Umutlarım her zaman gerçekleşmiyor, ama yine de her zaman umuyorum. -Ovid |
|
||||||||||
|
Sağanak yağmurun, sert esen Güz rüzgarlarıyla hüküm sürdüğü Kapkara koca dağların doruklarında Üç metre önümüzü göremediğimiz Esrarlı bir gecede aklımdasın... Yürüdük zamanın öte yakasından Bu satırları yazdığım gerçeğe doğru Islandık, Yıkandık, Üşüdük, Sel oldu aşkımız, ... Okyanuslarda fırtınaya yakalanmış Dört ağaç gövdesinden oluşmuş bir sal gibi Ufukta bilinmeyen, fakat var olan zamana doğru Sürüklendik hain gecenin içimize yüklediği Hasret kokan şarkıların eşliğinde Bir bir yalnızlık ve sevda türküleri Tutturduk yürüdüğümüz bu ıssız yolculukta Ruhumuzu ve canımızı koltuk altımızda taşıyarak Koşuşturduk yalnızlık kokan patikalarda Sevdamız koştu içimizde coşkuyla Sen koştun içimde dolu dizgin Yanık motor yağını Boş bir cola kutusunun içine döküp Üslübüyü mum ipliği niyetine Yağın içine batırıp yakarak Taş duvarlarını aydınlattığımız Zikzaklar çizen habur çayının yakınlarındaki Kayalık bir tepenin eteğinde bulunan Beş insanın sığabileceği genişlikte Küf kokan, Loş karanlık bir mağaradayız Bodur çalılar kaplamış mağaranın girişini Loş ışıkta bedenlerimiz bizden daha büyük yansıyor Yarık ve çatlakların olduğu mağaranın duvarlarına... Bu çatlak ve yarıklarda örümcek ağları yer almakta Ve bu ağlarda yer yer örümceklerin içlerini yedikleri Sinek iskeletleri göze çarpmakta Ağların üstlerinde ise parmak büyüklüğüne yakın örümcekler Avını beklerken hareketsiz durmakta Ve yarıklardan içeri dışarı Tesbih böcekleri, kırk ayaklar dolanmakta... Şurada taş duvarın dibinde Sırt çantam duruyor Sevda yüklü içi Hasret yüklü buram buram Sen yüklüsün... Çok yoruldum Omuzlarımda seni taşıdığım bu yükün altında Yine de taşıdım ama sen yoksun Vay kahpe felek vay! ... Parkam, pedim, pançom var sevdamın yanında Çift şarjörlü, dürbünlü, bomba atarlı Gece görüşe ayarlı, pointer'li tüfeğim Dayalı durmakta sırt çantama Biraz önce yağmurdan ıslanan tüfeğimden Islattığım için özür dileyip Onu bir gelin gibi okşayarak temizledim Islak mermilerini mendilimle sildim Şimdi yanık yağın aydınlığında Parıldayarak neşeli neşeli bana bakıyor Bu yağmurda biz buraya sığınıncaya kadar Kaç saat yol aldık, Kaç saat yürüdük, İnan seni düşünürken hiç hatırlamıyorum Yalnız sabah gün ağarmıştı tan sökümünde Şimdi ortalık karanlık İşte bu geçen zaman sürecinde Sen hep yanımdaydın Şu an ise ölümsüz satırlara dökülüyorsun gönlümden Eline geçtiğinde bu dizeleri okuyacaksın Biz yürüdük yağmurda... Yağmur yağdı üstümüze Biz yürüdük yağmurda... Yağmur yağdı içimize Soluksuz, nefessiz, takatsız kaldık Ve iliklerimize kadar da ıslandık Bu sensiz, soğuk, ürperten karanlıklarda Yağmur içime işledi ve üşüttü beni Bak keskin kokulu havasız mağaranın Şu tarafında, dışarıdan topladığımız Yağmur suyu içmiş, ıslak çalıları tutuşturmak için Şiir defterimden yırttığım sayfalarla yaktığım Yüzümüzü yalayan ateş yanıyor Yüksekliği yüzellisantimetre olan Sadece bir insanın geçebileceği genişlikteki Bu rutubetli mağaranın kapısına Ateşin ışığının dışarıya yansımaması için Battaniyemi gerdim İşte ben sana bu mektubu Sığındığımız bu kasvetli mağaradan Soğuk taştan duvarları olan Kapısındaki battaniyenin parmaklık olduğu Bir mahpushaneden yazıyorum Gönlüm kalem oldu, Sevgim sayfalar, Dökülüyorum sana, gönlüne Sana olan sevdam dağların doruklarındaki karı Tek bir nefesimle yere indirecek kadar Ve şu an seni çok özlüyorum Ateşten çıkan duman Mağaranın kapısındaki battaniyeden Dışarıya çıkamadan, içeriye dolup Gözlerimi yaşartıyor Bu yaşlar üşümüş yanaklarımdan Süzülüp buz gibi soğuyarak Boynumdan aşağı inip Yanan içimi serinleterek, birazda üşüterek koynuma doluyor Ben göremiyorum ama arkadaşlarım Göz yaşlarımda senin adının yazdığını söylüyor Adın süzüle süzüle soğuk bir esintiyle Yağmurdan ıslanmış, Yürümekten terlemiş, Soğuktan üşümüş içime, Gözyaşlarımın içinde billur billur akıyor aşkım Sen akıyorsun içime Yağ işte, dol gönlüme durma Söndür ateşimi, titreyeyim varlığınla Sür yüzünü kaç gündür kesemediğim Uzamış, içinde beş beyaz teli saklayan sakallarıma Ben de doyayım sana Sırt çantamda bir kaç parça eşyam ve... Boydan çekilmiş bir resmin Gülümsüyorsun resminde, sanki yanımdasın Sıcak nefesin vuruyor, resmine bakarken yüzüme Yağmurdan ıslanmış resmini Ateşte kurutmaya çalışıyorum Kuruturken tutuşuyor saçların Ben tutuşuyorum Yanıyorsun Yanıyorum Bir tarafından yanık saçlarının kaldığı Resmin elimde öylece ortada kalakalıyorum Hayal olmuş çıplak bedenin Bir an bile çıkmıyor aklımdan Gitmiyor gözlerimden Sen ne yaptın böyle bana Vuruyorum ben de bu sersem başımı Mağaranın taş duvarlarına Niye diye sorma bana, anla işte Hafızamı yitirip dağ dağ memelerini unutmak için Belki hayal olacak ama Allı, beyazlı bir gelin gibi Yağmur yerine sen dökülsen üstüme Tutuşurum işte o an teninde ve... Söndüremez yanık kokuları yayılırken etrafa beni hiç kimse Yanarım! ... Midyelerin içinde incileşen kum taneleri gibi Efsunlu gözlerle baksan gözlerime Dilim, yüreğim, herşeyim efsunkar kalır gözlerinin içinde Kül olurum! ... Geçen zamanı kollarken tetikte Ben de yürüsem şeytanın ayak izlerinde Tutuşurum Tutuşurum da Söndüremez beni tüm bulutların yağmurları inse bile üstüme Adına yaşamak dediğimiz feryat Dağları delip Ferhat bile olsak budur işte Oysa senden önce kaç tane kadın geçti yatağımdan Kaç kadına dokundu ateşli vücudum Kaç incecik narin kadın parmakları gezindi omuzlarımı Kaç batan tırnak kırıldı etimin içinde Kaç dudak emdi dudaklarımı Kaç kadın inledi sabaha kadar Kaç kadın beni inletti ateşli gecelerde Evet hepsi senin tenimde doğuşunla Bir bıçak gibi kesilerek Silinip kazındı şimdi yoklar hafızamda Öyle bir girdinki vücuduma Hiç bir zaman silinemeyecek şekilde Kanata kanata kalbime kazındın Yürü tenimde yürüyebildiğin kadar Yürü... Sana açık, Sana özgür vücudumdaki her santimetre kare toprağım Dokun bana, ... Öp, Hadi ısır, sustur dilimi Göm satırlarda konuşan dudaklarıma dudaklarını Ellerin gezinsin boynumda, aşağılarda Bende bu başımı dağ dağ memelerine yaslayıp uyuyayım Meleklerin benim için kurduğu salıncaklarda Biliyormusun kaç gündür hiç uyumadım? Kaç gündür yollardayım Kaç gündür seni arzulamaktayım Ayaklarıma giydiğim çoraplar kağıt olmuş Parmaklarım çıkmış dışarıya, erimiş altları Gözlerim kanlı, altı şişmiş Olmuş mosmor kan bardağı Yıkadıkça dumandan akan göz yaşlarım Cayır cayır yanıyor, mosmor olmuş Gözlerimin altındaki kan bardaklarım Yanıyorum ben acı acı, Hani ateş basmayı, Hani kor ateşte yanmayı, Hani alev alev erimeyi, Hani yanarken terlemeyi, Yaşıyorum ben yudum yudum ah! Çok zormuş sensiz olmak Çok zormuş ağlarken gülmeye çalışmak Yani böyle tutuşurcasına yanmak Yani böyle ateşlerde kalmak Yani yaşarken işte yaşamamak Zormuş, Çok zormuş, ... Bunu şimdi ben çok daha iyi anladım Soydum tükenmek bilmeyen Derman yüklü bedenimi Şu an terim ıslak ve titriyorum biraz canım Derinlerimden bir pınar gibi ne kadar silsem de akıyor Debisini hiç kesmeden içimden tekrar terim Bu terin ıslaklığında üşüyorum Birbirine vuruyor dişlerim, dudaklarım, Ateşin yanında dizlerime koyduğum Kürkümle, elbiselerimi kurutuyorum Yürüdükçe beyaz köpüklerden bir harita yapmış Terimdeki tuzlarla elbiselerimde bedenim İşte Ege, Marmara İşte Karadeniz, Akdeniz İşte Van gölü İşte Trakya, Anadolu Çizmiş bir bir tenim misakı-milli hudutlarını Fakat ben ne yazık ki dışarıda kaldım Elbiselerimden duman olmuş buhar çıkıyor Islak, terli, çıplak bedenimden Mağaranın tavanına Duman duman bir şeyler yükseliyor Sevdam yükseliyor Sevdam buhar olup mağaranın içine doluyor Sökemiyorum Yakamıyorum Atamıyorum içimden seni Ne yapacağımı artık çok şaşırdım Hangi dağa çıksam Hangi ırmakta yıkansam Hangi uçurumdan iple insem Hangi vadinin patikalarında dolansam Kim söker seni bir kerpeten gibi içimden Kim dağlar kalbimi Kim unutturur seni bana Ya da hangi kurşunla vurulayım kalbimden Sonsuza kadar yok olman için Doçka mı? Bikeyzi (bcs) mi? Kanas mı? Ya da bin metreden beni param parça etmek için Üstüme üstüme gelen bir repegeonbir (rpg11) roketiyle mi? Yoksa elektrik fünyeli, beş kiloluk bir tnt kalıbıyla Hazırlanmış bubi tuzağıyla Yetmişbeş parçaya bölünüp Yetmişbeş akbabanın sivri gagalarının arasında parçalanarak mı? Söyle sevgili söyle! Vurma beni ölümden beter edip te Sen kalbimde büyüdükçe Ben kabul edemeyip isyanlardayım Söyle nasıl sakin olayım? Ya da söyle nasıl kendimi avutayım? Mor dağları mı indirip yıkayım? Irmakların yollarını mı değiştireyim? Dünyadaki tüm zehirleri karıştırıp Yetmişlik bir şişenin içinde iki saniyede dibini mi bulayım Ya da ne yapayım söyle? Sen hangi zehirsin de içtim ben seni böyle? Yüreğimi parçalarcasına... Görüyormusun? Efkarın kucağında Yaktığım sigarayla konuşuyorum bir başıma O bile senin gibi duman olup benden kaçıyor Bu nedir allah aşkına Yangınlardayım Soyunda gel yanıma Sana gibi görünse de sana değil aslında isyanım Ben aramızdaki aşamadığım mesafelerle kavgalardayım Yıkılsın! Yıkılayım! Ellerini tutamadığımdan Gözlerine bakamadığımdan Seni sevip okşayamadığımdan Sana sarılıp dokunamadığımdan Dudaklarında yaşayamadığımdandır bu isyanım Başka bir şeye değil Saat gecenin yirmiüç otuzbeşi... Yağmur yağıyor hala, baykuşlar ötmekte dışarıda Mağaranın köşesinde yanan ateşin üstünde Fokur fokur bir çaydanlık kaynıyor Biraz sonra arap çayıyla Habur kenarında yakalayıp da Bıçağımla başını kesip Baş ve kuyruk deliklerini çamurla kapatarak Ateşte pişmeye bıraktığımız tospağa ile Derisini yüzüp, baş ve kuyruk kısımlarından Birer karış kesip çakallara attığımız Kalan beş karışını, ateşte kızartıp Beş parçaya bölerek paylaştığımız Kara yılanla karnımızı doyuracağız Pişen tospağanın kokusu Mis gibi içimizi dolduruyor Ateşte pişen üst kabuğu açılarak Nar gibi kızarmış sırt eti açığa çıkıyor Yutkunuyorum... Çok açım, Ama ekmeğimiz ıslanmış, Yani ekmeksiz kaldık, Olsun aşkım, ... Yüklü bulutların yeryüzüne serbest bıraktığı Bereket dolu yağmurlar yağdı Her yer kurbağa ve solucan kaynıyor Toplayıp On altı litrelik bir yağ tenekesinin Kapağında pişirip tuzlayarak Kurbağanın sadece arka bacaklarını Ve ateşte kıkırdak halini alan solucanları Cips olarak yemekten sonra yiyeceğiz Baharatımız özlem, sevda oldu Dostluk, arkadaşlık salatamız Hadi bebeğim sende bir öpücük ver de Tam doysun bu gece karnım Mağaranın soğuk taştan duvarlarına militanlar '' Gebereceksiniz Türk Ordusu '' yazmışlar Gülüyorum))) Bende elime sivri bir kaya parçası alıp '' Bendensiniz, öpücem sizi eşkiyalar '' yazıyorum))) Belli ki onlar da burayı kullanmışlar Kimbilir belki de çok yakınımızdalar Hatta belki de bizi görüyorlar Hadi çıkın ortaya, biz buradayız, siz neredesiniz Nerede alçak yürekleriniz, sakın azmayın, aklınızı alırım Biz sizlerin ve bu dağların efendisiyiz Bitlenmişim aşkım! ... İç çamaşırlarımın dikiş aralarını toprak biti kaplamış Tatlı tatlı kaşındırıyorlar Yemekten sonra arkadaşlarla Bisküi kutusunun üstünde marlboro'suna yarıştıracağız Yarışa katılacak bitimin Sıfırüç osman koydum adını Kahverenkli bir şey Başı küçük, karnı şişkince Ayakları kısa, yere yapışık yürüyor ama heybetli Bir sevgilisi var sıfırüç osmanın Onun da adını koydum şule sıfıryedi Ne çocuklar doğuracaklar ırklarına İçlerinden en irileri sıfırüç osman Galiba vücudumun efendisi aynı zamanda onların reisi o Belli ki bileğinin hakkıyla Çok kanımı emerek gelmiş bu duruma Yani çok çalışmış Kim bilir nerelerimde gezindi durdu Acaba gözleri var mı? yok galiba bildiğim kadarıyla Sıfırüç osmanın sırt kısmı şeffaf beyaz Eğer yarışı kazanırsa Sevgilisi şuleyle beraber dört saat Koltuğumun altında ödül olarak Balayında kalacak sıfırüç osman Emsinler kanımı emebildikleri kadar Madem biz evlenemiyoruz Bari onlar evlensin Yuva yapmak sevaptır ne de olsa Helal olsun kanım birinci gelecek sıfırüç osmana Osmanlar, şuleler benim alın terim, hizmetlerim Tanrının ödül olarak bana verdiği bir armağan Walkman radyomun kulaklıkları kulağımda En çok sevdiğim şarkılar çalıyor şu anda Biraz önce Kıraç; '' Karahisar kalesi yıkılır gelir '' i söyledi Şimdide Cem Karaca; '' Vurun ulan vurun vurun Ben kolay ölmem Ocakta küllenmiş aşım var Kirvem hallarını böyle yaz Rivayet olur belki Gül memeler değil bu Dom dom kurşunu Param parça ağzındaki '' yi söylüyor Bende eriyorum bu şarkılarda, Bitiyorum... Hiç bir acı Hiç bir yorgunluk Hiç bir şey senin yokluğun kadar koymuyor Bu tanrının kulu Kibar'a Hiç bir mutlu olay Senin yanımda olma mutluluğunu Hiç bir zaman yaşatmıyor bana Yokluğunda mor dağlar Sanki üstüme kapaklanıyor Hasretim sana Hasretim denizin dalgasını andıran saçlarına Hasretim beni içine çeken okyanus dudaklarına Aşkım Bir gün namert bir namlunun ağızından çıkan Kahpe bir kurşunla vurulup da Toprağa düşersem eğer Sakın ardımdan ağlama Bil ki ben çok mutluyum bu yolda yok olmaktan Yalnız ne olur Mezarımı kırmızı beyaz ve kokulu çiçeklerle süsle Arada bir gübrele, çapala, sula Genç, diri bir çınar dik baş ucuma Kök salsın bu çınar toprağımda Sonra beni unut allah aşkına Bu gün denizlerde seninle beraber olamıyoruz belki ama Bir gün mutlaka buluşacağız bir tanem ikimiz okyanuslarda Öptüm bal tadındaki dudaklarından Hoşçakal Sınırkartalı Kibar Kibar Tavasav
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Kibar TAVASAV, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |