En bilge insanlar bile arasıra bir iki zırvadan hoşlanırlar. -Roald Dahl |
|
||||||||||
|
Son yıllara dek genelde felsefeye fazla bulaşmamıştım. Fen bölümündeki öğrencilere neden felsefe okutmazlar, hiç anlamam. Şimdilerde ise kimseye okutmuyorlar galiba. Kitap kurduydum ya hani, işte o sıralar kıyısından köşesinden dokunmuşum azıcık. Daha sonra, ilerideki yıllarda bir dolu felsefe kitabı edinmişim. Edinmişim de ne olmuş? Doğru dürüst okuyamamışım hiç birisini. Okumaya başladığımı da bitirememişim zaten. Nasıl okuyacaktım ki? Bir dönem hayatımıza zorla sokulan, hilkat garibesi, uyduruktan, bulmacamsı Türkçe’yi - ki her nedense en çok da felsefeciler benimsemişlerdi - nasıl çözecektim? Yetersiz dil bilgisiyle yabancı bir dilde okumaya çalışmak gibi bir şeydi bu. Üstelik on yedi yaşımda koparılmışım kendi dilimden ve başka bir dilin kucağına atılmışım. Bu arada Türkçe değişmiş; bizim bildiğimiz anadil uçup gitmiş; yerine ise ne olduğunu bir türlü kavrayamadığım, mutasyona uğramış acayip bir şey gelmiş oturmuş. Aynen görmemişin üzerindeki eğreti elbise gibi sırıtıyor. Çaresiz ben de yabancı dile tapulanıp kalmışım. Kalmışım da iyi mi olmuş sanki? Bunca yıldır yazıyor ve konuşuyorum güya, ama henüz yarısına bile vakıf değilim. Öyleyse ne oldu bana? Dilsizleştirdiler mi beni? Kesinlikle öyle, dilsiz kaldım ben! ... Bizim bildiğimiz, eski, 'çorba gibi' dilimiz bir hayli zengindi hani. Yarısını kaldırıp atmışlar sözcüklerin; yetmemiş, bazı harfleri değiştirmişler. Çok da önemli olmamakla birlikte, söylemeden geçemeyeceğim; “tesbit” olmuş “tespit”; “nisbet” olmuş “nispet”. “B”lere bu düşmanlık nedendir diye merak ediyor insan doğrusu… Dil benim geçmişle bağım ve gelecekle aramdaki köprü olmalıydı halbuki. Köprüleri yaka-yıka gidersek eğer, günün birinde salt bilgi çekirdeğine katkıda bulunarak sürdürmek zorunda kalacağımız yaşamımıza kendi ellerimizle son vermiş olmaz mıydık bir anlamda? Çünkü şifreleri bozuyor ve hatta giderek yok ediyorduk. Peki, gençlere düşünmeyi nasıl öğreteceğiz bu durumda? Referans kitapları kalmayacak ki! .. Zekaları hiç de kıt olmayabilir. Ama aklı kullanmayı; hayal gücü ile beslenmeyi; biriktirip sindirmeyi; sorgulayarak düşünce hamurunun kıvamını tutturmayı öğretmek mümkün olabilecek mi? Ateşin olmadığı mutfakta yemek pişmez! Dil ise yaşamın ateşidir. Kaliteli yaşam demeliydim belki de. Her şey aslına rücu ettiğine göre, bu gidişle biz de ilkçağın yarı dilsiz insanına dönüşeceğiz herhalde. Düşünerek var olmanın olanaksız olduğu bir çağa yani…Bu arada sanatı, incelikleri, kültürel zenginlikleri, düşünsel sıçramaları ve daha bir çok şeyi tümden yitireceğiz. 'Iskalama' şansımız bile kalmayacak. Var olmayan bir şey ıskalanamaz ki! ... Çorak ve budalaca bir iletişim diline mahkum oluyor çocuklarımız. Köleleşiyorlar. İzliyor ve dinliyorum onları. Zaman zaman ekranlarda eski sözcüklere yapışıyor ve komikleşiyorlar. “Resm-i geçit” yerine “resmiii geçit” deyip yüreğimi kanatıyorlar. Bu yaptığım aydın züppeliği sanılmasın lütfen. Benim içim gerçekten acıyor. Bizim kuşak yarım kalmıştı. Bu gençler ise yoksul. Çoğu birer dil fakiri! … Durmadan aydın sorumluluğundan dem vuruyoruz ya hani, külliyen yalan. Sorumluluk görevini, sorumsuzluk hakkını kullanmaya dönüştürmüş ikiyüzlüleriz hepimiz. Hep birlikte el ele verip kendi geleceğimize kıymışız biz. Bunları ve daha pek çok şeyi düşünür, yazar ve acılarımdan yükselen çığlıkları dinlerken, bir kitapçının raflarında apansızın karşıma çıkan bu “kafası karışık adam”ı nasıl kucaklamam ben şimdi? Daha önce adını hiç duymadığım için önünde mahcubiyetle eğildiğim felsefeci bu yazara nasıl teşekkür etmeliyim acaba? Kıyıları seçtiğini söyleyip de hayatın tam ortasında bir nabız gibi gümbürdeyerek atan bu düşünüre nasıl “dünyama hoşgeldin” demeliyim dersiniz? Ve yazılarını okurken aniden içine düştüğüm hava boşluklarını ve yaşadığım türbülansı nasıl anlatmalıyım O’na? Belki de vardır bir yolu; gençlere önermek gibi mesela… Ahmet İnam’la tanışmak olağanüstü bir deneyimdi. Tanımamak benim ayıbımdı ama orada olduğunu ve bunca yıldır çabaladığını öğrenmiş olmak yüreğime serin sular serpti inanın. Bence Ahmet İnam’la gençler de tanışmalı. İlk adımda oldukça ağır gelebilecek felsefe kitaplarından önce, incecik bir kitabını öneriyorum onlara. Adı “Hayatımızdaki İnce Şeylere Dair”*. Kolay okunur ve kısa yazılardan oluşmuş tam bir başucu kitabı. Hatta çantalarında bile taşıyabilirler uzunca bir süre. Ben öyle yaptım.... Bu kadar lafı niye ettim ki? Alın, okuyun ve kendinize yepyeni bir pencere açın. İnanın güzel bir öneriydi. Benim de çorbada tuzum bulunsun biraz! ... ......................... *”Hayatımızdaki İnce Şeyler Dair” – Ahmet İnam (Pan Yayıncılık)
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Naime Erlaçin, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |