beraberiz.Böyle de sürecek. -Gülüm,ben bu hastalığı yenerim.Buna yürekten inanıyorum.Ama Rabbim ölümü takdir ettiyse buna da hazırlıklı olmamız gerekir. Ben Serhat’ın yanında hep naz yapmaya alışkındım.Evliliğimiz boyunca hiç büyümemiş bir kız çocuğu gibi Serhat tarafından şımartılmıştım.Kendi ailemle bağlarımızın kopukluğu hayatımda Serhat’ı tüm ailemin yerine koymuştum.Bunu şimdi daha iyi farkediyorum.Serhat ‘ın evliliğimiz müddetince bana hayatı öğreten bir tarafı hep olmuştu.Onunla hayatı ve onunla ölümü öğreniyordum. -Olurda seninle yalnızken ölürsem kendini bırakma.Beni kimseye muhtaç bırakma.Nasıl ölümün geleceğini bilmiyoruz.Üzerimi sen çıkart,başkasına bırakma.Korkma,bedenimi terketsem de ben seni terkedemem.Yanında olduğumu unutma. -Bitanem bu nasıl söz! -Ben sana güveniyorum. -Lütfen, şimdi sıras ımı bunların? -Rabbim seni bizden ayırmayacak,inanıyorum. -Gülüm; bana söz ver. O an için gerçekten bunların olma ihtimalini düşünmeden söz verdim.Sadece bu konuşma bitsin istiyordum. Şimdi Serhat’a verdiğim sözü tutma zamanım gelmişti.Söylediği gibi gözyaşları içinde üzerindekileri hastabakıcılarla beraber çıkarttık.Ablasına sakinleştirici vermişlerdi.Hastabakıcılar benim odadan çıkmamı istedilerse de söz vermiştim,çıkamazdım. Yüzünde tebessüm duruyor ve hala gözleri açık bana bakıyor gibiydi.Hastabakıcılar gözlerini kapatmamı istediler ama kapanmadı.Gülen gözlerle hayata , bize veda etmişti, öyle de kaldı…Çarşafa geçici olarak sardılar.Morga kaldırılacağını söylediler.Sedyede hastahane odasından çıkarttık.Çarşafın altında da olsa elini tutuyordum.Sıcacıktı.Söz verdiğim gibi asansörden sabaha karşı birlikte , elele hastahaneden çıkıyorduk.O başka diyarlara ben başka…Yanımda olduğunu ve bana cesaret ,güç verdiğini şu an adımı bildiğim gibi biliyorum.Bunu çok derinden hissediyordum .Zira gerçekte aciz ve zayıf yaratılışlıyımdır.O an Serhat’ın yanımda olduğunu düşünerek dayanıklı olduğumu sanıyorum.Bir de Yüce Mevlam sabır veriyordu. Hastahanenin kapısında iki arkadaşı bekliyordu.Onlarla beraber morga götürdük.Serhat’I orda bırakmak zoruma gidiyordu. -Ben burda beklerim.Siz ablamı götürün. -Olmaz , yenge .Sizi de götürelim.Artık yapacak bir şey yok.Takdir-I İlahi. -Ama ben toprağa girinceye kadar yanında olmalıyım. -Yenge sen elinden geleni yaptın.Buraya kadar… Kimseye halimi anlatamadım.Ama bedenen de olsa eşimin dünya üzerindeki son birkaç saatinde yanında olmak istiyordum.Sabaha karşı dört civarıydı.Yaklaşık bir saat once nefes alan ve benimle olan Serhat artık yoktu.Ne yapacağımı bilemez haldeydim.Koluma girerek arabaya götürdüler.Cebeci ‘den ayrıldık.Serhat orada kaldı.Sabah ezanları okunuyordu.Sanki kalbim ağlıyor , kalbimin acısını ezanlar seslendiriyordu.Hüzün ve acı.Sabah ezanındaki duygulardı.Hayatımın bir çok zamanında sabah ezanları bana farklı duyguları çağrıştırırdı.Üniversite yıllarım gibi.Ama bu dakikadan sonra sabah ezanları bana Serhat’ın vefatıyla duyduğum acıyı hatırlatacaktı. EVİMİZ Evimizin kapısından Serhat olmadan girmek çok zordu.Bir çok kez onsuz bu eve girmiştim elbette.Ama farklıydı.Bir daha bu eve ben onunla asla giremeyecektim.Kapının önünde ben anahtarı bulmak için çantamı karıştırırken O çoktan açar ve -Buyrun hanımefendi. Diyerk elini uzatırdı.Çantamdan anahtarı aldım ,kapıyı açacaktım ki içerdekiler sesi duyarak açtılar.Serhat’ın annesi , babası ve abisi evdeydi.Dün hastahaneye kaldırınca haber vermiştik, memleketten gelmişlerdi.Onlar sessiz , biz sessiz.Kelimelerin anlamsızlaştığı zamanlardandı.Herkes kendi köşesinde sessizce ağlıyordu. Serhat’ın arkadaşları bizimleydi.Onlar da arkadaşlarına son vazifelerini yapmak istiyorlardı.Serhat ölmeden önce yine beni düşünmüş ve defin işlemleri ile ilgili her şeyin bana sorulmasını arkadaşlarına tembih etmişti. -Yenge nasıl yapalım ,nereye defnedilsin? -En yakın evliya kabrinin yanına defnedin , lütfen. -Bağlum’da Abdul Hakim Arvasi Hazretlerinin kabri var. -Tamam. -Cenazenin yıkanması için aklınızda biri var mı? -Evet.İsmail Hocaefendi yıkasın. -Namazı nerde kılınacak?Bugün Cuma.Hacı Bayram Camiini severdi.Orada kılınsın. -Tamam yenge.Yıkandıktan sonra görmek ister misiniz. -Hayır.Serhat’ı o halde görmek istemiyorum. Hayat zormuş ama yirmi beş yaşında böyle bir sorumluluğu almak nasıl bir şey şu anda bile anlayamıyorum.Nasıl bir teslimiyetle kabullendim.Elli yaşındaki bir insana bile zor gelen bu sorumluluğu nasıl üstlendim , bilemiyorum. Aileme haber vermemi kayınpederim hatırlattı.Bu da benim görevimdi.Telefonu elime aldım.Sabahın bu saatinde çalan telefonu babam uykulu açmıştı. -Baba… -Kızım? -Serhat… Artık gerisi gelmiyordu.O ana kadar sadece yüreğim gizli gizli kanıyordu.İşte şimdi taştığım andı.Hıçkırıyordum.Elimden nihayet biri telefonu alıp ‘’ Serhat’ı kaybettik ‘’diyebildi.Serhat yoksa başka kimse istemiyordum, Çevremdeki herkes anlamsızdı.Susamıyor , hıçkırıyordum.Kendimden geçmişim. Kendime geldiğmde herşey aynıydı.Serhat yoktu.Evlendiğimizden beri ilk kez onsuz kalıyordum.O kadar inanmıştım ki beni bırakmayacağına.O iş için İstanbul’a gittiğinde bile gece döner ve ertesi gün tekrar İstanbul’a giderdi.Arkadaşları ve ailesinin dalga geçmelerine ragmen bu hep böyle devam etmişti. Bir gün Antalya’ya gitmesi gerekmişti.Üç gün sürecek bir iş seyahatiydi.Serhat üç gün boyunca her gece Ankara’ya gelmiş ve sabah tekrar Antalya’ya dönmüştü.Bir daha da gitmedi. -Kendine eziyet etme .Gelme olur mu? -Söz veremem.Aklıma geldiğin anda burdayım.Ben senden ayrı duramıyorum. -Lütfen gelme. İçim ezilirdi.Ama hep geleceğini beklerdim.Bilirdim ki gelir. Askere giderken bile beni de götürmüştü. Bir buçuk ay askerliğini Burdur’da yapmıştı daha doğrusu yapmıştık.Orada ev buldu ,haftasonları beraber kaldık. Şimdi Serhat yoktu.Son dört senemde hiç onsuz kalmamıştım. Kayınvalidem başucumda elimi ovalıyor ve -Oğlum eşine çocuklarına doymadan gitti.diyordu. Neydi bu Allahım.Rüyaysa uyanmak istiyordum.Böyle bir gerçeği kabullenemiyordum.İlk kez ölümün soğuk yüzüyle karşılaşmıştım. Ölüm nasıl birşeydi.Güzel olmalıydı çünkü gülümsüyordu.Ben ilk kez hayatımda ölümü Serhat’ın yüzünde görmüştüm.Evet güzeldi.Serhat sert mizacıyla bilinen biriydi.Ama ölümü gülümseyerek olmuştu.Ablaları Serhat’ın benimle evlendikten sonra güldüğünü gördüklerini söylerlerdi.Önce abarttıklarını düşünmüştüm.Sonra bir gün Serhat bana; -Bana gülmeyi sen öğrettin, demişti.O zaman inandım. Çünkü Serhat sonunda ölüm olsa yine de yalan söylememesiyle bilinirdi.Ve ölüme gülümsemişti.O zaman şu anda iyi olmalıydı.Ama ben acı çekiyordum.Hiç onsuz bir hayat düşünmemiştim.Kim eşinin ölümünü düşünebilir ki. Kızımız uyuyordu.Ben nasıl söyleyecektim.Babasına o kadar düşkündü ki.Yavrumu öptüm , kokladım, ruhum huzur buldu.İlaç gibi gelmişti.Veren O;alan da O.’’O’ndan geldik;!O’na dönücüleriz.’’ CENAZE NAMAZI Eve haber geldi;yıkama işlemleri tamamlanmış ,cenaze namazı için bizi almaya geliyorlarmış.Ablam ve kayınvalidem kefeni içindeki yüzüzünü görmek istediler. Ben tabutta Serhat’I görmek istemedim.Artık bu kadarına dayanamazdım.Uzaktan gelen arkadaşlarından da yüzünü dünya gözüyle görmek isteyenler oldu.Her gören şaşkın , gözü yaşlı -Gülümsüyor.Serhat ‘I hiç gülümserken görmedim, diyordu.Arkadaşlarımın kollarında zor duruyordum.Ayaklarım sanki yoktu.Vücudum titriyordu , sinirlerime hakim olamıyordum.Konuşmak istesem de dilim dönmüyordu.Gözyaşlarım benden habersiz akıyordu.Zamanı geri almak isterdim.Sadace bir kaç saat önce hayatta olan eşime ,hayat arkadaşıma söyleyecek o kadar çok şey cardı ki.Benim için ne kadar değerli olduğunu söyleyemedim hiç.Daha başka bir çok söylenmemiş sözü söyleyebilseydim keşke.Şimdi haykırsam beni duyar mıydı? O gün Hacı Bayram Camii’nde üç şehitin daha cenaze namazı kılınıyordu.Serhat’la birlikte namazları kılındı.Karşımda tabutta Serhat yatıyordu. Namaz bitti.Asırlar gibi geçiyordu zaman.Yoksa zaman durmuş muydu.Titriyordum ,kalbim titriyordu.Eğer arkadaşlarım bıraksa yere yığılacaktım ya da koşup tabuta sarılacak ve asla bırakmayacaktım. Tabutu omuzlarına aldılar ve önümden geçirerek cenaze arbasına koydular.O anın acısını anlatamam çünkü zaten bedenime ağır gelen bu acıya dayanamayarak kendimden geçmişim.Kendime geldiğimde evimizdeydim. -Ne oldu? Serhat nerde? - Son kez evin önüne getirdik.Şimdi defnediliyor. -Beni yanına götürün. -Dayanamazsın Gül , gitmeyelim. -Hayır söz verdim, toprağa verilinceye dek yanında olmalıyım. -……….. MEZARLIK Ankara soğuk , yüreğim üşüyor ,bedenim titriyor.Hayatımda adını duymadığım Bağlum Mezarlığı’nın önündeyiz.Arkadaşlarım kollarımdan tutuyorlar.Ayakta değil hayatta durmakta zorlanıyor gibiyim.Mezarlıkta, yukarı doğru çıkıyoruz.Karla kaplı yol.Mezarlık bembeyaz sadece Serhat için açılmış mezarın yeri kara bir toprak yığını…Rabbim bana yardım etmişti ki toprağa verilişini görmemiştim.Asıl o anın çok zor olduğunu daha sonra öğrendim.Arkadaşları yanından uzaklaşırken ben toprak yığınına yaklaşıyordum.Toprağın baş ve ayak ucunda tahta dik olarak duruyordu.Başucundaki tahtada ise eşimin adı yazılıydı.Gördüğüm an yere yığıldım .Artık bedenimi taşıyamayan bacaklarımı hissetmiyordum. -Serhat! Başka bir şey söyleyemiyordu dilim.Aciz , yorgun ve bitmişti yüreğim.Aklım bunu algılamaktan uzaktı. -Rabbim! Rabbim sen ona yardım et.Sana emanet ediyorum Mevlam, sen ona yardım et. Diyebildiğimde aradan ne kadar zaman geçmişti bilemiyorum.Yanımdaki arkadaşlarımda artık dermansız düşmüş , onlarda ağlıyor , dua ediyorlardı.Adının yazılı olduğu tahtaya bakamıyordum.Arkadaşlarım -Gül ,hadi artık gidelim. Bir an onu orada bırakamıyacağımı düşündüm.Sonra arkadaşım beni anlamış gibi baktı ve -Ölenle ölünmez. Bu o kadar acı bir sözdü ki. Sanki bir bıçakla vücudum parçalara ayrılıyordu.Artık kendimde değildim , çevremdekiler benim yerime düşünüyor ve ben deonların kollarında külçe gibi bedenimle söylediklerini yapıyordum.Bedenimle ruhum aykırıydı sanki . Ruhum onunla kalmak istiyor , bedenimse yavaş yavaş oradan uzaklaşıyordu.Bıraksalar düşüp kalacaktım.O gün ayrıldığım mezarlıktan ondan sonraki üç yıl boyunca her gün geleceğimi bilmeden ayrıldım. AHMET EVDEYDİ Eve geldiğimizde Kur’an –I Kerim kıraatı vardı.O ulvi ses dışarıdan duyuluyordu.İlk kez Yasin-i Şerif için bu hüznü duydum.Sanki ölümü anlatıyordu ,acı ve hüzün vardı o seste.Serhat’ın ölümünü ve sadece birkaç saat önce ben bu sureyi başucunda okurken bana seslenişini hatırlatıyordu. Beni oturttukları odada hasret kaldığım oğlumun olduğunu gözyaşlarımın kapattığı gözlerim görememişti. - Oğlun gelmiş Gül , kollarına alsana. Anlam veremiyordum söylenenlere.Aylardır göremediğim kırk yedi günlükken bıraktığım ,bir ay kadar sonra Betül’ü almaya gittiğimde uyurken gördüğüm oğlum vardı benim.Kokusunu unutamadığım , geceleri Serhat uyurken özlemiyle ağladığım oğlum vardı evet.İşte buradaydı canımın parçası.Kucağıma verdiklerinde gayri ihtiyari dudaklarımda tebessüm olmuş. -Görüyor musun anneliği.Yavrusunun kokusuyla derdini unutur anne. Kulağıma gelen ses kime aitti hatırlamıyorum.Ama doğruydu.Yavrumun kokusu , ona dokunabilmek ,öpüp koklayabilmek, içinde bulunduğum durumu değiştiremese de bir an sanki uzaklaştırmıştı..Hayat böyle miydi?Rabbim gerçekten bir taraftan yakarken bir taraftan sonsuz rahmetiyle gönlümü sulamıştı.Eşimi kaybederken oğlumu kucağıma aldırıyor ve acımı hafifletiyordu.Hayat döngüsünü böylelikle öğreniyordum.Gençtim ,yirmili yaşlar hayatın öğrenildiği değil hayattan zevk alındığı yıllar olmalıydı.Ben yirmi beş yaşında Serhat’ın ölümüyle gençlik yıllarımdan da ayrılıyordum. Kucağımdaki oğlumun gözlerinde hüzün vardı.Hiç kaybolmayacak olan bu hüzün sadece beni değil onu gören herkesi mahzunlaştırır.İri siyah gözleri, hemen gözyaşları süzülecekmiş gibi bakar.O günden beri oğlum her acımda dayanağım ,hayat sevincim ve umudum oldu.Minik elleriyle yüzüme dokunuyordu ,ben de pamuk ellerini öpüyordum.O gönlüme dokunuyor , ruhuma sükunet veriyordu.O kadar değişmiş , o kadar büyümüştü ki.Bıraktığımda küçücüktü , şimdi ise kucağıma sığmıyordu.Gözümden yaşlar akıyor ve yavrum onlara dokunuyordu.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Gülsüme Kaldıroğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |